"düşün, düşün ki düşün gelişsin"

Hep hikmetli konuşan Lokman Hekim’in derisi siyah, dudakları da kalınmış. Değerli sözlerini duyarak hayranı olan biri bir gün bakmış ki hayalinde büyüttüğü Lokman, siyah yüzlü, kalın dudaklı biri. Şaşkınlıkla yüzüne bakarken Lokman Hekim, adamın içinden geçenleri sezmiş olacak ki, şöyle çıkışmış:– Birader, neden öyle şaşkın bakıyorsun? Boyayı mı beğenemedin, yoksa boyacıyı mı?Sonra da ilave etmiş.– Bak, demiş, benim ne yüzümün siyahlığında, ne de dudaklarımın kalınlığında bir tesirim vardır. Onları Yaratan öyle yaratmış, öylesine uygun görmüş. Benim tercihim değil…
Share

Bir zamanlar birisi Allah’tan bir çiçek ve bir kelebek diledi.
Fakat Allah bunların yerine ona bir kaktüs ve bir tırtıl verdi.
Adam üzgündü… Neden dileği yanlış anlaşılmıştı, bir anlam veremiyordu.
Sonra şöyle düşündü:
Allah’ın ilgilenmesi gereken o kadar çok insan var ki...
Ve sorgulamamaya karar verdi.
Bir zaman sonra adam bıraktığı dileğinin peşinden gitti.
Ne durumda olduğunu merak etti. Fakat gördüklerine inanamadı.
Dikenli ve çirkin kaktüsten çok güzel bir çiçek ortaya çıkmıştı.
Ve göz zevkini bozan tırtıl güzel bir kelebeğe dönüşmüştü.
Allah ne yaptığını bilir. O’nun yolu her zaman en doğrusudur.
Bize tamamen yanlış görünse bile.
Eğer Allah’tan birşey isterseniz ve size O başka bir şey verirse güvenin.
O’nun sizin her zaman ihtiyaç duyduğunuz şeyi uygun zamanda vereceğine emin olabilirsiniz.
İstekleriniz… Her zaman ihtiyacınız olan şeyler değildir.
Allah dileklerinizi her zaman yerine getirir.
O yüzden kuşkulanmadan ve şikayet etmeden O’na inanmaya devam edin.
Bugünün dikeni, yarının çiçeğidir.
Allah seçimi O’na bırakanlara en iyisini verir…
Mevlâm görelim neyler, neylerse güzel eyler…
Share

Image Hosted by ImageShack.us
Bir tırtıl misalidir yaşadığımız hayat..Çok kısadır aslında ömür denen şey.Kelebek misali doğar,Yaşar ve ölürüz..Kendi kozamızı öreriz hayat boyu.
Ya yakıp kendimizi,İpek oluruz tezgahlara ve hünerli ellere,Ya da öyle mükemmel işleriz ki kendimizi, Kelebek oluruz sanatkârımıza..
Hüsnü Avcı

Share

Asr-ı saadetteki muhteşem hadiselerden duygulanan bir genç:
-"Keşke Peygamberimiz'in (sav) devesi olsaydım" deyince,
Ali Suad atılmış:
- Ümmeti olman yetmiyor mu?
Share

Bilgi zenginlikten üstündür.
Çünkü zenginliği sen korursun, bilgi ise seni korur…
Hz. Ali
Share
Share

Gül'ü eşsiz kılan biraz da dikeni değil mi ?
"abherî"
Share

Ey Genişleten, zamanları genişletiver, ne olur bizim için…
Her şey hızla akarken etrafımızdan; nehirler, yıldızlar, kadınlar ve şehirler…
sonra büyük ve haşmetli olaylar ve eşya seli içinden kayıp giderken çaresizce…
Bırakma ne olur, Ey Bırakmayan…
Biz buraya kendimiz gelmedik.

Ey bizi dünya denen bu gurbete Salan…
Dönüşümüz Sana’dır. Dönmeden önce, Sana dönmeyi ver bize.
Seni kaybetmiş olan bahtsız kişi, kimi ve neyi bulmuştur?
Ve Sen’i bulan, başka neyi kaybedebilir ki dünyada?
Bu saman çöpüne bir yol çiz ne olur.

