"düşün, düşün ki düşün gelişsin"

Allah'ım!
İmanımı, aklımın elinde esir etme!
Aklımı, hissiyatımın elinde rezil etme!
Hissiyatımı, şehvetimin elinde zelil etme!

Mustafa İslamoğlu
Share

Bir kaleye hapsedilmiş yüreğim,
Depreme dayanıklı, fırtınaya, ölüme...
Odalardan duyulmuyor sesim,
Hayalim sızmıyor pencerelerde
Acıyla dalgalanan sularda
Özlemi çoğaltan bir gemidir yüregim...

Nurullah Genç
Share

El...vereni var; alanı var.Kimisi karıştırır; kimisi düzeltir.
Duaya duranı var; bedduaya duranı...
Yumruk olanı var; baş okşayanı...
Her işe koşanı var; her işten kaçanı...
Hep bana! diyeni var; al sana diyeni...
Elleriniz hangi ellerden?

Hayırlı bir kişinin eli olmaktır her elin istediği; ama...
sahibi "el" olup gidince... eller ne yapsın!

-Alıntı-
Share

Atamız Ebü'l-Feth Mehemmed Han'ın dünya mülkünde olduğu kadar söz mülkünde de devirler açan fetihleri olduğu meşhur-ı alemdir.
Zira ki kendisinden sonra Türk şiiri ve şairleri Türk yurdunda, hayalleri imbikten geçirip potalardan süzerek söyler olmuşlardır.
Türk şiirinin istikbali için bu zemini hazırlayan, şairleri himaye ile sözü üst perdeye çıkaran odur.
Sultanların sarayına şiir meclisleri onun zamanında girdi, şiirin itibarı arttı. Bunu yalnızca şairleri dinleyerek başarmadı, kendisi de onlarla birlikte söyledi, atıştı, yarıştı. İşte o beyitlerden biri:

Senin zincîr-i zülfünden dil-i dîvâne bent ister
Usandı dert ile candan asılmağa kement ister

Beyitteki tamlamaların sondan başa doğru çözüldüğünü (zincir-i zülf = zülfünün zinciri) ve bilinmeyen tek kelime olarak da "dil"in "gönül" demek olduğunu söylesek zannederiz bu güzel mısraları ayrıca bir de günümüz diline çevirmeye gerek kalmaz.

Akıcılığı, yalınlığı, içindeki derin mânâ dünyası ve ahengi ile bu beyit bize "kelamü'l-mülûk, mülûku'l-kelam" meselini hatırlatıyor.
Yani ki "Sultanların sözü, sözlerin sultanıdır" demek olur.

Beytin dünyasını yakından görebilmek için aşk çılgınlarının kendilerine ve çevrelerine zarar vermesinler diye bimarhanelerde önce zincirlerle bağlanıp sonra yavaş yavaş tedavi edildikleri dönemlere gitmemiz gerekir.
Hani bir âşıkın sevgilisine yalvarırken "Gönlüm senin için çılgına döndü, zincirlik divane oldu! Onu zapt edebilmek için senin zülfünün zincirinden ayağına bir bağ ve bukağı gerekiyor." şeklinde yalvardığı, üstelik de bu aşk derdiyle canından usandığı için asılmaya kement istediği dönemlere.

Bir sultanın ağzından, hele de cihana hükmeden bir sultanın ağzından dökülünce bu sözler, şiir ve medeniyet birikimi adına çok anlam ifade eder.
İncelik şuradadır ki şair herhangi bir zincir veya kement istememekte, ancak sevgilinin saçının zinciriyle bağlanıp onun zülfünün kemendiyle can vereceğini ima etmektedir.

Bundan amacı "Başka zincirler beni öldürmeye yetmez; başka kementler beni asamaz!" demek olduğu gibi "Sevgilimin zincir zincir (örülmüş) saçı tarafından bağlanılmaya canım dayanamaz, o anda ruh teslim ederim." manasını da hatırlatmaktır.
Hani uzun saçlarından atların ayağına bağlatılıp öldürülmek istenen âşıkın son arzusunda "Bari sevgilimin atının ayağına bağlayıp öyle parçalatınız!" diye yalvarması gibi.

Şairin dediğine bakılırsa sevgilisi uğrunda öyle dertler çekmiş, öyle belalara giriftar olmuş ki, nihayet canından bezmiş ve kendini asmak için bir kement istiyor.
Âşıkın burada asıl istediği veya ima olarak anlattığı şey ise sevgili uğruna canını feda etmek, başka bir yolla ölmeyi istememek, belki "Sevgili için öldü!" dedirterek diğer âşıklar ve rakipler arasında adını ölümsüzleştirmektir.

Nasıl ki Kays, Leyla için can verdi ve adı tarihe kalıp yaşadı, o dahi bu aşk için adını yaşatmak, Mecnun ile yarışmak, daha doğrusu tıpkı Leyla gibi sevgilisinin adını gök kubbeye kazımak istiyor.
Nihayet Kays, bu aşk uğruna delirmiş, divane olmuş, zincirlere bağlanmıştı ya, işte o da bunların hepsine razı olduğunu söylüyor, o da tıpkı Mecnun gibi canından usandığını, ölüme koşa koşa gideceğini ilan ediyor.
Bir farkla ki Mecnun sıradan bir zincirle bağlanmıştı ama o alelade bir zincire veya asılmak üzere sıradan bir ipe razı değildir. İşte bu yüzden sevgilinin saçından bir zincir ve zülfünden bir ibrişim istemekte.

