"düşün, düşün ki düşün gelişsin"

Dünyanın küçülüp bir köy hükmüne geldiği, Allah’ın ihsanı olarak teknolojinin gelişip uzakların yakın olduğu, bir kimsenin oturduğu yerden başka yerlerdeki işleri yapıp denetleyebildiği zamanın insanları yani bizler, artık biliyoruz ki, gözümüze sınırsız dediğimiz kâinat, Allah’ın kudretine küçüktür. Allah’ın rahmeti, her tarafı kuşatıcıdır. Kainat ve içindekilerin sahibi, Allah’tır. Güneşi kendine musahhar edemeyen insan, rızkını kendisi kazanıyor değildir. Yani elmayı ağacın dalına insan asmadığı gibi, başka hiçbir sebep de buna muktedir olamaz demektir. Kimse nerede doğacağına, hangi ana babanın çocuğu olacağına, rengine ve şekline kendisi karar verememektedir.

Elhasıl, Allah’ın sahip ve hükümran olduğu şu dünya ve hayatında, bütün gayret Allah’ı tanımak ve O’na ibadet etmek olması gerekirken, bizlere ne oluyor ki nefsimizin kavgasına tutuşmuşuz? Her şeyi geride bırakıp gidecekken, neden -sahip olmaklık uğruna- ebedi düşmanlıklar peşindeyiz? Allah’ın hükümranlığında kullar olmak lazım gelirken, neden kula kulluk kavgaları içindeyiz?

Farkında mıyız? Ölüm var!
Farkında mıyız? Allah var!
Farkında mıyız? Ölümden sonra yepyeni ve daimi bir hayat var!

Metin Said SERDENGEÇTİ
Share

Sohbetümden âr edüp ey gül meni terk etme kim
Gül olur efsürde terk-i sohbet-i hâr eylegeç (51/3)

-Fuzûlî-

(Ey gül gibi olan sevgili! Benimle olmaktan utanıp da beni terk etme. Çünkü, gül dikeni terk ederse solar.)
Share

Büyük Cihangir Yavuz Sultan Selim’in günde 3 saat uyku uyuyup tahta kaşıkla tek çeşit yemek yediğini ve herhangi bir saray halkından ayırt edilmeyecek kadar sade giyindiği ve bunu soranlara:

“Vezirlerin ve beylerin süslü giyinmeleri, padişahlarına saygıdan ileri gelir. Biz kime şirin görünmek için süslü giyinelim ki?
Bizim padişahımız ALLAH (cc) vücudun dışına değil içindeki cevhere (imana) bakar” diye veciz bir cevap vermesi ne kadar manidâr...
Share
“Hayatı müsvette yaşamayın; temize çekmeye vaktiniz olmayabilir.”

M. Fethullah Gülen
Share
Bülbül Hasan XV. asırda yaşayan kıymetli sanatkâr ve değerli nüktedânlardandır. Hoş sohbet kişiliğiyle meclislerin en renkli ve aranan simâlarından birisidir. Aynı zamanda şair de olan Hasan, şiirlerinde Andelibî(andelib: bülbül) mahlasını kullanırdı. Bir ara ikamet ettiği Kastamonu'ya bir kadı gelir. Rüşvet almadan iş görmeyen kadılardan biridir bu kadı. Kadının memurları gelenleri önce "Efendi uyur" diye geri gönderir, şayet ellerinde hediye varsa bu defa, "Efendi, buyur." derlermiş. Andelibî de haklı olduğu bir dava için dört-beş defa mahkemeye gittiği halde hep eli boş dönmüş.

