"düşün, düşün ki düşün gelişsin"


"Aşk kime benzer" dedi...
"Aşk bir neyzene benzer" dedim...
"Aşk bir neyzene benzerse biz neyiz?" dedi...
"Evet" dedim "Çok doğru"...
Aşk bir neyzene benzerse, biz "Ney"iz...

Hz. Mevlâna
Share



Güzele, güzelliğe, gülümsemeye, sanata, estetiğe giriş kapısı bırakmayan bir kaos koşturmacası. Bir an durup nefes alamaz hale getirmiş planlar, ihtiraslar... Sanki çevremizi kuşatmış, çengellerini eteğimize takmış, bütün yürüyüşlerimizi yavaşlatan, bütün hedefleri öteleyen ve erteleyen bir karabasan. Adına hayat diyoruz.

Bir filmden bir replik hatırlıyorum; "Bir sırt çantası edinin ve sahip olduğunuz her şeyi onun içine koyup yaşayın!" diyordu. Doğrusu hiç fena fikir değil. Pazardan bir sırt çantası alıyorsunuz ve sahip olduğunuz her şeyi onun içine yerleştiriyorsunuz. Siz içini doldurdukça genişleyen bu çantaya neler koyardınız?

Sahip olduğumuz küçük şeylerden başlayarak koymayı deneyelim isterseniz. Kalemlerinizi, not defterinizi, anahtarlarınızı, cep telefonlarını kesinlikle taşımalısınız. Sonra küçük eşyaları toplamaya başlardık herhalde. Madem sahibiyiz, onlara da çantada yer açmalıyız. Elbiseler, ayakkabılar, tabaklar, tencereler, sehpalar, televizyon ve beyaz eşyalar. Durun daha bitmedi!.. Sırada asıl eşyalar var. Evlenirken sıkıntılara girip, borç edinerek mutlaka aldırdığımız, sonradan kullanmakta ihmal göstersek de olmazsa kendimizi yoksul ve hatta çıplak hissettiğimiz, dolayısıyla evde mutlaka bulunması gerektiğine inandığımız asıl eşyalar. Koltuk takımları, yatak odası mobilyaları, salon konsolları, süsler, çerçeveler... Yer kalmadı diyenler için hatırlatalım, çantanız her an genişleyebiliyor ve dolmak bilmiyor. Üstelik ne kadar dolsa da siz körükleri açar, yan cepleri kullanır, birkaç şey daha sığıştırırsınız. Unutmayın ki sahip olduğunuz şeyler bu kadarla bitmiyor. Arabanızı bırakacak değilsiniz mesela... Yazlık neyse de evinizin hiç olmazsa bir odasını (okuma odası / oturma odası / yatak odası vs.) tercih etmelisiniz. Koyun, çekinmeyin koyun, sıkıştırın!.. Ne de olsa edinmek için çaba sarf ettiniz, para harcadınız, bedel ödediniz. Helal malınız değil mi?

Artık yeter mi diyorsunuz? Öyle olsun. Ama bizden hatırlatması, hani sonra aklınız geride kalmasın. Son bir kez bakın; "Çantanıza sahip olduğunuz her şeyi koyduğunuza inanıyor musunuz? Bir şey unutmadınız değil mi?"

Pekala, rahat bir nefes alın. Çok yoruldunuz... Sırtınızı bu çantaya yaslayıp birazcık dinlenin. Çünkü az sonra onu taşımaya başlayacaksınız. Ve ne kadar ağırlık taşıdığınızın farkına varacaksınız. Hayatınızın ağırlığı ne kadar, göreceksiniz. Korkmayın canım, bunların hepsi size ait. Ama sorun kendinize bakalım; bu denli yük ile hangi mesafeyi kat edebileceğinizi, ne kadar ilerleyebileceğinizi, hangi hedefe varabileceğinizi sorun. Hayatınızın ağırlığını sorun. Bu ağırlığı taşıyan dizleriniz, gözleriniz, sözleriniz ve yüzlerinizin aslında sizden ne istediğini sorun. Bu yüklerden hangisini bırakırsanız sizden ayrıldığı için üzüleceğini veya arkanızdan gözyaşı dökeceğini sorun. Sorun sorun, çekinmeyin, cevap verirler... Hiçbiri mi? O halde neden taşıyorsunuz? Neden yükleneceğim diye bunca çırpınıyor, kendinize eziyet ediyorsunuz? Bizim Yunus "Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı" demiyor muydu? Peki bunca ağırlığınız var iken huzuru yakalayabileceğinize inanıyor musunuz? Bunca yük sizin belinizi bükmüyor mu sahiden? Ve asıl soru şu: Birisi size, "Çantayı boşaltın ve hepsini yakın gitsin!.." diyecek olsa itaat eder misiniz? Şeyh Galib karşınıza dikilse ve "Tedbirini terk eyle takdîr Hudâ'nındır" dese mesela!..