Böylece Leyla uğrunda adı Mecnun'a çıkan Kays'ı geride bırakmış olacak ve aşk tarihi kitabına yeni bir başlık açacak, en azından baş sayfaya bir dipnot düşecektir.

Ruhun şâd olsun ey hükümdar şair.

İskender Pala
Share
Share

Söküklerini dik sözlerinin, dilini kalbine yanaştır; dilinle söylediğini kalbinle de söyle.
Dikiş tutmuyorsa şayet, söylenmeyi bırak; sus, kalbinden geçmeyeni diline değdirme.

Mevlana Celalettini Rum-i
Share

Dünya tozlanan bir yerdir.
Bütün insanlar toz almak için gelirler dünyaya: Kimisi bir ülkenin tozunu alır, kimisi bir sehbanın, kimisi bir ceketin.

Ama bazen bir gözün tozunu da almak gerekir dünyada.Kabul etmek lazım en zoru budur.Çıkarıp silkeleyemeyiz bir gözü, ırmaklara batırıp yıkayamayız.

En iyisi kendi kendine yaşarsın, kendi yıkasın tozunu.

Ali Ayçil
Share

Naz


Ben ağladıkça etti tegâfül o mest-i nâz
Hâb-ı girân âdeme bârân iken gelir

(O, baştanbaşa naz olan sevgili, ben huzurunda ağladıkça ilgisizleşti, nazı arttı ve ağır uykuya vardı adeta. E tabiî normaldir; gözyaşlarımı yağmur zannetti zâhir; malûmdur ya yağmur yağınca insanın uykusu artar.)

Mehmed Emin İffet
Share

Ya yükümü hafiflet
Ya da bu aciz kuluna güç lûtfet
Bir inşirah kadar ferahlık bahşet….
(amin)

Hayırlı Cumalar ola...
Share

Bir demet nergis al kendine. Ne olur böyle yapma. Kendine kıyma.

Biliyorum senin için yanıyor. Onlarla aynı dili konuşmadığını zannettiğin bir kalabalığın ortasında, âcizliğinden muztarib, gittikçe içine kapanıyorsun. Her şeyden uzaklaşıyorsun.

Tamam. Yorgunsun. Allah şahit, bilenler şahit, çok yorgunsun. Yaşanmakta olan bütün acılar gibi yaşanmış ve yaşanacak olan bütün acıların da kalbinin üzerine çöreklendiğini zannetmekten yorgunsun. Böyle bir yükü bu kalp taşımaz, biliyorsun. Ben de biliyorum. Ama, kaldır bu acıları benim kalbimin üzerinden Rabbim, diye bir dua da etmiyorsun. "Saf ahenge biçilen bunca bedelin çok fazla olduğunu" düşünmene ramak kalmış. "Giriş biletini üstün saygıyla iade etmek" noktasında tereddütlü, İvan gibi, bütün sorumluluğu kendi üzerine alıyorsun.

Burası dünya. Cennet değil, unutma. Çekilme kabuğuna. Adım at. Denize at. Hâlik'ın var senin. Haddini aşma. Zıddına inkılâb etmekten kork. Baba Karamazov'luğu bütün insanlara mâl etme. Unutma, Alyoşa da insan, İvan'ın düştüğü yerden kalkan Mitya da.

Bahçendeki ağaçların sarsıldığını fark et önce. Deniz, kıyıları dövmeye başlamış çoktan. Yağmurun damlaları camlarda kristal. Yer ile göklerin yaklaştığı kadar gece ile gündüz de birbirine yaklaşmış. Şeb-i Yeldâ. Kaldırımlarda sarı ışık topları, başında rüzgârların en fazla hatırlatanı. Renginden, kokusundan, sisinden, buğusundan kar sesini hatırla. Bir kerecik ne olur kendi korunağından, sıcağından utanma. Üzerine atılan çizgili battaniyenin, ocağında yanan ateşin hesabını yapma. Acının kavramı kadar yakıcılığını da bütünüyle sırtlanma. Çetele çıkarma. Herkesin yerine yanmaya kalkışma. Hani, "Siyahlık şöyle dursun, haddinden fazla beyazlık bile hoşa gitmez", diyor ya Şirazlı Sadi. Uy öğüde, küstahlaşma. Acı biraz. Esirge kendini. Bağışla. Telef olup gideceksin yoksa.

