"düşün, düşün ki düşün gelişsin"
Bir Akşam Üstü Yüreğin Daralırsa;
Gözlerinden Tövbeler Taşarsa;
Avuçların Dualarla Dolarsa;
Bir Besmele Çek Gönülden

Katran Karası Geceler Seni Boğarsa;
Vücudunu Soğuk Terler Basarsa;
İçinde Ardarda Toplar Patlarsa;
Bir Besmele Çek Sessizce

Sır Verecek Bir Dost Bulamazsan;
Günahlarından Ayrılamazsan;
Boğuk Boğuk Hep Ağlarsan;
Bir Besmele Çek Yürekten
Gönül DostLarını Birgün Bulursan;
O Yüce İlahiyata Kavuşursan;
Şükr Dualarını Hep Okursan;
Bir Besmele Çek Unutmadan
Huzuru Neşeyi İslam'da Bulursan;
Başladığın Her İşte Onu Anarsan;
Kalbini Tüm İnsanlara Açarsan;
Bir Besmele Çek Her Seferinde

Nefsinle Şeytana Cihad Açarsan;
Her Hayırlı İşe Koşarsan.
Muhammed Aşkıyla Tutuşup Yanarsan;
Bir Besmele Çek Kalbten.

Gençligini Bitirip Ömrünün Sonuna Varırsan;
Ve Nefes Almaktan Yorulursan;
O Kerim Allah'ın Huzuruna Cıkarsan
Bir Besmele Çek İlk Söz Olaraktan...
Share
Eğer sevgini yüreğimizden alırsan,
biz kaybedenlerden oluruz,
ebedi azabını hak edenler arasında saf tutarız,
bize acı,
bize merhamet et ,
bizi yolu dosdoğru olanların kervanında yolcu kıl Rabb' im...
(amin)
Share

İmparatorluk dönemi şairlerinin en esprililerinden biri olan şair Haşmet'in kendine göre aptalca işler yapanların adını kaydettiği gizli bir defteri varmış. Kim ahmakça, akılsızca bir iş yapsa adını oraya işlermiş. Haşmet'in böyle bir defter tuttuğundan haberdar olan padişah (3. Mustafa) bir yolunu bulup bu defteri elde etmiş. Padişah zevk ve merakla bu defteri karıştırırken, aptalca işler yapanların listesi demek olan bu defterde kendi adına da rastlamış. Hemen şair Haşmet'in huzuruna çıkarılmasını emretmiş. Şair karşısına çıkınca vakit kaybetmeden paylamaya başlamış:

-Bu ne küstahlık! Sen nasıl oluyor da benim adımı böyle aptallar listesine kaydediyorsun?

-Efendimiz sakin olunuz, izah edeyim. Siz geçenlerde baş seyise yüklü bir para vererek cins bir Arap atı almaya gönderdiniz. O kadar parayla Arabistan'a gönderilen kimse artık geri döner mi? Bunun için sizin adınız da orada bulunuyor.

-Peki, ya baş seyis geri dönerse?

-Kolayı var efendimiz, sizin adınızı siler onunkini yazarız :)
Share

Anı ki zülf-i keşişleri eyledi gönüle
Cihanda ancılayın işi hangi serkeş eder...

(Onun zülfünün keşişlerin bu gönüle yaptığını,
dünyada hangi âsi ve imansız kimse yapar?)

-Kadı Burhaneddin-
Share
Yine akşam oldu,
Yalnızlık omuzlarıma çivisini çaktı yine,
Uzaklık aynı gerçi,
Heryerdeyken olan uzaklığın pek değişmedi,
Yine akşam oldu orda olduğu gibi,
Görebiliyorum seni burdan da,
Aynısıydı ordayken de,
Uzaklıktan korkmuyorum belki de,
Orada da aynıydı uzaklık gerçi
Donuklaşmış oldu artık bu,
Bir o kadar da hüzünlü romanlar gibi,
Galiba ben baştan kaybetmişim,
Belki de ben baştan kazanmışım, insanlık kaybetmiş...

Sezai Karakoç
Share
Gençliğine doyamadan gitti, derler…
Doymak mümkün mü ki, doyup da gitsin…
Doymak burada değil…
Burası acıkmanın yeri..