Bir başka gün bir parça şeker ve iki altınla kadıya varınca davayı hemen kazanır. Bir toplantıda bir adam, "Mahkemede işim vardı, gittim. Kadı efendi uyuyormuş, çok üzüldüm." deyince; Bülbül Hasan, nam-ı diğer Andelibî şakımaya başlar:

Eğer destin tehî varsan Efendi'yi uyur derler
Eline zer alıp var sen, Efendi gel, buyur derler.
Share
Ne zaman akşam olsa dağlı bir çiçek
ve yaralı bir kelebek
gelip hüznünü döker sancılı yüreğimin üstüne

Sonbahar rüzgarları eser yaralarımda
ömrümün hazan defterinden yıldızlar kayar
buğulu gözlerimde dağ dağ duman,
boğazımda düğüm, başımda gam
yanık türkülerle hicranını dağlar sinem
alıp götürür hasretimi uzak diyarlara

Ben ki, yolunu yitirmiş seyyah, yükü ezgili ah
veda istasyonlarında titreyen en acılı gözyaşıyım
hangi yana dönsem ihanet
hangi yöne gitsem acılar keser önümü
oy sevdasına, gadasına yandığım hayat
hangi uçurum kaderim benim, hangi dağbaşıyım
hangi uçurumun başında gözyaşıyım
de bana

Ben ki, hicran ağlarında bülbül,
hazan bağlarında gözü yaşlı gülüm
ah çeken bir anne'nin gözlerinde mendil
bütün mevsimlere ağlayan eylül'üm

Karlar yağdı gönül şehrime
rengini terk eden solgun gül gibi kaldı ömrüm
cemrenin toprağa vurduğu,
gülün yaprağa durduğu zaman geçti çoktan
sızılı bir bedendir artık yaşamak
ateşin koruna, gülün dikenine değdi elim

Ben ki, her kuyuda bin Yusuf
her hasrette bir Züleyha'ya yangınım
her sahrada bir Mecnun
her çölde bir Leyla'ya dargınım

Kırık - dökük hayallere sarıp umutlarımı ,
uçurumlara yuvarladım geceler boyu
çıkışı olmayan kuyulara savurdu beni rüzgarlar
bütün iklimlerin bulutları gözlerimde birikti de
düşmedi bir damla çağlayanlara
........
 
Nuri Can
Share
Ey beni en en çok sevenim..
Ey beni en en çok kollayıp-gözetenim..
Ey sesimi hep duyanım! Yaralarımı saranım..
Eyy hiç darılmayanım! Çağırınca koşarak gelenim!
Ey bana benden yakınım! Ey beni en çok bilenim!
Ey en çirkinimden sonra bile “gel” diyenim!
Eyy! Dünya terketse, hiç terketmeyenim!
Ey en en vefalım..Ey Sevgili, en sevgili! Meded!..

Ahh.. Ey kadrini hiç bilemediğim!
Ahh.. Ey nefsimin ilk şahlanışında bir kenara ittiğim..
Ahh.. Ey “Sendeyim” deyip, ülfetlerde kaybettiğim!
Ahh.. Ey “Yalnız Sana…” deyip, gayrısına kulluk ettiğim..
Ahh Sevgili! En en Sevgili..
Ahh ya Vedud! Ya Rahim! Ya Sabur…
Ahh ya Tevvab! Ya Afuvv..
Ahh ya Rabbi! Ahh ALLAH ım ALLAH ım!
Tut sana müştak yüreğimi, affet beni….

Necip Fazıl Kısakürek
Share

Şeytan hizmetçi kılığına girmiş ve yirmi sene Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri’nin yanına gidip gelmişti. Bir türlü gönlüne vesvese vermeye, ona istediklerini yaptırmaya muvaffak olamamıştı. Birgün:
- Ey Üstad! Yoksa siz benim kim olduğumu biliyor musunuz? dedi.
Hazreti Cüneyd:
- Sen lanetli İblissin. İlk geldiğin andan beri seni tanıyorum, buyurdu.
Şeytan:
- Ey Sultanü’l Muhakkikin! Sizin kadar yüksek dereceye ulaşan başka bir büyük zat tanımıyorum. Yirmi senedir size hiçbir isteğimi yaptırmaya muvaffak olamadım, dedi.
Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri:
- Defol mel’un! Şimdi de beni kendini beğenme hastalığına düşürerek mahvetmek mi istiyorsun! Yirmi senede yapamadığını yirmi saniyede mi yapacaksın? Yıkıl karşımdan! diye bağırdı.