Bir demet nergis al kendine. Dolmuşa bin. Önceden hazır ettiğin 125 kuruşu tutuştur şoförün eline. Bak, bu keskin soğukta bile ter damlacıkları. Sonra bir grup genç doluşsun içeri. Kızlı erkekli, hengâmeli şamatalı. Nasıl böyle tasasız olabildiklerine şaşma. Yol boyunca biri diğerlerine ellerini kollarını sağa sola çarpa çarpa, incir çekirdeğini doldurmayan bir sürü şey anlatsın. Zayıf sözcüklere yüklenmiş gürültülü cümleler kullansın. Kızma. Katıl sohbetlerine. Bir cümle de sen sal orta yere. Üniversite öğrencisi değillermiş. Eziklermiş bu yüzden söylemeseler de. Dershaneye de gitmiyorlarmış. O defteri ebediyen kapatmışlarmış. Sonra içlerinden biri senin kucağındaki demetten bir sap nergis istesin, tek dal, diye üstelesin. Kız arkadaşına verecekmiş. Ver. Versin. Bir şeyin eksik kaldığını fark etmedin mi? İkinci nergis dalını da sen çıkar usulca. Bu da kendi arkadaşına versin. Kızlardan biri geri dönsün neşeyle. Nereden geliyor bu nergisler, desin. Benden, de. Ben nergis devrimdeyim. Gül devrimi, lâle devrimi çoktan geçtim.

Aynı durakta inin. Elindeki çantaları taşımaya kalkışsınlar. Reddet. Onlara, yürümeye çalışan bir anneyi işaret et. Gencecik, güzelcecik. Kucağında çocuğu. Kollarında torbalar, çantalar. Biraz hava almak için dışarı çıkmış. Bir işe yaramamış. Belli ki yükü ağırlaştıkça ağırlaşmış. Annenin tükenmesi. Tam da o menzilde. Onu işaret et. Onun yüklerini taşıyın, de. Taşısınlar. Müteşekkir kal.

Sonra hatırla. Yıllar önce hani, yine böyle bir kuyuya düşmüştün de sen. İnsanlara güvenini kaybetmiş, birinde hepsini mahkûm etmiş. Bir bebek arabasını ite ite bir köprüden geçiyordun. Birden arabanın ön sağ tekerleği yerinden çıkıp tıngır mıngır yuvarlanmıştı da köprünün korkuluklarına dizilmiş şamatalı gençlerden biri yerinden fırlamıştı. Tekerleği kapmış, bebek arabasının önünde diz çökerek yerine takmıştı. O zaman insanların birinde tümünü affetmiş değil miydin?

Bir göz gezdir bakalım. Bir avuç fındık verenin, tahta sandığın üzerinde bir cenin uykusuna aktığında senin de başının altına bir yastık koyanın. Vardır mutlaka. O rüyayı görmeyi unutma.

Bir demet nergis al kendine. Ne olur böyle yapma. Kendine kıyma..

Nazan Bekiroğlu/zaman gazetesi
Share

Kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir; ben ayrılıkların...
Kimi insan ezbere sayar yıldızların adını; ben hasretlerin...

Nazım Hikmet RÂN

Her dem hislerimize tercüman olan bir söz çıkıveriyor karşımıza, tıpkı şimdiki gibi...
Share

Bir yudum aşkını bana çok gördün
Çöllere atıp da yüz deme bari
Vermek istemedin istemek verdin
Kendini kendinden süz deme bari

Hem her şeyde varsın hem hepsinde yok
Elestte tek oldun dünyada bir çok
Hem yay ol diyorsun hem hedef hem ok
Çıktığım yokuşa düz deme bari

Beni tat diyerek sen beni tattın
Sanki beni benim için yarattın
Vuslat bile yoktu hicrana attın
Bensiz ol benimle gez deme bari

Tövbeye muhtaçken tövbemin ahı
Sensiz işlemedim hiç bir günahı
Madem ki sağımdan çektin eyvahı
Solumda durana yaz deme bari

Güya her perdeden öte yerdesin
Ya perde yok ya sen sana perdesin
Tamam sustum sormuyorum nerdesin
Taktığın perdeye göz deme bari

Nice dilberleri peşine takıp
Kimin yolda kimin çölde bırakıp
Hadi gel der gibi uzaktan bakıp
Attığın kazığa naz deme bari
 
Serdar Tuncer
Share
Aşk bir masaldır artık. Eskilerin canıyla beslediği aşk, kitap sayfası; eskilerin kanıyla beslediği aşk, mürekkep damlası olup raflara kaldırılmıştır. Gökten üç elma yerine üç harf düşer;
AŞK
Ve aşk… Çürüyen elmalardan da öte ayaklar altına, kurtlar sofrasına ve et pazarına düşer. Aşk, günübirlik sevdâların kana bulanmış ellerinden, leke bulaşmış dillerinden bunalır da Yûsuf gibi kuyulara, zindanlara düşer.

Masal bitmiştir artık…
Şimdi… Sorarım sana ey modern çağın akıllı âşığı! Cep telefonlarında, sanal ortamlarda, eğlence mekânlarında ayağa düşen aşkın ellerinden tutup pervâne misali bedenini bir alevde unutup ve bülbül gibi gözlerini bir gülde uyutup kendini sevgide, kendini sevgilide kaybettiğin oldu mu? Yoksa “çıkma” adı altında devşirdiğin sahte çiçekler bâkîydi de gerçek aşkın soldu mu?