Çok karanlık. Çok ıssız. Ve çok yol bilmezim.
Bir yol, bir yol, ne olur bir yol ver. Aydınlat lütfen,
Ey Nur’un Kendisi…Nur’un Sahibi.
Korkuyorum, ışıkları söndürenlere inat, içimde bir ışık aç ne olur…
Ey Açan, Ey Genişleten, Ey Ulaştıran…
Ey Sahibimiz, Ey Kimsesizlerin Kimsesi…

Ey Gariplerin Yoldaşı…Kapındayız işte, açmaz mısın?
Bütün kapılar Sen’i hatırlatır bizlere.
Aklını kapılara takmış şu gafil bizlere, kapılardan ve diğer bütün vesilelerden de geçmeyi ver ne olur…
Ey Geçiren, Ey İyileştiren, Ey Teskin Eden…
Önünde ağladığımız kapıları, aşmayı ver bize ne olur.
Sebeplerin önünde boşa ağlatma bizi.

Sebeplere sarılmayı, sebeplere kızmayı, sebeplerden ummayı, atlattır bizlere..
Atlamak istiyoruz bütün sebep perdelerini. Yükselt bizi Ey Yükselten…
Yükselt ki, perdeler daha fazla takılmasın bedenlerimize.

Sebepler, acı veren ısırgan otları gibi dağlarken yüreklerimizi…
Bizi sebeplere deli divane etme ne olur…
Mülkün Sahibi’ne, sebep mani olur mu?
Kaldır sebepten isteme adetimizi ne olur…
Biz sebepten değil, Sen’den istiyoruz, Sen’den umuyoruz ve ağlamalarımız ancak Sana’dır…
Ey Kaldıran, Ey Yol Açan, Ey Gördüren…
Yardım et ne olur…
Ey Ayrılıkların Yaratıcısı…

Ey Gayur…
Ey Yüreklerin Ekber Padişahı…
Ey kullarının kalbinde tek başına taht Kuran…
Ey kalplerimizdeki tüm fani sevgilileri yere çalan büyük Mani…
Ey hem aşkı var edip hem de Leyla’yı Mecnun’a yar etmeyen Baki…
Ey Arşlara ve yedi göklere sığmayıp da, kulunun kalbine Yer Edinen…
Çölümüzü kolaylaştır. Issızlığımızı ancak, Allah (c.c)’lığınla avuturuz,
Ey Allah (c.c),
Ey Rab,
Ey Kerim Zat…
Biz çok zayıfız. Ve yaralarımız çok acıyor.Biz çok kaybettik.Biz çok mağlubuz.Rahmet et lütfen.Her yanımız, en çok da kalbimiz acıyor.Ruhumuz üşüyor. Şaşkınız.Ey Şifa Veren, Ey Tabip…Bize bir ilaç, bize bir şifa, bize bir imdat ver ne olur…
Ey Hidayet Veren…

Bize hediye et ne olur; iman neşesi, tevhid bilinci, İslâm süruru nasip et ne olur.Kuşlara kanat verip uçuran, denizlere haşmet verip dalgalandıran…
Nasiplerin Dağıtıcısı…
Bizi de seç ne olur…
Bizi de affet…
Sibel Eraslan
Share

Özür dilemek ve teşekkür etmek cesaret işidir !
"abherî"
Share

Aşık olmak için bir Yusuf arama. Sen "aşk"ı ara Allah sana Yusuf'u gönderir...