İnsanın en zayıf damarı “Sensin!” denilerek, koltuğunun altına girmektir. Nice cahil, günahkar, kendisini alim ve faziletli zannederek bu şekilde İslam’a zarar vermiş, verdirilmiştir. Günümüzün de en tehlikeli hastalıklarından da birisi budur.
Share

Tamburi Mustafa Çavuş'un şehnaz buselik şarkısındaki "Küçüksu'da gördüm seni / Gözlerinden bildim seni" mısraları, aslında bütün macerayı özetlemekteydi.

Bir ömrün en müstesna aşk macerasını, kısa bir aralıkta gözlerini görüp de sevdiği bir güzel(lik) uğrunda harmanlayan, adını bile öğrenemeden dünyasına sökün edip gelen meveddetin hasrete dönüşen mutluluğunu, hüzün kılığında gelen sevincini veya firkat lezzetiyle hissedilen vuslatını bir hayal uğruna çoğaltan o eski zaman efendileri yok artık. Öte yandan, zamanımızın genç kız veya kadınları da uğruna şiirler yazılan, ömür boyu sultan itibarı gören, dillere destan aşklarla adları tarihe geçen nazenin ve zarif hanımefendiler olmaktan çok uzaklar. Peki, kimdir bu derinliğin kaybolmasından sorumlu? Erkekler mi, kadınlar mı?

Eski şairlerin anlattığı kadınlar, evet, itiraf ederiz ki birer hayalden ibaret idiler. Lakin o hayal kadınlar, ete kemiğe bürünmüş hemcinslerine yüksek bir itibar sağlıyorlardı. Erkekler daha yüz sene evvel gözünün renginden kadının saçlarını, serçe parmağından kolunu, topuklarına uzanan eteğinin bir savruluşundan endamını hayal ediyor, onu düşüncesiyle içinde çoğaltıyor, hayalhanesini binbir görüntüsüyle besliyor, zihnince ona fıstıki şallar giydirip soneler, gazeller eşliğinde pembe yaşmağını aheste aheste açmaya çalışıyordu. Yalnızca gözlerini gördüğü kadın (bunu tersinden söyleyelim; yalnızca gözlerini gösteren kadın) âşık ruhunda sonsuz bir ışıkla parlıyor ve her defasında farklı bir renk ve desen ile var oluyor, belki o hayallerle süslenerek ilahi bir varlık haline dönüyordu. Bu kadın artık tarihe karıştı. Şimdi her kadın, kendisini seven erkek karşısında "Ne kadınlar sevdim zaten yoktular" diyen Attila İlhan'ın dizesindeki o gizemli karaktere sahip olmak istiyor, bunun için çırpınıyor ama bir türlü başaramıyor.

Bir zamanlar şiirle anlatabildiğimiz o mecazlara bürünmüş hayal kadınını, bugünün erkekleri artık akıllarıyla tartıp realist kâr hesabıyla çarpıyor, bölüyor, topluyor, çıkarıyor ve nihayet gözleriyle didik didik edip tüketiyor. Kulaklar kadın sesinin bin bir türlüsüyle kirlenmiş durumda; gözler müstehcen reklam görüntülerinin istilası altında. Realite, bırakınız sıradan insanları, şairleri bile o mecazlara akseden büyüleyici görüntülerden, o terennümsaz seslerden mahrum bıraktı. Servi salınışlı güzeller çağı kapandı, yere pat pat basan genç kızlar türedi. Bugün, sigaradan kalınlaşmış sesiyle kadın, sokakları ve caddeleri kaplayan hayat mücadelesi uğruna peçesini kaldırmış, metrolarda ve çarşılarda tüketim hırsıyla şirretleşmiş, hatta amfilere ve dersliklere taşan seviyesizliklere düşmüş, velhasıl vapuru, otobüsü, dolmuşu, taksiyi, treni, uçağı herkesle eşit şartlarda doldurmuş, baş tacı edilen konumunu yitirmiştir.