Masal bitmiştir artık…
Şimdi… Cevabın sende kalsın modern çağın mantıklı âşığı... Umudumu olsun bana bırak. Cismanî, bedenî, dünyevî arzuların zehirli ipleriyle boğulan gönül; hayâli, rûhanî, uhrevî bir nefesle dirilir bir gün... İnsanlar aşk diye andıklarının, gerçek aşk sandıklarının aslını anlar bir gün... Ve açılır gerçek aşk sandıklarının tozlu kapağı… Kırılır kilit, bozulur mühür… İnsanların sahte riyasından sıyrılıp aşkın o saf rüyasına vâkıf olur gönül… Aşk, iki günlük duyguların iki yüzlü hâlinden ve menfaatle beslenen sevgilerin ahvâlinden ayrılır. Maskeler düşer bir bir… Perde iner ve oyun biter.

Masal bitmiştir artık…
Ve ben… Mutlu sonları umarken, gerçek aşkı ararken, “çıkan” insanlar arasında kaldım bir başıma… Çığ gibi bir çağ kaldı kanlı avuçlarımda. Sözüm, zirveden eteğe düşen ve düştükçe büyüyen bir aşk zihniyetinin tam altında. Karlar altında…
Heyhat! Eski dünyamızın eski aşklarına limanda kalmış yolcu gibi bakıyorum.
Ah hayat!
Daha onu görmeden sevgilinin zülfüne berdâr olan, sevgilinin Elif boyundan sonra iki büklüm Dal gibi kalan, onun peykânını en kutlu hediye gibi gönlünde saklayan divânelerin, virânelerin, biçârelerin hâlini bu dünyanın âşıklarında bulamadığım için olsa gerek…

Bir gözyaşı damlasıyla kendimden akıyorum. Yakıyorum yalan sevdâ masallarını.
Ve bir Dîvân sayfasında hapsedip gülümü, bülbül gibi şakıyorum. Üstadın kelâmıyla vesselâm:
Aşk imiş her ne var âlemde…

Senem Gezeroğlu
Share

Yaşamaya zaman ayırın,
Zira zaman bunun için yaratılmıştır.
Çalışmaya zaman ayırın,
Başarının bedeli budur.
Düşünmeye zaman ayrın,
Güçlü olmanın kaynağı budur.
Çevrenize nazik davranmaya zaman ayırın,
Mutluluğa giden yol budur.
Etrafınıza bakmaya zaman ayırın,
Günler bencilliğinize yetmeyecek kadar kısadır.
Gülmeye zaman ayırın,
Ruhunuzun müziği budur.
Çocuklarınızla oynamaya zaman ayırın,
Zevklerin en büyüğüdür.
Terbiyeli olmaya zaman ayırın,
İnsan olabilmenin sembolü budur.

Goethe
Share

Dışardan bakınca her şey çok daha güzel, içeriye girmek istemiyorum...
-Rukal-
Share

A.Geylanî Hazretlerinin üzerine hiç sinek konmazmış. Onun bu haline vakıf olanlardan biri;
- Üzerinize sinek konduğunu hiç görmüyoruz? Sebebi nedir? diye sormuş.
Geylânî Hazretleri ise şu cevabı vermiş;
-Niçin konsun ki? Üzerimde ne dünyanın pekmezi var, ne de ahiretin balı...
Share

İstiğrak sığınağı, huzurlu bir âlemdir; ah girebilsem
Cevelân eden şu yüreğimi sayfalara dökebilsem
Her beyaz katrem hun, her günüm bir semm
Yemyeşil yapraktım, sarardım, karardım, toprağa düştüm

Zaman sevgiye kurak, ben dostluğa teşneyim
Bu ne buhran, ne kasvet; garip bir ateşteyim
Gözlerim umuda çıplak, amansız bir ye’steyim
Umuda yakındım, kavruldum, savruldum, uzağa düştüm.

Kadim Dolunay
Share

gulaycebilgidunyam adlı bloğun evsahipliğini yaptığı "İslamın Işığında" isimli etkinliğin bu ayki konusu; Muharrem Ayının Faziletleri. Ve bu etkinliğe beni de davet eden sevgili gelibolu17' ye teşekkür ederim.

"Bism-i Şah, Allah Allah!..Salavatullah ya Hüseyn... Selamullah ya Hüseyn... Şehidullah ya Hüseyn... Cennetullah ya Hüseyn.... Erenler himmetine, er Hak Muhammed Ali'nin aşkına... İmam Hüseyn Efendimiz'in savm-ı atşanına (susuzluk orucuna) ve Kerbela'da şehid olanların ervah-ı tayyibelerine ve niyet-i matem Hz. Fatıma Zehra'nın şefaatine..."

Aşure ayındayız. Adem'in tevbesinin kabulünü, Tufan'ın son bulup Nuh Nebi'nin gemisinin karaya çıkışını, Musa'nın Firavun zulmünden ve İbrahim'in Nemrut ateşinden kurtuluşunu, Süleyman'ın tevbesi ve Eyyüb'ün şifa buluşunu harmanlayan günde... Ne ki bunca sevince karşılık ciğer yakan bir gün de... Bayramdan ziyade matem gününde... Süslenmeyi, gülmeyi, sevinmeyi bertaraf edip oruç tuttuğumuz günlerde... Ve içine on hububat katarak pişirdiğimiz aşure ile orucumuzu açtığımız onuncu günde...