N.F.K.
Share
Yetmez mi, Hüzünler Perim yetmez mi?
Sana bir İnşirah Sûresi neşesi
Bana bir Yâsin sessizliği…

Hüsrev HATEMİ
Share

Bilgenin biri evladına iki tane yün çilesi vermiş ve
akşama kadar bunları birbirine vurmasını istemiş.
Evlat akşama kadar bunları birbirine vurmuş.
Vurdukça yünlerin içindeki toz toprak temizlenmiş,
yünler parlamış, daha da güzelleşmiş.

İkinci gün bilge kişi evladına bir yün çilesi,
bir tane de toprak çömlek vermiş ve
ayni şekilde birbirine vurdurmuş.
Yün yine güzelleşmiş,
çömlekte ise bir değişiklik olmamış.

Üçüncü gün bilge kişi evladına iki tane toprak çömlek vermiş.
Daha ilk vuruşta çömlekler parçalanınca
bilge kişi evladını çağırmış ve bundan ne ders çıkardığını sormuş.
Çocuk bir şey anlamadığını söyleyince bilge kişi anlatmış:

İlk günkü yün çileleri iki anlayışlı, mülayim insanı temsil ediyordu.
Hem birbirini kırmadılar, hem de birbirlerine çaptıkça olgunlaştılar, arındılar.

İkinci gün sert adamla anlayışlı adamı temsil ediyordu.
Sert yumuşak olana çarptıkça, yumuşak olan ortamı dengeledi, yumuşattı.
İkisi de bu işten zarar görmeden sıyrıldılar.

Üçüncü gün ise iki sert adam birbiriyle çatıştı ve ikisi de kırıldı.
Üstelik de ortalık toz toprak içinde kaldı....
Share
Ey gönül!
Anlamayanlar seni üzerler, rahatsız ederler;
hatta seni deli, divane ederler, elini ayağını bağlarlar.
Sen içi tatlı, özlü bir yemişe benzersin,
bu yüzden seni hep kırarlar…

Hz. Mevlana
Share
Allah'ım, ismet perdesini yırtan günahlarımı affet.
Allah'ım, bedbahtlıkların inişine sebep olan günahlarımı bağışla.
Allah'ım, nimetlerini değiştiren günahlarımı affet.
Allah'ım, duaların kabulünü engelleyen günahlarımı affet.
Allah'ım, belalar getiren günahlarımı affet.
Allah'ım, işlediğim bütün günahları ve yaptığım bütün hataları affet.
Allah'ım zikrinle sana yaklaşırım ve kendi hürmetine senden şefaat diliyorum.
Cömertliğinden beni kendine yaklaştırmanı diliyorum.
Bana şükrünü öğretmeni ve zikrini ilham etmeni,
Allah'ım senden huzu, tevazu ve huşu diliyorum.

Âmîn...
Share

sevenler birbirlerine yara izlerini gösterirler.
ilk önce bunu yaparlar...
sana ruhumu açmadan önce bil ki incinebilirim demek için...
çünkü, en çok sevdiklerin yaralar seni !

Alper Canıgüz
Share
Hoca vaazında;

“Bismillâh diyerek yürürseniz, suyun üzerinden batmadan geçebilirsiniz.” der.

Bu söze inanan bir köylü, artık köprü yerine nehirden geçmektedir.
Bir gün hocayı evine davet eder. Kabul eden hocayla birlikte giderken, karşılarına nehir çıkar ve adam nehrin üzerinden yürüyerek geçer. Ama hoca suya girmeye cesaret edemez. Şaşkın köylü:

“Hocam böyle dememiş miydiniz, gelsenize!”
diye seslenir. Hoca şöyle cevap verir:

“Onu söyleyen dil bende; ama ona inanan kalp sende…!”
Share

Share

Kârbân-ı râh-ı tecridiz hatar havfın çekip
Gâh mecnûn gâh ben devr ile nevbet bekleriz

-Fuzûlî-

(mecnûn ile ben, soyutlanmışlık yolunun kervanıyız. Yol kesiciler kervanımıza saldırıp da tekilliğimizi bozmasınlar diye bazen o bazen de ben, sıra ile şu dünyanın aşk nöbetini tutuyoruz.)
Share
Osmanlı zamanında bir adam bir bayanın karşısına geçer ve der ki ;

"-Ey dilberi rana! Ey tesadüf-ü müstesna! O mahrem suratınızı görünce size lahza-i kalpten sarsıldım... Niyetim acizane-i taciz etmek değildir.. Bilakis efkar-i umumiyede ufak bir aile bacası tüttürmektir.. Sözlerim sizi temin ve tatmin edecekse şayet zevc-i izdivacınıza talibim!.."
Bayanın cevabı;

"-O mahrem suratınıza bir sille-i osmaniye nakşedersem sekte-i kalpten terk-i hayat edersiniz..."
Share
.............