Kadın, artık hayale kafa tutan bir çıplaklıkla karşımızda. Bir yarışçı gibi; kendisiyle, sokakla, billboardlarla, kurulu düzenle, modayla, eğitim sistemiyle savaşmakta ve çırpınıp durmakta. Bir zamanlar mecaz tüllerini üzerinden kovar ve gerçekliğini teşhir ederken bunları göze aldığının farkında değildi. Şimdi mecazın aldatamadığı gözlere hitap etmek ve en ufak kusurunu bile binbir hile ile kapatmak zorunda. Maaşının yarısını kozmetiğe, kıyafete, lükse yatırmasının başka ne sebebi olabilir ki?!..

Günümüz şiirinin kadın ve aşk konusunda -eski şaire nispetle- sığlığı hiç şüphesiz kadının baştan ayağa hakikat kesilme isteğiyle de alakalıdır. Eski şairlerin hayallerindeki cömert sözleri bugünün kadını boşuna aramaktadır. Başörtüsü konusunda bile hemcinsinin gizli bir tel saçına tahammül gösteremeyen kadın, aslında bu hazin sonu kendi elleriyle hazırlamıştır. İştah açan bir yemek ne derece maddi ise kendini o derece maddi görme eğilimindeki kadın da erkek hayalhanelerini dolduran mecaza geçit vermemekte ısrarcı görünüyor. Kendi gerçekliğiyle o kadar meşgul ki cinsiyetini istismar edenlerle neredeyse işbirliği konumuna düşmekte. Bu da onun erkeklerden göreceği hürmeti, itibarı, alakayı ucuzlatmış, menfaate indirgemiş ve en son çare olarak bir erkeği maddesiyle büyüleme gayretine hapsedip bırakmıştır. Galiba mecaz, hakikatten intikam almaya başladı.

İskender Pala
Share
İstiridyenin biri diğerine dert yanar:
''İçimde yuvarlak ve ağır bir şey var, bana acı veriyor''
diğeri kibirli bir memnuniyet içinde: '
'Şükürler olsun ki içimde hiçbir sıkıntı yok, hem içimde hem dışımda mutlu ve bütünüm"
O sırada oradan geçen yengeç şöyle der:
''Evet mutlusun halinden ve bütünsün ama şunu söylemeliyim ki diğer istiridyenin çektiği acının sebebi, içindeki eşsiz güzellikteki incidir."

-H.Cibran-
Share

İnsanlık yolunun her tarafı kanla ıslanmış;
Dikkat et de kayma!
Bu zamanda insan çalanlar altın çalanlardan daha fazla.
Duyarsın; hırsızlar sadece malı değil, aklı da çalarlar.
Tamam, kendini önemseme;
Ama dikkat et, kendini de çaldırma!
Ey Hak yolcusu!
Kendinde bir şey yoksa, düşmanı da yok sanma!
Hırsızlar altın peşinde koşuyor;
Sen de altın madenisin kendinden habersiz olma!
Ey insanoğlu!
Hazine bulursun, ama ömür bulamazsın.
Sen uğraş da kendini bul;
Kendindeki gizli hazineyi araştır! Kendini bul;
Bul, ama dikkatli ol, kendini çaldırma!
Bu Hak yolunda açıkgöz bir hırsız pusu kurmuş, seni bekliyor.
Bu hırsıza dikkat et de kendini çaldırma!