Aşure deyince akla Kerbela gelir, susuzluk gelir. Altı aylık bebek dahil 73 canın, gürül gürül akmakta olan Fırat'a baka baka meleyen kuzular misali susuz bırakılması gelir. Zulüm ve acımasızlık gelir, ondört asırdır onların haline ağlamak ve yas tutmak gelir.

Ehl-i Beyt'ten beşinci, Oniki İmam'dan üçüncü ve iki kutlu güzelden biriydi o. Sadefinde bir inci, kozasında bir kelebekti. Efendiler Efendisi'nin dizinde büyüttüğü, üstüne titrediği "dünyada benim güzel kokulu fesleğenlerimdir" dediği iki ciğerparesinin küçüğü idi. Çocuklukları Hz. Peygamber'e neşe ve sevinç kaynağı olmuştu.

"Kenzü'l-Garaib" adlı kitapta yazar ki ashaptan biri, avda bir ceylan yavrusu yakalamış Hz. Peygamber'e hediye etmişti. O da ahuyu Hasan'a verdi. Hüseyin bunu duyunca çocukluk heyecanıyla, "Dedeciğim! Bana da bir ahu ver!" diye ağlamaya başladı. Hz. Peygamber ne cevap vereceğini düşünürken çölden bir ceylanın, yavrusunu önüne katmış hızla gelmekte olduğunu gördü. Huzura varınca da ceylan dile gelmişti: "- Ya Rasulallah!. Allah bana kereminden iki yavru bağışladı. Lakin birisini avcı yakaladı ve benden ayırdı. Ciğerimin yangınıyla elimde kalanı emzirirken kulağıma bir ses erişti ki; 'A ceylan, diyordu, üzülme ki bir yavrun Hasan'a hediye edildi, diğerini de sen Hüseyin'e ver ki gönlündeki kederin tamamen silinsin!' İşte yavrum ya Rasulallah, bununla Hüseyin'i sevindir ki ben de sevineyim!"

"Mesâhibü'l-Kulûb" adlı kitap da der ki; Hz. Hüseyin, Kerbela sahrasında susuzluğunu gidermek için yarım bir elmayı ısırırdı. O elma, bir nar ve bir ayva ile birlikte Cebrail tarafından getirilip Kâinatın Efendisi Muhammed Mustafa'ya sunulmuş, o da Hüseyin ile Hasan'a "- "Yavrularım, bu meyveleri anne ve babanıza götürün ve birlikte yiyin. Fakat her birerinden birer parça ayırın!" buyurmuştu. Onlar denileni yaptılar ve birazını yedikçe meyveler hiç eksilmedi. Ta ki Fatıma dünyadan göçtü, nar kayboldu. Hz. Ali'nin vefatında ise ayva kayboldu. Hasan'dan sonra da elma Hüseyin'de kalmıştı. Şehid edildiği gün o da kayboldu. Bugün Hz. Hüseyin'in mezarını ziyaret edenlerin oradan bir elma kokusu duymaları bundanmış.

Yıllar çabuk aktı. Çocuklar büyüdü. İslamiyet bir devlete döndü, dünya medeniyetle tanıştı. Ne ki yıllar gerçekten çabuk akıyordu, halifeler ardı ardına göçtüler. Muaviye ile Hüseyin arasında hilafet bir dünyevi meseleye döndü. Sonunda Hüseyin, Kerbela'nın kızgın kumlarına belenerek yanında bulunan kadın ihtiyar, çocuk bebek herkesle birlikte acımasızca şehit edildi. Orada bir trajedi yaşandı, Ehl-i Beyt'e kast edildi. Oklar uçuştu, hançerler fırlatıldı, kılıçlar sallandı ve yürekler yakan, tahammülleri aşan bir acı yaşandı. Sanki sonsuz bir tufan içinde son hayat gemisi paramparça ediliyordu. Güneş o gün utancından kıpkırmızı kesildi, susuzluğa yandı ha yandı. Masumların bedenleri bir bir yıkıldı yere ve en son Hz. Hüseyin kaldı. Yetmiş iki yerinden yaralanmış, nihayet müminlere yetmiş üçüncü gönül yarası olarak can vermişti. Cebrail, dedesine haberi "Hüseyin, Kerbela sahrasında atından düşürüldü!" diye anlattı.

Kerbela'da şehit olanlar gerçekten şehit oldular, şahit oldular. Onlar o gün Kerbela'da, hakikat adına, hak adına, mevki ve makama dair esirlik bağlarını kopardılar, dünya ve masivaya ait zincirlerini kırdılar. Seher-i hilafete uyanmak yerine tam da bu günlere mümasil şeb-i arusa girdiler.