Bir dûaya sığınır
Çılgın düşleri güzün,
Kün/feyekûn bâbında
Oryantalist bir hüzün!

Olcay Yazıcı
Share
Aşk topuklarından etine kadar işlemiş bir nasırdır.
Ya canın acıya acıya adım atacaksın ya da canını acıta acıta söküp atacaksın.
Her iki yolda da tek bir gerçek olacak.
Canın çok ama çok acıyacak.

Hz. Mevlana
Share
Ölümden zerre kadar korkum varsa, namerdim” diyemeyeceğim. Beden için biyolojik bir korku, mutlaka vardır. Ama benim asıl korkum, secdeden kovulmaktır. Eğer huzura kabul edilmezsem bedenim değil, ondan önce ruhum ölmüş demektir. Bu ise, bedenin ölmesi ile kıyaslanamayacak derecede, korkunç bir sıfır oluşturur. Sıfır olmaktan, Sonsuz’uma sığınırım.

Aman, aman, el-Aman.
Ya RAB !

Ümit Meriç
Share

İki komşu ülkenin hükümdarları birbirleriyle savaşmazlar, ama her fırsatta birbirlerini rahatsız ederlerdi. Doğum günleri, bayramlar da ilginç armağanlar göndererek karşıdakine zekâ gösterisi yapma fırsatlarıydı.

Hükümdarlardan biri, günün birinde ülkesinin en önemli heykeltıraşını huzuruna çağırdı. İstediği, birer karış yüksekliğinde, altından, birbirinin tıpatıp aynısı üç insan heykeli yapmasıydı. Aralarında bir fark olacak ama bu farkı sadece ikisi bilecekti.
Heykeller hazırlandı ve doğum gününde komşu ülke hükümdarına gönderildi.
Heykellerin yanına bir de mektup konmuştu. Şöyle diyordu heykelleri yaptıran hükümdar:

"Doğum gününü bu üç altın heykelle kutluyorum. Bu üç heykel birbirinin tıpatıp aynısı gibi görünebilir. Ama içlerinden biri diğer ikisinden çok daha değerlidir. O heykeli bulunca bana haber ver."

Hediyeyi alan hükümdar önce heykelleri tarttırdı. Üç altın heykel gramına kadar eşitti. Ülkesinde sanattan anlayan ne kadar insan varsa çağırttı. Hepsi de heykelleri büyük bir dikkatle incelediler ama aralarında bir fark göremediler.
Günler geçti. Bütün ülke hükümdarın sıkıntısını duymuştu ve kimse çözüm bulamıyordu. Sonunda, hükümdarın fazla isyankâr olduğu için zindana attırdığı bir genç haber gönderdi İyi okumuş, akıllı ve zeki olan bu genç, hükümdarın bazı isteklerine karşı çıktığı için zindana atılmıştı.
Başka çaresi olmayan hükümdar bu genci çağırttı. Genç önce heykelleri sıkı sıkıya inceledi, sonra çok ince bir tel getirilmesini istedi.

Teli birinci heykelciğin kulağından soktu, tel heykelin ağzından çıktı.
İkinci heykele de aynı işlemi yaptı. Tel bu kez diğer kulaktan çıktı.
Üçüncü heykelde tel kulaktan girdi ama bir yerden dışarı çıkmadı. Ancak telin sığabileceği bir kanal kalp hizasına kadar iniyor, oradan öteye gitmiyordu.

Hükümdar heykelleri gönderen komşu hükümdara cevabı yazdı:

"Kulağından gireni ağzından çıkartan insan makbul değildir. Bir kulağından giren diğer kulağından çıkıyorsa, o insan da makbul değildir. En değerli insan, kulağından gireni yüreğine gömen insandır. Bu değerli hediyen için çok teşekkür ederim."
Share
“Ey akıl sahibi!
Gül dikenle beraber bulunur.
Senin dikenle ne işin var, gülü demet yap…
Eğer tabiatında yalnız kusurları görmek varsa
Tavus kuşunda çirkin ayaktan başka bir şey göremezsin.”