Hz. Mevlâna Muhammed Celaleddin-i Rûmî (k.s.)
Share
Dil harâb-âbâd-ı âlemde aceb vîrânedir
Eksik olmaz derd ü gam güya ki mihmânhânedir

-Râmi Mehmet Paşa-

(Gövlümün evi, alemin harabeye dönmüş yurdunda acayip bir viranedir. Öyle ki içinden dert ile gam hiç eksik olmuyor; sanki bir misafirhâne.)
Share
Yolcunun kılavuzu Rasulullah (s.a.v),
Haritası Kur'an ,
Pusulası akıl ,
Sermayesi iman ,
Azığı amel ,
Yakıtı sevgi ,
Karakteri ahlâk ,
Aksesuarı edep ,
Sıfatı merhamet ,
Adı şeref ve izzet ,
Modeli müebbet ,
Parolası sabır ve sebat olmalıdır..
Share
Bu karanlıkta Tek ışık Sensin Allah'ım: Dert verip derman aratma ya İlah , Kul edip sultan aratma ya İlah , Son nefesde iman aratma ya İlah ! (amin)

Cumanız hayr ola...
Share
Share
…….
Bir aşka düşmek,bir kuyuya düşmektir.
Kader ve aşk bir kuyuda birlikte yıllarca yaşayabilir.
Yeter ki insanın içindeki Yusuf yanı onu dımdızlak bırakıp gitmemiş olsun.
Yeter ki kuyu, o kuyu olsun.
Aşk, bütün karanlıklara ve zamanlara karşı beklemeyi bilmenin ta kendisidir.
Nasıl olsa kader, hep yanı başında ve olması gerekenin yanında yer alacaktır.
Aşk böyle tarifsiz bir alınyazısının ebcedidir….

İbrahim Sadri
Share
Tevbe edebileceğin günahların varsa, ne mutlu sana!
Kendisinden dönebileceğin, vazgeçebileceğin, yaptığına pişman olacağın günahların ama senin günahların, sana mahsus günahların, yapamayacağını zannettiklerin ama yaptıkların…
Tevbe etmek demek, ayağa kalkmak demek; her düşüşünde yeniden ayağa kalkmak…
Düşüşlerin yolda oluşunun alameti, düşe kalka yürüyüşünün,  insan oluşunun…
Düşmekten korkmamalısın o halde. Korkacaksan ayağa kalkamamaktan kork!
Düşersen, ayağa kalkmaktan kaçınma! Düş, ama her defasından ayağa kalk!
Günahların da senin, tevbelerin de.
Düşüşlerinle kemale ereceksin, ve günahlarından dönüşlerinle..
Noksanlarınla, eksiklerinle, yetersizliklerinle alemin kemaline katkıda bulunacaksın.
Noksan olmayaydın alem noksan olurdu; senden, senin eksiklerinden, noksanlarından, yetersizliklerinden mahrum kalırdı.
Düşmedikçe kalkamazdın. Günah işlemedikçe tevbe edemezsin. Sözün özü bağışlamadıkça, bağışlanamazsın..

Dücane Cündioğlu/ Ölümün Dört Rengi
Share

Paşanın canı kahve çekince yaşı artık biraz geçkince olan eşi şair Fitnat Hanım'dan kahve ister. Kahve gelince de şöyle der:

"Ehl-i keyfin keyfini kim tazeler
Taze elden taze pişmiş taze kahve tazeler"

Fitnat Hanım'ın tepesi atar. Zira beyitteki "taze elden" maksat genç bir kişidir, yani genç bir bayan kastedilmektedir. Eh, ne de olsa serde şairlik var ya, Fitnat Hanım eşine zehir zemberek bir cevap vermekte gecikmez:

"Ehl-i keyfe keyf verir kahvenin kaynaması
İhtiyar eşeği baştan çıkarır sıpanın oynaması"

Beyitteki "ihtiyar eşeğin" kim olduğunu tahmin etmek hiç de güç olmasa gerek... :)
Share

Ey bir tarafta sevgileri bir tarafta hüzünleri besleyen kalbim
Ey Leyla ile Mecnunun aşkına eş değer bir aşkı büyüten kalbim
Ey duygularımı kanatıp içimi kan gölüne çeviren yabancı
Ey içimde birike birike esrarlı bir yara haline gelen sancı
Al götür beni umutların tükendiği beldeye