İmdi ey kardeşler, bizim, onlara kuru göz yaşı akıtmaktansa yiğitliklerine gıpta ederek kendimize çeki düzen vermemiz; susuzluklarına yanmak yerine devlet sarayına uçup gittiklerini düşünüp ibret almamız da gerekmez mi? Onların şu anda Sultanlar Sultanı'nın huzurunda, saraylar sarayında güzelliklerden güzellikler içinde olduklarından şüphemiz mi var yoksa!?

Ve ey kardeşler! Gelin bu gün Hüseyin'e yas tutalım. İlla ki gelin kendimize de yas tutalım. Gaflet uykusundan açalım gözlerimizi ve akıtacak damlalarımız varsa, kendi halimize ağlayalım. Viraneye çevirdiğimiz gönlümüze, harap ettiğimiz gönüllere, duruluğunu bulandırdığımız sulara, güzelliğini bozduğumuz tabiatlara, masumiyetinden çıkardığımız ruhlara, yaktığımız canlara, zindana çevirdiğimiz dünyaya, bozduğumuz barışa ağlayalım!.. Sünni'den ve Alevi'den, kim bu gün kendine eziyet etmek, elbise yırtmak istiyorsa artık nefsine eziyet etsin, kendi nefis elbisesini yırtsın!.. Sekâhum ya Hüseyn!..
*
737 yıl evvel vuslata yürüyen Mevlânâ'dan:
"Aziz dost!.. Kulak tut sözüme! Dinle beni.. aklın tutsağıdır duygu, akıl da ruhun...
Duru bir ırmağı andırır ruh, tertemiz bir ırmağı... Maddî düşünceler ve nefse ilişkin arzular da ırmağın üzerini kaplamış bir avuç çerçöp...
Eğer bir yana itiverirse aklın eli o çerçöpü, ırmak kendini gösterir, berrak ve duru...
Dünya arzuları kaplarsa suyun yüzünü eğer... Eğer hayvanî arzular baskın olursa tende... Nefis gülmeye başlar o vakit, ve akıl ağlamaya...
Aklı hakim ve duyguları mahkum olan kişidir uyanık iken de rüya gören ve kendisine göklerin kapıları açılan... (Mesnevi III, b.1824 -1829)"

İskender Pala/zaman gazetesi
Share

Bunca benler ne durur zülfünün altında didüm
Didi dil-mürgini sayd etmek içün dâne gerek

(Bunca ben niçin saçının altında diye sordum. Dedi ki: ‘Gönül kuşunu tuzağa düşürmek için tane gerek’..)

-Hilâlî-
Share

Bilsen ki her an bir zelzele. Duysan ki ne velvele.
Sen iyisi mi ellerini alıştır vedaya ve duaya...
Her derde devaya...

Ali Hakkoymaz
Share

Belli bir bozgun yaşamışız
Her şeye ölüm dadanmış sanki
Kadınlar ki anne olmamak için direniyorlar
Erkekler ki savaşmayı tümden unutmuşlar
Çocuklar zaten hiç çocuk olmuyorlar...

Erdem Beyazıt
Share

Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş / Bir beyaz titreyiş, bir dumanlı uçuş,
Eşini gaib eyleyen bir kuş gibi kar / Eşini kaybeden bir kuş gibi kar
Gibi kar
Geçen eyyâm-ı nevbaharı arar / Geçen ilkbahar günlerini arar
Ey kulûbün sürûd-i şeydâsu / Ey kalplerin divane şarkısı
Ey kebûterlerin neşideleri / Ey güvercinlerin şiirleri
O baharın bu işte ferdâsı / O baharın bu işte yarını
Kapladı bir derin sükûta yeri / Kapladı bir derin sessizliğe yeri
Karlar
Ki hamûşâne dem-be-dem ağlar / Ki sessizce arasıra ağlar
Ey uçarken düşüp ölen kelebek / Ey uçarken düşüp ölen kelebek
Bir beyaz rîşe-i cenâh-ı melek / Bir melek kanadının beyaz püskülü
Gibi kar
Seni solgun hadîkalarda arar / Seni solgun bahçelerde arar
Sen açarken çiçekler üstünde / Sen açarken çiçekler üstünde
Ufacık bir çiçekli yelpâze / Ufacık bir çiçekli yelpâze
Nâ'şun üstünde şimdi ey mürde / Cansız bedenin üstünde şimdi ey ölü
Başladı parça parça pervâze / Başladı parça parça altın kırıntıları
Karlar
Ki semâdan düşer düşer ağlar! / Ki gökyüzünden düşer düşer ağlar!
Uçtunuz gittiniz siz ey kuşlar; / Uçtunuz gittiniz siz ey kuşlar ;
Küçücük, ser-sefîd baykuşlar / Küçücük, beyaz başlı baykuşlar
Gibi kar
Sizi dallarda, lânelerde arar. / Sizi dallarda, yuvalarda arar.
Gittiniz, gittiniz siz ey mürgân, / Gittiniz, gittiniz siz ey kuşlar,
Şimdi boş kaldı serteser yuvalar; / Şimdi boş kaldı baştan başa yuvalar ;
Yuvalarda -yetîm-i bî-efgân! - / Yuvalarda -feryat etmeyen yetîm-
Son kalan mâi tüyleri kovalar / Son kalan mavi tüyleri kovalar
Karlar
Ki havada uçar uçar ağlar. / Ki havada uçar uçar ağlar.
Destinde ey semâ-yı şitâ tûde tûdedir / Ey kış göğü, elinde yığın yığındır
Berk-i semen, cenâh-ı kebûter, sehâb-ı ter... / Yasemin yaprağı, güvercin kanadı, ıslak bulut...
Dök ey semâ -revân-ı tabiat gunûdedir- / Dök ey gökyüzü -doğanın canlılığı uykudadır-
Hâk-i siyâhın üstüne sâfî şükûfeler! / Siyah toprağın üstüne katışıksız çiçekler!
Her şahsâr şimdi -ne yaprak, ne bir çiçek! - / Her ağaçlık yer şimdi -ne yaprak, ne bir çiçek! -
Bir tûde-i zılâl ü siyeh-reng ü nâ-ümid... / Bir gölge yığını ve siyah renkli ve ümitsiz...
Ey dest-i âsmân-ı şitâ, durma, durma, çek. / Ey kış göğünün eli, durma, durma, çek.
Her şâhsârın üstüne bir sütre-i sefîd! / Her ağaçlığın üstüne bir beyaz örtü!
Göklerden emeller gibi rizan oluyor kar / Göklerden emeller gibi dökülüyor kar
Her sûda hayâlim gibi pûyân oluyor kar / Her mutlu hayalim gibi koşarak düşüyor kar
Bir bâd-ı hamûşun Per-i sâfında uyuklar / Sessiz bir rüzgar tüylü bir kanatta uyuklar
Tarzında durur bir aralık sonra uçarlar, / Yolunda durur bir aralık sonra uçarlar,