Sâdî Şirazi
Share
günlerin diğer günlere benzemediği zamanlar vardır.
elimize aldığımız her şey pörsüyüp söner.
biriktirdiğimizi sandığımız geçmiş , ufalanıp gider avuçlarımızda.
'sonra' da kaybeder anlamını 'önce' nin ardından.
bir mum ışığımdan yansıyan gölgeye dönüşürüz.
böyle günler , uygun değildir aslında yaşamaya.
ama yaşarız.

günlerin sona ermediği zamanlar vardır.
kelebeğin ateşe yakalandığı gibi yakalanırız.
hiçbir şey anlamadan...
akreple yelkovanın bu nedensiz duruşundan hiçbir anlam çıkaramadan...
ipi yeniden bağlayamadan ve çözemeden....
böyle günler , uygun değildir aslında ölmeye.
ama ölürüz.

Gökhan Özcan
Share

Yarım günlük mezarlık gezintimden çıkardığım sonuç:
Ayakta yolcu kabul etmiyorlar, illa yatmanız gerekiyor.

İbrahim Tenekeci
Share
Hafızanın kanunu, aşkın kanunudur. İnsan ancak sevdiğini öğrenir.

Cemil Meriç
Share
“innema emruhu iza erade şey’en, eyyegule lehu: künfeyekûn…” (Kur’an)
“şahinim salsa pençesin, aniden kaf’dan kapar…” (Aşık Emrah)

Kaf: ilahî nidânın ilk harfi… ol! emrinin oluvermeye dönüştüğü yerdeki münhanilik… var olan her şeyin bağrında taşıdığı şakk-ı kamer mucizesi… üç harf beş noktanın bir harfi ve iki noktası… ezel hattatının elinde nun hokkasından nâşi bir vuslat… Adem’in Havva’sı, Yusuf’un Züleyha’sı, Şemsî aşıkların se(v)dası… yıldız kaymalarından gönle resmedilen aşkın seyyaresi…

Kaf: efsanelerle bezenmiş bir uzak ülkenin heybetli dağı… Öyle ki; kimine göre birkaç dağın müşterek adı… Biraz Süphan, biraz Nemrut, biraz Cudi, Gabar, Klimanjero biraz, biraz Nepal ve biraz da Allahüekber dağları… Belki de bunların hiçbirisi değil de içimizin aşılamayan doruklarıdır Kaf dağları… Boşuna delmişti dağları Ferhat, kendi içinin aşılası dorukları dururken deyip içimize, kendi içimize yaptığımız en çetin yolculuğun aşılması mukadder ve mukarrer olan doruğudur Kaf… Efsanelerde Kaf Dağına ancak Zümrüd-ü Anka kuşunun gidebildiğinden bahsedilir… Kaf dağının dili sükut olsadır…

Zümrüd-ü Anka; İbn-i Fadlan diliyle “simurg”… Efsane bu ya; kuşlar aleminin padişahı imiş simurg. Ne vakit kuşların başı sıkışsa simurg gelir onları kurtarırmış… Günlerden bir gün büyük bir bela musallat olmuş kuşlar alemine… Kuşlar toplanıp simurg’a gitmeye ve ondan yardım istemeye karar vermişler… Simurg göğün yedinci katında yaşarmış… Yola çıkan kuşları göğün birinci katında bir melek karşılamış ve “buradan öteye geçmek isteyenler güzel seslerini bırakmak zorundadır, yoksa geçemezler” demiş… Kanarya, bülbül gibi sesi ile nam salmış kuşlar: “sesimiz olmazsa biz neye yararız” diyerek geri dönmüşler. Yola devam edenler göğün ikinci katına gelmişler ve orada yine “buradan öteye devam edecek olanlar tüylerinin güzelliğinden vazgeçmek zorundalar yoksa geçemezler” denmiş… Tavus kuşu, papağan gibi tüylerinin güzelliği ile bilinen kuşlar da oradan geri dönmüşler… Yolculuk boyunca göğün her katında bir özelliği geride bırakanlarla yola devam edilmiş ve göğün yedinci katına sadece otuz kuş ulaşabilmiş… onlar da bakmış ki; simurg kendileriymiş… si-murg: otuz kuş… Simurg, yani nam-ı diğer Zümrüd-ü Anka… Kaf dağına ulaşabilen tek kuş…