Eğer Galib'e itaat edip kibriti çaldıysanız, yukarıdaki soruyu size tekrar sormamız gerekiyor. Bu sefer yanılmayın, iyi düşünerek cevap verin lütfen! Soru şuydu:

"Çantanıza sahip olduğunuz her şeyi koyduğunuza inanıyor musunuz? Bir şey unutmadınız değil mi?"

Düşünün bakalım!

Yoksa unutmuş musunuz?

İnanmıyorum, "Benim için çarpan kalpleri çantama koymayı unutmuşum!" diyen şu ses size ait olamaz!..

Yazının tamamı için: İskender Pala/zaman

Share


Sevgili blog :)
Bugün otobüste bir telefon konuşmasına istemeyerek de olsa(yok yok baya isteyerek):) şahit oldum; 
Bir kız, arkadaşını arayarak;
"- ya akşama bişeyler hazırlayında bizde iftara gelelim
- nazım geçmese söylemem ya
- ya ne bileyim patlıcan falan pişirin, bende 'birayı' alır gelirim"(!) demesiyle zihnimin kaseti başa sarması bir oldu, ondan sonraki saniyelerdeki konuşmaları duymadım bile ve ben 'iftar' kelimesini mi yanlış duydum acaba derken, neyseki kızın telefonu kapatma cümlelerini duyma şerefine eriştim;
- tamam canım zaten Biray'ın dersi 7'de bitiyor, o dersten çıkınca birlikte geliriz :))

"abherî"

Share


Avcılar, kurdu fena halde sıkıştırır. Canını kurtarmak için deli gibi koşarken bir köylüye rastlar, önüne çöker ve yalvarır:
Ey insan!! Ne olur bana yardım et, peşimdeki avcılardan kaçacak soluğum kalmadı.Sen yardım etmezsen biraz sonra yakalayıp öldürecekler.
Köylü kurda acır, yanındaki boş çuvalı açar, içine girmesini söyler. Çuvalın ağzını bağlar, sırtına vurur ve yürümeye devam eder. Rastladığı avcılara da kurdu görmediğini söyler. Avcıların uzaklaştığından emin olan köylü, sırtındaki torbayı açar. Dışarı çıkan kurt;
Çok teşekkür ederim. Hayatımı kurtardın..
Önemli değil! der köylü ve tarlasına gitmek için döndüğünde, kurt arkasından;
Bir dakika!! Çok uzun zamandır bu avcılardan kaçıyorum, çok bitkin düştüm, açım, kuvvetimi toplamam için bir şeyler yemem gerek! Burada senden başka yiyecek bir şey yok!! Köylü şaşırır:
Olur mu? Ben senin hayatını kurtardım!
Ağzından salyalar akan kurt;
Yapılan iyiliklerden, verilen hizmetlerden daha çabuk unutulan bir şey yoktur.Ben de kendi çıkarım için senin iyiliğini unutmak ve seni yemek zorundayım.
Bir süre, bu şekilde tartışmadan sonra ormanda karşılarına çıkacak olan ilk üç kişiye bu konuyu sormaya ve ona göre davranmaya karar verirler. Karşılarına ilk çıkan yaşlı kısrak;
Ne vefası! Ben sahibime yıllarca hizmet ettim, arabasını çektim, taylar doğurdum, gezdirdim. Yaşlanıp bir işe yaramadığımda beni böylece kapıya koydu...
1-0 öne geçen kurt sevinirken, karşılaştıkları köpek;
Ben hizmetin değerini bilen bir efendi görmedim. Yıllardır sadakatle hizmet ederim sahibime, koyunlarını korurum, yabancılara saldırırım, ama o beni her gün tekmeler, sopayla vurur... Kurt köylüye döner;
İşte gördün!
Köylü son bir çabayla;
Ama üç diye konuşmuştuk, birine daha soralım, sonra beni ye!
Bu kez karşılarına çıkan tilkiye başlarından geçeni, tartışmalarını anlatırlar. Tilki hep nefret ettiği kurda bir oyun oynayacağı için keyiflenir;
Her şeyi anladım da! Bu küçücük torbaya sen nasıl sığdın? Gözümle görmeden inanmam!... İşin sonuna geldiğini düşünen kurt torbaya girer, tilki köylüye işaret eder ve köylü torbanın ağzını sıkıca bağlar. Köylü eline bir taş alır;
Beni yemeye kalktın ha! Nankör yaratık! diyerek, kurdu bir süre pataklar. Tilkiye döner;
Sana minnettarım, beni bu kurttan kurtardın. Tilki;
Benim için bir zevkti!
O an köylünün gözü tilkinin parlak kürküne takılır, bu kürkü satarsa alacağı parayı düşünür ve hiç beklemeden elindeki taşı kafasına vurup tilkiyi öldürür. Sonra da torbanın içindeki kurda ayağıyla dürter:
Haklıymışsın kurt, yapılan iyilikten daha çabuk unutulan bir şey yokmuş!!!