Soldan sağa, sağdan sola lerzân ü girîzân, / Soldan sağa, sağdan sola titreyerek ve kaçışarak
Gâh uçmada tüyler gibi, gâh olmada rîzân / Bazen uçmada tüyler gibi, bazen dökülmede
Karlar, bütün elhânı mezâmîr-i sükûtun, / Karlar, sessizliğin dualarının bütün nağmeleri
Karlar, bütün ezhârı riyâz-ı melekûtun. / Karlar, ruhların bahçelerinin çiçekleri
Dök kâk-i siyâh üstüne, ey dest-i semâ dök. / Dök siyah toprak üstüne, ey göğün eli dök.
Ey dest-i semâ, dest-i kerem, dest-i şitâ dök: / Ey göğün eli, izzetin eli, kışın eli, dök :
Ezhâr-ı bahârın yerine berf-i sefîdi; / Bahar çiçekleri yerine beyaz kar
Elhân-ı tuyûrun yerine samt-ı ümîdi. / Kuşların nağmeleri yerine ümidin suskunluğunu.

Cenab Şahabettin
Share

Acı, hassasiyetini kabuklaştırıyor insanın.
Ölmek galiba bu.
Ayrılığa alışmış gibiyim.
Tevekkül, teslimiyet.
Ve heyecanların gün geçtikçe kararan pırıltısı...
Alışkanlıkların insanı pestile çeviren çarkı.
Artık yanarak değil, tüterek yaşıyorum.
Nemli bir tomar gibi.
Kanatlarım her gün bir parça daha ağırlaşıyor.
Galiba ihtiyarlıyorum....

Cemil Meriç
Share

Yarla hoş geçinen kimse, yarsız kalmaz...
Müşterisi ile uzlaşan tüccar, müflis kalmaz...
Ay, geceden ürkmediği, karanlığından kaçmadığı içindir ki nurlandı...
Gül,o güzel kokuyu, dikenle hoş geçinmekle kazandı...

Mevlana

Manevî kazançların ziyâde olduğu bir Cuma diliyorum...
Share

Bir türkümüz şöyle başlıyor veya devam ediyor: “Ben ahlakın beğendim / Cemalinde gözüm yok.” İşte bu anlayıştan, doksan-altmış-doksan’a nasıl gelindi? Bunu gerçekten tartışmamız gerekiyor.
Bunu tartışırken, kim olduğumuzu ve nerede durduğumuzu da iyi bilmeliyiz.
Mesela birçok insan, büyük bir karamsarlık içinde, “artık devir değişti” diyor. Bu sözü her duyuşumda, Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’ini karıştırma ihtiyacı hissediyorum. Bu kitap 1069 yılında yazılmış.

İşte, kitabın yazarı, hükümdarı kâtip konusunda şöyle uyarıyor:
“Kâtip haris olursa, bilgisini kötüye kullanır; tamah ederek yazar ve yazıyı tahrif eder.”
Bugün buna “evrakta sahtecilik” diyoruz.
“Altın ve gümüş görünce, ona aldanır; efendisinin başını yer yahut kendi başını yer.”
Bugün buna “zimmete para geçirme” diyoruz.
Gördüğünüz gibi, bazı alet ve edevatın dışında, değişen hiçbir şey yok.