Göğün yedi katı ve nefsimizin de yedi mertebesi var… Göğün her katında bırakacak olduğumuz şeyler iç yolculuğumuzda feragat edeceklerimizden başkası mıdır… Yedinci kata ya da yedinci mertebeye ulaştığımızda biz zaten Zümrüd-ü Anka değil miyiz… Ve o zaman her dağ kaf değil mi…

Bu çileli yolculuk için ezel bezminde levh-i kalemin aramıza “aşk” yazdığı kişiye muhtacız… Onun gözlerinden yani o “nun” gözlerinden dilimize gelen kelimeler ile en güzel sevdayı anlatmayı öğreniriz… Onun hokkayı andıran ağzından dökülen incileri çıkarmak için değil midir mahir dalgıç gibi nefesimizi tutmamız… Kalem olup yazmaklarımız için lazım gelen şey nun hokkasında biriken sevda değil midir… Kaf nidası ile başlayan varlığımızın en büyük eksikliğini tamam eyleyen nun değil midir, bizi biz eden… “kaf ve nun” ile başlayan hikayede kaf’ı dağlardan alıp dağ sinesinde saklayan sevgilinin yanında nun çukuru olup rahmetini dilemekliğimizle varlığımızı imanla şerefli kılmaz mıyız… erguvanlar açmaya durduğunda delikanlı mı eli kanlı mı olduğunu kestiremediğimiz bir bahar boy verdiğinde apansız, yüreğimize kadem basan sultanın türküsü değil midir bizi Kaf’dan öteye salan neva… dizlerine dağılmak isteği, bir teheccüd vaktinde saçlarının urganıyla bağlandığımız gökyüzü değil midir… ruy-i zemin üzere kokusunu tüm çiçekler üzere salan bir avaz değil midir “nun meseli”…

Elif gibi boyuyla serv-i hıramanım sevdiğim…
Ayn gibi duruşuyla aliyar müjdecim sevdiğim…
Şın olup dişlerini inci gibi dizen ve nefes kesen sevdiğim…
Kaf olup, kah dağ olan kah varlığıma delil olan sevdiğim…
Nun gibi hokka sayıp göğsünü, üzerindeki ben ile ben olan sevdiğim…
Kaf ile nun arasında yazılan kaderimi iki kaşı arasında sır eden sevdiğim…
İçimin aşılmaz doruklarını aşılır kılan Zümrüd-ü Ankam sevdiğim…
Sen, gelecekte kurulacak mavi medeniyetin asırlar öncesinden yarınlara uzanan kokusu, tiril tiril İstanbul, buram buram Söğütsün…
Dilimde zikir, aklımda fikir, kalbimde şükürsün…

Kaf’dan kaf’a uzanan münhaniliğim, vav kesiği gönlümü göğsüyle sarıp sarmalayanım, nun karnında taşıdığın ben ile esrikliğim, sesim, nefesim ve olmamı murad ettiğinde, Allah’ın söylediği ismimsin…

He benim güzel sevdiğim, uzattım sözü, nasıl desem bilmiyorum… Bugün bende bir hal var… Semerkant’tan, Buhara’dan, İsfahan’dan, Kahire’den, Şam’dan, Tebriz’den gelen dolu dizgin atlılar koşuyor yüreğimde zamansız mekansız nefesine muhtaç… Tek bir sözünle, kaldırıp nikabını, “aşıkın sırrı meydandadır” deyip saltanatını gösterince, gökte Zühre, Harut ile Marut Babil’de ve içimde Şahrud titriyor sevdiğim…

Sevdanın doruklarından şelale misali dökülüyorsun içime… “elem neşrahleke sadrek” kabilinden sadrımı sesinle inşirah ediyorsun… “gök açılıp kapı kapı olduğunda ve dağlar yürütülüp serap olduğunda” sığınacağımız tek yer senin gölgendir, lütfet sevdiğim…

Seviyorum seni… okuma-yazmayı yeni öğrenen çocuk masumiyetiyle okuduğu her şeyi bir şeye benzeten yürek heyecanı ile, seviyorum seni… kesretteki vahdeti meşk ettiren gözlerin üzere düşen bahtım ile seviyorum seni…