S.D.
Share

Ben ki, toz kanatli bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,
Bir zerrecigim ki, Arş'a gebeyim,
Dev sancılarımın budur kaynağı!
NFK
Share

Yaşlı kadın çok dindar biriymiş;
her gün evinin önüne çıkar,
'' Allah'ım, gönderdiğin nimetler için Sana şükürler olsun ''
diye dua edermiş.
Ancak bu kadıncağızın inançsız bir komşusu varmış.
Kadın sürekli ''Tanrı yok, Tanrı yok, boşuna böyle diyorsun diye alay edermiş.
Bir gün aklınca dindar kadıncağıza bir ders vermeye yeltenmiş.
Markete gidip enva-ı çeşit gıda maddesi,
yiyecek ve tatlılardan alıp
kocaman bir çuval içinde sabah erkenden kadının evinin önüne bırakmış.
Kadın kapısında ki çuvalı görünce sevinmiş ve her zaman olduğu gibi,
'' Allah'ım, gönderdiğin nimetler için Sana şükürler olsun ''
demiş. Tam o anda inançsız komşusu gizlendiği ağacın arkasından çıkıp,
''Tanrı yok, Tanrı yok, o yiyecekleri sana ben aldım''
deyince yaşlı kadın istifini bozmadan devam etmiş:
'' Yüce Allah'ım, Sana ne kadar şükretsem azdır,
hem yiyecek göndermişsin, hem de parasını şeytana ödetmişsin.
Taşıtması da çabası!..''
Share
Elif olmak zordur
Çünkü elif olmak
Yuvarlak bir dünyada dik durmanın
Dik ve en önde
Belki acıyla
Ama vazgeçmeden durmanın
Dünya ne kadar dönerse dönsün
Olduğu yerde kalmanın adıdır elif olmak...
Zordur elif olmak
Elif olmak hep vurulmaktır
Elif olmak yalnızca elif olmaktır....
Elif demeden hiçbir şey denilemez
Ben elif dedim
Artık herşeyi söyleyebilirim.
Mevlana
Share

Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş.
Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış.
Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş
ve neredeyse kavak ağacıyla aynı boya gelmiş.
Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:
_ " Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?"
_ " On yılda " demiş kavak.
" On yılda mı? " diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.
" Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak! "
_ " Doğru " demiş ağaç, "Doğru."
Günler günleri kovalamış ve
sonbaharın ilk rüzgarları başladığında
kabak önce üşümeye sora yapraklarını düşürmeye,
soğuklar attıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış.
Sormuş endişeyle kavağa:
_ "Neler oluyor bana ağaç?"
_ " Ölüyorsun." demiş kavak.
_ " Niçin?"
_ " Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için."
alıntı
Share

Aşk...Aşk Yusuf'un Kenanında saklıdır.
Yusuf'un kuyusuna inmeden... çözemezsin...
Aşk denen şeyi...Yusuf'un kuyusuna saklanmıştır Aşk...
Yakub'un gözlerine bakmadan...göremezsin...Aşk denen şeyi...
Yakub'un gözlerine saklanmıştır Aşk...İnlemeden anlayamazsın yakub gibi...
Aşkın ne olduğunu...Malum bir meçhule sarılmaktır Aşk...
Sıkı sıkıya sarılmak...Uçurumdan düşen insanın sarıldığı bir dal parçası gibi belki de...
O dalı bırakmaktır bazen...
Uçurumun dibinde bekleyen Maşuğa kavuşmak için...
Baktığın her yerde Maşuğu görmek...
Duyduğun her seste O'nu dinlemek...
Söylediğin her şeyi O'nun için yapmaktır Aşk...
Her yönde O'nu görmek...Her yönde O'na gitmek...
O'nun için gülmek...O'nun için ağlamak...Yemek...İçmek...Uyumak...
Yakub kadar yakın olmak özlediğine...
Bir o kadar da uzakta bulunmaktır sevdiğine...
İstese dünyaları yıkacak imkana sahip olmak...
Ellerini uzatsan tutacak kudrete sahip olmak...
Nazı geçen olmak...Ama ellerini uzatmamanın sırrıdır Aşk...
Seslensen ses alacak makama sahip olmak...
Ama hamuş(sus-pus)olup beklemenin adıdır...Sırrıdır Aşk...
bazen bulmak Yusufunu...
Bazense kaybolmak beraberce Kenan ilinde...
alıntı
Share
Bir kaç kadeh daha şiir içip, körkütük şair olsam
Hangi nakarata sığar ki sevdan
Gözlerinin dibindeki uzaklardayken
Nasıl anlatabilirim ki yüreğimdeki gökyüzünü..
Korkmaz Bıçkın
Share