Share


Nereye saklasam dile geliyor hemen
Ve bana koşuyor rengi kaçan ne varsa
Ey dünya telaşesinin üstünü örttüğü şey
Ey konaklarda büyüyüp aslını inkar eden
Adın herneyse bana da uğra
Uğra ki
Şu adamın nesi var demesin kimse
Ve bir su kuşu gibi usulca öldüğümde
Isıtsın ellerimi

Hep soğukmudur tanrım
Şairlerin döşeği.

Dün Eyübsultanda bir grup kuşla
Kulağını çınlattık ey ölüm senin
Gölgesine uzanıp o ulu meleklerin
Ben ne yaptım der gibi bakan bir yüzle
Dönüşünü gözledik, sessizce gidenlerin.

Sevgilim vardı oysa tutardım ellerinden
Götürürdüm kalbimi tatmadığı şeylere
Şimdi,
Yüzümü görmek istemiyormuş hayat hanım
Bense neler varsa siliyorum bayramı hatırlatan
Ve bir hırıltı gibi dolaşıp aranızda
Ve gülme krizi gibi yapışıp yakanıza
Bakıyorum sizlere o sonsuz aralıktan.

İbrahim Tenekeci
Share

Cumanız hayr, Ramazanınız mübarek olsun

Ne mutlu, secdede takvâyı eyleyenler taç,
Parıldıyor bu mübârek ayın hilâli ile!
Hayâ ve iffeti vicdân için bilenler ilâç,
Işıldıyor bu mübârek ayın hilâli ile! 

Sabır ve ahde vefâ, gül saçan gönül baharı,
Büyük muhâsebe, hiçlikle kurtuluş pazarı,
Gözümde merhametin, şefkatin akarsuları,
Şarıldıyor bu mübârek ayın hilâli ile!

Hayat, namaz ve zikirmiş; nefes, duâ ve şükür,
Temiz sadâkati cânın, oruçla ömre mühür,
Ne mutlu cennet-i Kur’an’da sîne bülbüldür,
Cıvıldıyor bu mübârek ayın hilâli ile!

Bizim için Ramazân, öyle mânevî sofra,
O sofra üstüne çekmiş Hudâ özel tuğrâ,
Çiçek çiçek arılar, muhteşem petekte çıra,
Vızıldıyor bu mübârek ayın hilâli ile!

Kesif karanlığa devrân içinde nur, Ramazan,
Kesif cehennemi cennet yapan huzur, Ramazan,
Şu yerde gökyüzü Seyrî, büyük sürûr, Ramazan,
Çağıldıyor bu mübârek ayın hilâli ile!