-alıntı-
Share

Kalbimi nifaktan, amelimi riyadan, dilimi yalandan, gözümü haramdan temizle. Çünkü Sen gözlerin hainliğini, kalplerin gizlediğini bilirsin.
Share

Âh

Levh-i çehremde okumağa hikâyât-ı gâmı
Geceler subha değin şem' tutar âh sana

(Çektiğim ızdırabı yüzümün levhasında okuman için, âhım geceleri sabaha kadar sana kandil tutar)
 
Necâtî Bey
Share
Adamın birinin son derece huysuz bir karısı varmış. Gün gelir kadın ölür. Cenazesinin kaldıracakları zaman âdet olduğu üzere imam efendi: " Merhumeyi nasıl bilirdiniz? " diye cemaate sorar.
Bunun üzerine adam imama der ki:

-Be adam, cemaat ne bilsin? Bana sorsana!
Share
Ağıza girenin değil, gönle girenin sarhoşluğu geçmez ve
mide bulantısı-baş ağrısı değil, akıl bulantısı-kalp ağrısı yapar.

"abherî"
Share
Saatin pili bitince eylemez tık tık.
Vakti zamanı gelince ruha derler çık çık.
Hâkk’a kulluk eyle; zira Ahirette dinlemezler hık mık!

‘Mevlana’
Share
Taze bahar... Hem taze hem bahar! Hangi dalına tutunayım!
Unutayım kışları gayrı; duydum ya sevincini kuşların! En taze kokular, en taze, doku(nuş)lar... İpekten selamı var sana; sana ha, sana! Kim söyler bu selamı kime söyler; biliyorsun! Biliyor musun bu selamın her an olduğunu! Hani bir selam aldığında sevinirsin ya... Bir de düşünsene selamsızlığın olmadığı bu âlemi!
Bakışlarına biraz daha mânâ lütfen! Her an/da sana taze baharlar sunuluyor! Çok fazla yorgunusun; gaflet yorgunu! Tefekkürün kollarına atsana kendini! Eve dön, eve! (Bak, bu roman adı da olur: "Eve Dön!") Romanlar, "aramak" değil mi! ... sokağında arayan sensin; aranan sen! Kendini aramaktan başka işin mi var ? Varsa söyle! Kendini bulmaktan başka bir "şey" mi arıyorsun ki kendini bile ve-ri-yor-sun (bazen/çok zaman bile bile) bir nice eften püftenliğe... Şarkıların aradığı/arandığı/şakıdığı sensin! Gözyaşların tellere düşüp beste/nota oluyorsa ne için dersin? Şiirlerin kafiyesini geç; ama Safi'si, Safiye'si sensin. "Âşık-ı sadık menem;/Mecnun'un ancak adı var." derken aradığı kendi işte! Kimi arayacak ki... Kendini, hangi adreste oturduğunu bulmalı ki önce; sonrası? Sonrası kolay artık. Resimler seni çizer arkadaş! O içindeki Çin Seddi'ni aşıp da sana ulaşmayı dener renklerin açığı/koyusu... Sen her an taze baharsın. Soldurma kendini. Dalların, çiçeksiz, meyvesiz olmasın. Sana "insan" deniyor. Pahalı bir kimliğin var. Adın akşam sabah: Taze Bahar.
Kışlar dondurabilir mi seni, sonbaharlar soldurabilir mi!
Bir yaz da kavrulacak mısın? Sonsuz Sultan'ın sana duası var.
Taze baharlığını Nemrutlar yakmasın diye...
Susuz kalmayasın, Firavunların yalanları, yılanları seni yutmasın diye...

Ali Hakkoymaz
Share
.......
koltuğumda efsaneler kitabı
kafdağından nergis devşiriyorum
başını dayamış omuzlarıma
o eski, o yaşlı zümrüdüanka
ben bir çin sarhoşu samanyolunda
denizi tartışan bakışlarını
geçmişime asla gömmeyeceğim
seni yaşamadan ölmeyeceğim
.......

Nurullah Genç
Share
Aşk, bir uçurumdan düşmek gibi bir şey,
İşte bu yüzden sevgili’ye “yâr” denir…

Hz. Mevlana
Share

Allah'ım gönlümde olanı hakkımda hayırlı eyle, Hakkımda hayırlı olana gönlümü razı eyle. (amin)
Share