Her konuşanı insan(!) sanma, unutma ki papağanda konuşur...
"abherî"
Share

Necip Fazıl Kısakürek vapurla Karaköy’e geçerken,
yanına biri yaklaşıp;
- “Üstad, Peygambere ne diye gerek duyuldu?
Biz kendi yolumuzu bulabilirdik.” diye sorunca
Necip Fazıl, okuduğu kitaptan başını kaldırmadan;
- “Ne diye vapura bindin yüzerek geçsene karşıya” cevabını vermiş.
Share

Ey âşık!
Kalbini ismine dürten, seni ordularının başına geçirdi bütün duygularının.
Vakit yine geceydi, nehârı olmuyordu âşığın.
Borandı, kardı, acıydı...
Harften de öncesini bilen vardı...
Ey âşık !
Açık söyle bana !
Yarama merhem "Yâr İli" değil miymiş?
"Âh köyü"nde oturan derviş, ‘ille de Yâr'deyip uzaklara kayıvermiş...
Gidiş, o gidiş...
-alıntı-
Share

Cam


Bir sohbet sırasında, Ârif Nihat Asya' ya:
-Eğilir, bükülür, katlanır ve istenilen şekle kolayca sokulur bir cam keşfedilmiş derler.
Ârif Nihat Asya şöyle cevap verir:
-Desenize, eninde sonunda camı da kendimize benzettik!
Share

Ağlarda seyahat eden bilge bir kadın, bir dere kenarında değerli bir taş bulmuştu.
Ertesi gün kadın başka bir gezginle karşılaştı.
Adamın karnı çok açtı. Bilge kadından yiyecek birşeyler istedi.
Kadın ona birşeyler vermek için çantasını açtığında değerli taşı gören adam, kadından onu da kendisine vermesini rica etti.
Tereddütsüz:
“Olur” dedi kadın.
Aç gezgin, talihin nihayet kendisine yaver gittiğini düşünerek,

sevinç içinde ayrıldı oradan.
Ancak, birkaç gün sonra o civarlara geri geldi ve bilge kadını bularak, taşı kendisine iade etti.
“Bana verdiğin taşın ne kadar değerli olduğunun farkındayım” dedi adam.

“Ama düşündüm ki, sende bu taştan daha değerli birşey var.
Bu mücevheri verebilmeni mümkün kılan şeyi bana verir misin?”
İsmail Örgen
Share
Anlatırlar ki, kendince kavminin önde gelenlerinden, dindarlığı herkes tarafından bilinip itibar gören biri kırlara gezmeye çıkmış.
Allah'ın yarattıklarını ibret nazarıyla seyre koyulmuştu.
Sonra kalktı. iki rekat şükür namazı kılmak üzere tekbir aldı.
Olacak bu ya, o sırada Mecnun da kırlarda dolaşıyordu ve tesadüfen bu adamın önüne doğru geçip bilmeden orada oyalanmaya başladı...
Adam selam verdikten sonra Mecnun'a seslendi:
- Bre çekil önümden, burada namaz kılıyorum.
O vakit Mecnun hayretler içinde şöyle sordu:
-A efendi sen bu namazı niçin kılarsın?
Adam şaşırmıştı.
Delinin aklına hayret etti ve işin sonunu getirmek istedi.
-Neden sordun ki?
-Allah aşkıyla ve onun için kılıyor musun diye?
-Evet Allah aşkıyla ve O'nun rızası için klıyorum!..
Mecnun önce güldü, sonra dudağını büzüp kederlendi:
-Kendini yokla beyim, içini yokla...
Ben Leyla'nın aşkına düştüm düşeli şunca yıldır ondan başkasını görmüyorum da sen Allah aşkıyla namaz kılarken beni nasıl görüyorsun?
Share

Ey uyku bu ne hasretlik ?
Ey rüzgar bu ne öfke ?
Hatalarım mı bu düşmanlığın sebebi ?
Günahlarım mı seni böyle hiddetlendiren ?
Ya Rabbi beni bana bırakma
Ya Rabbi beni sana lâyık kul eyle
Eyle ki uykum ile aram düzelsin
Eyle ki bu fırtına dinsin
Eyle ki naciz yüreğim huzura ersin...
"ünsüz düşünür"
Share