SEYRÎ (M. Ali EŞMELİ)    
Share


Didüm kûyunda benden pâdişâhum bir mekân ister
Didi ol hüsrev-i rûy-ı zemîn ana zemân ister

(Dedim, ey padişahım bu kölen senin köyünden bir mekan ister,
O yeryüzünün padişahı dedi ki: ona zaman ister.)

-Sun'u'llâh Sun'î-

Share


Züleyhaca bakışlarıma, Yakupca kör kaldın..
Ey ahmak yüreğim, 
yoksa kuyudan gelen her sesi, sen Yusuf'tan mı sandın..?

-alıntı-
Share



Cüneyd-i Bağdadi ile Ebu Bekir Şiblî aynı günde hastalanırlar. Her ikisini de aynı hekim tedavi etmektedir. Fakat hekim inançsızdır. Hekim önce, Ebu Bekir Şiblî’ye gidip sorar: 
Rahatsızlığın nedir? O: 
Hiç! diye cevap verir. 
Hekim daha sonra aynı soruyu Cüneyd’e de sorar, o ise, ayrıntısıyla bütün hastalığını anlatır… 
Bir süre sonra iki büyük gönül, Cüneyd ve Şiblî karşılaşırlar. Şiblî Cüneyd’e sorar: 
Rahatsızlığını bir dinsizin önüne niye serdin? 
Bilsin istedim dost olana böyle yapılıyor. Ya düşmana ne yaparlar! 
Sonra da hikmetini anlamadığı şeyi Cüneyd, Şibli’ye sorar: 
Peki, sen niçin rahatsızlığını söylemedin? 
Dostu, düşmana şikayet etmekten utandım!…

-alıntı-

Share


Müslümanlar!
Yorulmuş atlar gibisiniz; yorulmuş ama hiç koşmamış!

Cengizhan Konuş
Share


Secdelerde iste!.. 
Ya Rabb dedin ya,
"Buyur kulum" hitabını bekleme!.. 
Ya Rabb diyebiliyor isen; buyur edilmişsindir zaten.
alıntı

Bu mübarek gecede yürekten bir 'YA RABB' diyebilmek temennisi ile ibadeti bol bir berâet diliyorum..
Share
Kelâmı kalem neşreder, insanı kemâl !

"abherî"

Share


Anne sütü… Saf, temiz, faydalı, doğal… Bebeklerin temel gıdası. Kur’ân-ı Kerîm’de bile önemine binaen âyetler gelmiş, bu kadar önemli bir gıda anne sütü. Son zamanlarda bu tertemiz anne sütünü bulandıracak faaliyetler başladı. Bazısı kasıtlı, bazısı masumane…
Gayet masumane başlatılan bir hareketle bu konuya bizim dikkatimiz çekildi. Bir hanım iyi niyetlerle ortaya çıkıp, mamanın içindeki zararlı maddelerden dolayı sütanne bulup bebeğine kendi veremediği anne sütünü bir başka anne ile yani sütanne vasıtasıyla vermeye başladı. Sonra bu durumu yaygınlaştırıp bir harekete öncülük etti. “Anne Sütü Olanlar Olmayanları Bulsunlar Hareketi” adını verdiği bu hareketle sütü olmayan anneleri sütü olan annelerle buluşturdu.
Bu bir gönüllük hareketiydi, Allah razı olsun, pek güzeldi, pek hoştu. Pek çok anne de sayesinde kendi bebeğinin yanısıra başka bebeklerin de sütannesi oldu. Süt ememeyen bebekler de süte kavuştu. Ancak, bu oluşum sakıncaları da beraberinde getirdi. Öncelikle dinî hassasiyet hususundaydı sakıncalar. Bizi de ilgilendiren yanı bu husustu.