Evet, değişen fazla bir şey yok.
Üzülmek, hâlâ hepimizin baba mesleği…
Köylüler hâlâ resmi belgelerden korkuyor.
Mehmet, hâlâ en çok tercih edilen erkek ismi…
Ayşe de öyle.
Kuran Kursu’na giden çocukların sayısı gitmeyenlerden çok daha fazla…
Bayram sabahları, hâlâ en güzel sabahlarımız…
Dini geceler de öyle.

Yurtdışı deyince, aklımıza hâlâ Batı geliyor. (Balkan coğrafyası hariç…)
Mesela Ayhan Demir arkadaşımız, kısa aralıklarla Fransa, Almanya, Bosna ve Üsküp’e gitti. Fransa ve Almanya’ya giderken “ağabey, yurtdışına çıkıyorum, hakkını helal et” dedi. Bosna ve Üsküp’e giderken ise, bir alt sokağa gidiyormuş gibi rahattı.
“Geçen gün Şam’daydım” diyen ne kadar çok arkadaşım var!
Allah’a şükür ki, buralar bizim için hiçbir zaman yurtdışı olmamıştır.

Birkaç küçük değişiklik de yok değil, var.
Sözgelimi “el sanatları” deyince dedemin aklına Osmanlı tokadı geliyordu. Benim aklıma ise şimşir kaşık, boncuktan kuş falan geliyor.
Ya da İstanbul’daki ev sayısı, evli sayısından daha fazla…
Peki, bütün bunları niçin sıralıyoruz?
Kaybettiğimizi, elimizden kaçırdığımızı düşündüğümüz şey, aslında o kadar uzağımızda değil. Yani, fazla uzağa kaçmış/gitmiş olamaz!
Yapmamız gereken şey, yapmakta olduğumuz bazı şeyleri yapmamaktır.

İbrahim Tenekeci
Share

Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
Aşk celladından ne çıkar madem ki yâr vardır
Yoktan da vardan da öte bir Var vardır
Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
Senden umut kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır

Sevgili
En sevgili
Ey sevgili

Sezai Karakoç
Share

Âşık öldürmek tutalım muktezâ-yı hüsn imiş
Tîğ-ı hicrân ile katl etmek kimin fermanıdır

(Diyelim ki âşık öldürmek, güzelin güzellik hakkıdır. Peki de, âşıkı ayrılık denen kılıca mahkûm ederek canını almak, kimin fermanıdır?)

Ahmet Paşa
Share

Yâ Nakkaş!
Biraz gez, dünyanın hiç kimsenin olmadığını anlarsın. Nereye kök salsan bir başkalık bir yabancılık taşıdığını. Nereye adım atsan sona kaldığını. O zaman anlarsın Adem'den bu yana bu yer'li olmadığını. O ilk adımın hatırası yerli yerinde bu kadar taze dururken neyi neresinden kurcalasan arkasından bir iğretilik bir sonradanlık çıkacağını. Mülkün Gerçek Sahibi bu kadar zahirken, toprak üzerindeki kimsenin kimseye öncelik hakkı bulunmadığını, sadece bazılarının biraz erken geldiğini bazılarınınsa biraz geç kaldığını.

Nazan Bekiroğlu/Yol Hali


Share

Yapraksız kaldın diye gövdeni kestirme.
Zira bu işin baharı var.

Muhammed İkbal
Share

Kimileri düşer yalnızlığa,
Kimileri yükselir.
Düşenler için ufuk yoktur artık;
Bütün renkler beyazdır,
Sesler birdir
Ve yarın belki’dir,
Dün şüphelidir,
Bugün nerededir?
Üstelik, sular kaskatıdır,
Yönler düğümlenmiştir.
Ve aynadır her şey;
Tozludur anılarla,
Kat kat kirdir.
Düşenler için yalnızlık,
Durup dinlenmeden kan susuz bir nehirdir.
Yükselenlere eşsiz bir ülkedir yalnızlık;
Orada içlerini kazarlar sürekli,
Derialtı şehirlerine inerler
Ve kendileriyle tanışırlar her gün,
Her saat, her dakika, her an…
Sonra, kendileriyle
Kendilerinde başlayan insanlığın arasına otururlar…
Hepsi düştükleri yalnızlıktan gelmiştir
Yükseldikleri yalnızlığa...

Hasan Ali Toptaş
Share

Çamura bulanmayanın arınmak için çabalamasının ne anlamı olabilir ki?!
Unutma ki kirlenmemek kirden münezzeh olanlara, arınmak ise yazgısı kirlenmek olanlara özgüdür.
Demek ki sen kirlenmemekle değil, arınmakla mükellefsin!

Dücane Cündioğlu

Rabbim arınanlardan eylesin inşaAllah...
Share

Ah herşey burada kalıyor demek
Bu içimizi ısıtan güneş
Özenle kurduğumuz evler
Aşk için büyüdüğümüz günler
Yorgunluklarımız
O aziz acılarımız savaşlar
Demek hepsi
Burada kalıyor öyle mi?

Boşuna yorulduk desene
Özgür bir yürek olmaktı en güzeli...

Mevlana İdris Zengin
Share