Özüm özünü sevdi
Gözüm teni görmedi
İçtim aşk şarabını
Dudak kadehe değmedi
İ. Acarkan
Share

Ekonomik kriz hisleri de vurdu,
duygu fakirliği ve sevgi açlığı yüzünden sanal ortam yağmalanıyor.
"abherî"
Share
Başım dedi: Dinlen; gönlüm dedi: Koş!
Başım dedi: Durul; gönlüm dedi: Coş!
Başım yüreksizdi, gönlüm başıboş;
Varlığım arada oynadı gitti...

Başımla gönlüm edemedim eş;
Biri yüz yaşında, biri yirmi beş.
En sonunda sardı saçağı ateş;
Varlığım arada kaynadı gitti...

Celal Sahir Erozan
Share
Hem-demim sâyem durur akşam olıcak âh ile
Okumazsam mum ile ol dahi gelmez yanıma
-Zâtî-
Share

Yüreğini siper et. Güvenlik içerisinde olursun.
“Yoruldum” deme sakın.
Göğsüne yüreğinden başka muska takanlar yorulurlar.
Göğüs kafesin acıdan bir mengene gibi yüreğini sıktığında, aşk var mı, ona bak.
Varsa eğer, aldırma, dağlar gibi gelsin. Çünkü aşk, acıyı hayata dönüştüren bir iksirdir.
Acıya aşık olanların “Ey tabib elden gelirse yâremi gel elleme… Yar elinden gelmedir bu yâreyi merhemleme…”

diyenlerin sırrı burada yatmaktadır.
Bu sırrı bulanlardan biri, sevdanın başöğretmeni öyle demiyor mu:

“Ben hüzünlerin Peygamberiyim.”
Aşk varsa eğer, sen değil dağlar sallansın.
Acıyı aşkla bal eylemeye bak. Sür merhem diye yürek yaralarına, hayalinin ve umudunun kırık yerlerine, içinin Karacaahmed’e dönmüş bölgelerine.
Aldırma hainlere, ihanetlere. Onlar acıyı aşka dönüştürmemiş zavallılardır.

Onlar, muhteşem acılara pespaye sevinçleri tercih eden aşk sefilleridir.
Unutma, bin sevincin vermediğini bir acı verir.

Acını, aşkın santralinde bitimsiz bir enerjiye dönüştürmeye bak.
Hatırla ki yürek nükleer güç merkezidir.
Seven ve inanan bir yürekle hiçbir atom santrali boy ölçüşemez.
Bil ki, umuttan söz ettiğin her dem aşktan söz ediyorsunuzdur.

Çünkü umut aşkın çocuğudur. Aşksız umut, plastik bebekler gibidir; oynar, eskitir ve atarsın.
“Umudum tükendi” deme, doğrusunu itiraf et, aşkının tükendiğini…
Sahi, aşk tükenir mi? Evet, eğer ölümlüden, ölümlüye ve ölümlü adına ise tükenir.
O, aşk suretinde görünen tutkudur.

Tutku tutuklar, aşk azad eder. Bir duygunun aşk mı tutku mu olduğunu anlamak istersen, rengine bak.
Rengine bak, kara sevda mı, ak sevda mı?
Sevdanın karası köleleştirir, akı özgür kılar. Özgür kılan aşka muhabbet denir.
Muhabbet, yüreğe düşmüş bir tohumdur; “her başka yüz dane veren yedi başak” gibi, yediverendir o.
Muhabbet insanın harcadıkça çoğalan tek sermayesidir.

Herşey harcadıkça tükenir, muhabbet asla. Muhabbet müebbeddir.
Üzerine üzerine gelen karanlığın kara yüzlü,

kara vicdanlı, kara güçlerini, aşkın siperine sığınarak püskürtebilirsiniz.
Onlar kaybettiler, onlar nefretin eli kanlı temsilcileri…
Sen kazandın, çünkü sen aşkın cephesinde yer aldın, aşkın ve aşkının.
Hesabını yaparken tarihi unutma, coğrafyayı unutma.