Galiba bu hareketi başlatan hanıma da bu konuda yapılmaktaydı tenkitler. Ancak hanım, çocuklara süt veren anneyi ailenin tanıdığını söyleyerek bir bakıma temize çıkarıyordu başlattığı bu hareketini. Fakat bir havuz oluşturacağını ve bu süt havuzuyla sütü olmayan annelere süt ulaştıracağını söyleyince işin yönü de değişti. Burası Türkiye ve burada bunu suiistimal edenlerin de bulunabileceğini ve bu başlattığı hareketin sonradan başka bir mecraya kayabileceğini düşünemedi veya düşünmek istemedi.
Ya bilmeden sütkardeşler birbirleriyle evlenirlerse…
.....

Düşünsenize gelecek nesildeki bebekler farkında olmadan birbirleriyle kardeş oluverecekler! Kardeş kardeş yaşayacağız anlaşılan. Evlenmeler de kalkacak (!), ya da bilmeden sütkardeşler de birbirleriyle evlenecekler. Çünkü verilen sütler karıştığı için kimin sütü kimin belli değil. Bu durumda kim kimin sütannesi, kim kimin sütkardeşi yine belli değil… İlerde aynı anneden beslendiğinin farkında bile olmayan çocuklar, belki birbirlerini sevecek ve evlenmeye kalkacak, nesepler karışacak, nesiller bozulacak, dinin hükümleri hiçe sayılacak, toplum dejenere olacaktır.
Anne sütü bankaları varmış bizde de meğer!
Biz yalnızca iyi niyetle yola çıkan bir hanımın başlattığı bu hareketi sorgularken aslında atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiş de haberimiz yok! Anne Sütü Bankaları varmış bizde de… Üstelik yakında biri daha açıldı iyi niyetlerle(!). “Anne Sütü Bankası da ne” diye düşünenlerimiz vardır muhakkak. Açıklayalım. Efendim, Anne Sütü Bankası uygulaması Finlandiya’da başlamış 1937 yılında. Bu bankalarda para yerine süt biriktirilmiş.
Annelerin sütleri özel pompalarla sağılıp bir havuzda toplanıyor ve ihtiyacı olan çocuklara içiriliyor. Yani süt bankaları bizim sütannelerimiz gibi… Ancak burada bir iki annenin değil, onlarca, yüzlerce annenin sütü birbirine karışmakta ve bebeklere bu karışım süt içirilmektedir. Bu havuzlarda biriktirilip karıştırılan süt belki modern Batılılar için bir sorun değil.. Ama bizim için yani Müslümanlar için mahzurlu…
.....

Satılık anne sütü
Yakında “Satılık anne sütü” diye reklamlar duyarsanız şaşırmayın. Çünkü birkaç yıldan beri televizyonlardaki dizilerde, özellikle bir kanalın dizilerinde sütannelik konusu işlenmekte ve para ile sütanne tutulmakta, hatta gizliden gizliye annelere gönderme yapılarak göğüslerinin bozulmaması için sütanne tutmaları mesajı verilmektedir. Yakınlarda para ile sütanne tutulması konusunda bir sektör oluşturabilir ve “evlere sütanne gönderilir” diye reklamlar ve ilanlar görebiliriz gazete ve televizyonlarda. İş bununla kalsa iyi, ya sütü bol olan annelerin sütlerini sağıp bir havuzda karıştırıp onları dondurup satışa sunarlarsa...

Bebeklerimizin en doğal gıdası olan ana sütü bulandırılmakta, kirletilmekte… Bulandırılıp kirletilen ana sütü mü, nesillerimiz mi?

Fatma Toksoy

Yazının tamamı için; www.dunyabizim.com



Share


Bu sabah kuş sesleriyle uyandım. 
Ne güzel değil mi? Hayır, güzel değil! 
Açık penceremden ok gibi dalıp yastığıma saplanan karga sesleriydi. Kuş sesleri dediğimde aklına asla karganın gelmediğini biliyorum. Bu, karganın da bir kuş türü olduğunu bilmeyişinden değil, karganın türünün en önemli özelliği olan güzel bir ötüşten mahrum oluşundan elbette. 
Yüzümü yıkarken, acaba diyordum; acaba türümüzün en önemli özelliklerini taşıyor muyuz? 
Hareketlerimiz ve sözlerimiz nerelere saplanıyor? 
Acaba ‘insan’ denince hatırlanıyor muyuz?!

Ali Ural
Share