Acıyı unutma, sancıyı unutma.
Melekleri, Sakarya’yı, Nil’i, Tuna’yı, Fırat’ı, Dicle’yi unutma.
İstanbul’un, Kahire’nin, Bağdat’ın, Şam’ın, Mekke’nin çocukları olduğunu unutma.

Senin kara, sarı, beyaz kardeşlerin olduğunu, yüreğinin Asya, Afrika, Avrupa, Amerika taraflarının olduğunu unutma.
Fakat, hesabını yaparken kesinlikle şöyle başlamalısın:
“Elde var aşk”
Mustafa İslamoğlu
Share

Yavuz Bülent Bakiler, KKTC sorununun zirvede olduğu 60’ların sonu,
70’lerin başlarında, büyük bir coşku içinde,
KKTC’de ki kardeşlerimize bir şiir yazar.
Şiir, her dizede, kafiyeyi sağlayan “daş” sesleri ile bitmektedir.
Gönüldaş, karındaş, ülküdaş, arkadaş, yoldaş, sırdaş vs.
Yavuz Bülent Bakiler, şiirini, merhum Osman Yüksel Serdengeçti’ye okutur önce.
Merhum şöyle bir inceler şiiri ve Yavuz Bülent Bakiler’e tebessüm ederek:
-Çok güzel, çok beğendim ama şiirde o kadar çok “daş” var ki,
bu “daş”ları Akdeniz’e döksek, Kıbrıs’a kadar yürürüz..
Share
Ayıtdı ol perî birgün düşüme girüben bir şeb;
Sevincimden nice yıllar geçibdür görmedim uyku!
-Zâtî-
Share
19.yüzyılın büyük İngiliz ressamlarından William Holman Hunt'un bir bahçeyi anlatan tablosu Londra Kraliyet Akademisi'nde sergileniyordu. Hunt'un "Evrenin Işığı" adını verdiği bu tabloda gece elinde fenerle bahçede duran filozof görünüşlü bir adam vardı. Adam tek eliyle bir kapıya vuruyor ve içerden sanki bir yanıt bekliyormuşcasına duruyordu.

Tabloyu inceleyen bir sanat eleştirmeni Hunnt'a döndü:
-"Güzel bir tablo doğrusu, ama anlamını bir türlü kavrayamadım" dedi.
"Adamın vurduğu kapı hiç açılmayacak mı? Ona kapı kolu çizmeyi unutmuşsunuz da."
Hunt gülümsedi.
-"Adam sıradan bir kapıya vurmuyor ki" dedi ve tablosunun anlamını açıkladı.
"Bu kapı insan kalbini simgeliyor. Ancak içerden açılabildiği için dışardan kol olması gerekmiyor."
"O kapı size içerden açılmazsa giremezsiniz."
Share

Sevgili İnsanlık,
Senin gerçek halini en son, Sevgili’yle (sav) beraber kol kola görmüşler.

Merhamet, şefkat, hoşgörü ve sevgi de yanınızdaymış.
Zaman zaman bir görünüp bir kaybolsan da o gün bu gündür hiç kimse görmemiş gerçek halini.Bir yerlerde saklanıyorsun, bunu biliyoruz.
Koluna girecek dost yürekler arıyorsun belli ki ortaya çıkmak için.
Belli ki bir hayli dargınsın bize.
Sevgili İnsanlık,
Biliyoruz ki şu yaşlı yeryüzü, senin en berrak hâlini Sevgili’nin (sav) ışığıyla gördü.Daha önceleri de görülmüştün, Yusuf (as), Musa (as), İsa (as) ve birçok sevgi dostlarıyla.Ama hiç bu kadar güzel tecelli etmemiştin dünyamızda.Hep böyle defalarca saklanmışken, defalarca belirmiştin yeryüzünde.En son saklandığında yeryüzünde bir mağarada, Sevgili’yle (sav) inmiştin dağın zirvesinden insanların arasına.İnsanlar sana muhtaçtı çünkü, insanlar sana en fazla muhtaçtı.

Ve O Sevgili’yle (sav) beraber,
milyonlarca parçaya bölünerek yerleşmiştin yüreklere.
Sevgili İnsanlık,
Biz biliyoruz ki şimdi, sen Sevgili’den (sav) önce diri diri toprağa gömülen körpe kız çocuklarının feryatlarıyla terk etmiştin insanları ve de şehirleri.

Sırtında kırbaçlar şaklayan çaresiz kölelerin iniltileriyle terk etmiştin.
Alkol kokan, hoyrat şehvet hırıltılarına kulak tıkayarak terk etmiştin.
Zalimin gürleyişleri, mazlumun inleyişleriyle terk etmiştin bizi.
Ve daha önceleri sevgili insanlık,
Yusuf’la (as) beraber kuyuya atılmış, Eyyüb’la (as) mağaraya sürülmüş, Yunus’la (as) balıklara yem edilmiştin.Ve her gidişinden sonra; gözyaşlarıyla döndün insanların arasına, bir Sevgilinin (sav) kolunda.
Sevgili İnsanlık,
İnsanlar zaten seni, Sevgili’nin (sav) gözyaşlarında gördüler önce.

Ve biz gözyaşlarıyla beslendiğini, gözyaşlarıyla büyüdüğünü biliyoruz yüreklerde.
Ve biz; bir tarafının, bir gözü yaşlıyla sürgünde olduğunu da biliyoruz, şimdilerde.
Sevgili İnsanlık,
Şimdilerde sana o kadar muhtacız ki… Hangi mağaranın içinde, hangi kuyunun dibinde, hangi denizin ortasındadır diğer yarın, bilemiyoruz?Hani çocukluğumuzda; elma dersek çıkar, armut dersek çıkmazdın orta yere.
Sevgili insanlık,
Bir çocuk masumiyetiyle çağırıyoruz şimdi seni. “Elma” diyoruz, çık artık!
Sevgili insanlık,
Akıllar senden uzaklaşmakta senin yokluğunda.

Sen biliyorsun ki; sevgi, merhamet, şefkat ve gözyaşının eşlik etmediği bir akıl, et yığınından başka bir şey değildir.Şimdi, et yığınlarının inşa ettiği çelik paletler arasında ezilmektedir merhamet.
Ve merhametin öldüğü bu dünya, kanlı bir dünya oldu.
Ve gözyaşlarından mahrum bu dünya, kurak bir çöle döndü.
Sevgili insanlık,
Gözyaşları sendedir bunu biliyoruz artık. “Elma” diyoruz, ne olur ortaya çık!
Sevgili İnsanlık,
Sen gittin; cimrilik, cehalet, kabalık, budalalık,

enâniyet, nefsâniyet, şehvâniyet boy verdi gönül vadilerinde.
Ayrık otları gibi sardılar ruhları.
Ve sevgi, bir kuş gibi uçup gitti beden kafeslerinden.
Sen gittin; dertsizler dertlileri, zenginler fakirleri, sahipliler sahipsizleri unuttu.
Sen gittin; benlikler nefislere kaptırıldı ve ruhların içi boşaldı.
Sevgili İnsanlık,
Bizler de sensizlikten düşen payımızı aldık. “Elma” diyoruz, ne olursun çık artık!
Sevgili İnsanlık,
Belki bir yetim yürekte büzülüp kaldın,

belki başı okşanası masum bir çocuğun yüreğinde.
Belki sürgün yemiş gönüllerin içine akıttığı gözyaşlarında saklısın,
belki bir kutlunun hüzünlü yüreğinde.
Yine insanların yüreğindesin, biliyoruz.
Ve seni, kavminin Yunus’u (as) araması gibi arıyoruz.
Sevgili insanlık,
Bir çocuk masumiyetiyle bir kez daha “elma” diyoruz. Ne olur, dön artık!
Arifhan Akpınar
Share
Hâb ü rahattan seninçün ayrılık bir şey değil
Ah ancak olmasa senden şu mahrumiyetim.

-Nigâr hanım-
Share