Ey yılanların kalbini doyuran toprak
Ey insanı istek ve arzularıyla birlikte yutan ıstırap
Yeşert sevgi güllerini, büyüt barış ağacını
Ey en kutsal sevdalara yardım ve yataklık eden kalbim
Yeşert sevgi güllerini, büyüt barış ağacını

Ey bir tarafta sevgileri, bir tarafta hüzünleri besleyen kalbim
Ey Leyla ile Mecnunun aşkına eş değer bir aşkı büyüten kalbim
Ey gül bahçelerinde kaybolmuş bülbüller,
Ey bahçemi beğenmeyip küçümseyen sümbüller
Yeşertin sevgi güllerini büyütün barış ağacını

Ey mutluluk kütüğünden filizlenip büyüyen hüzün
Büyüttüğün dallara yuva kurşun yetim kuşlar
Gölgesinde barınsın tanımsız duyguların çocukları
Ey sonsuzlayım uzanan aydınlık sevdamın sahibi
Al götür beni İbrahim’in ateş çemberine

Ey bir tarafta sevgileri, bir tarafta hüzünleri besleyen kalbim
Ey Leyla ile Mecnunun aşkına eş değer bir aşkı büyüten kalbim
Al götür beni Yusuf’un rüya tahtına
Al götür beni Yusuf’un zindandaki bahtına

Ey karşılıksız dostluklara evini açan kalbim
Al götür beni Eyyüb’ün çile mesaisine
Ey dünyanın en saf, en kaim duygularının mekânı olan çocuk
Al götür beni masum bakışların mutluluk özlemine

Gözlerimden denize yansıdı hazin bir dekor
Açıl sır perdesi artık açıl, nedir sırtımdaki kambur
Ne olur, sonsuzluk yolunda beni son limana bırak, ey vapur

Ey bir yanı kıvılcım, bir parçası kor olan kalbim,
Ey bir tarafta sevgileri, bir tarafta hüzünleri besleyen kalbim,
Ey Leyla ile Mecnunun aşkına eş değer bir aşkı büyüten kalbim,
Her gün içimde büyük bir kıyamet kopar kimse anlamaz,
Neden, ama neden, ben miyim yeryüzünde en büyük günah
Yıkıldı, dünyanın zulüm saltanatı ey kalbim, üzülme
Bu dünyada sevinç diye bir şey var mı bilmiyorum?
Ben hep derin bir hüsranı yaşadım
Dökülün yere yıldızlar, dökülün,
Gümüş duygularım yükselsin

İsmail Okutan
Share
Share

Zihnimiz ve kalbimiz binbir parçaya bölündü. Her tarafa yetişmeye çalışıyoruz. Yorgunuz, asabiyiz ve gerginiz.
Hayatın gürültüsünden birbirimizi göremiyoruz. Bağırıyor ama sesimizi duyuramıyoruz. Gürültü var; bağıranların sesini duyamıyoruz.

Bakmalı, görmeli ve seyretmeliyiz. Seyrimizi not etmeliyiz.
Vakit daraldı çünkü ve sözler birikti. Vakit daraldı ve söyleneceklerin çoğu henüz söylenmedi.

Durup dinlemeliyiz,
Durup dinlenmeliyiz,
Durup düşünmeliyiz,
Ama durmalıyız önce.
Durmalı, durulmalı, durulanmalıyız. Ve içimize doğru bir yolculuğa çıkmalıyız. Yola çıkmalı, yolda olmalı ve yol almalıyız. Yolu bulmalı, yol olmalıyız. Ne demişti şair:
“En uzun yoldur, insanın içi”

Ömer Tuğrul İnançer
Share

Ne sağ olmak murâdımdır ne ölmekten kaçar gönlüm
Cihânda hasta-i aşk olalı bir hôşça hâlim var.

-Muhyî-
Share
Gördük ki ,mekan değildir zamandır önemli olan ve lakin o da değildir eylemdir önemli olan ve dahi o değildir kalp olmadıkça.

-Cahit Zarifoğlu-
Share

Beyaz karlı, kara çamlı iri dağ
Heybet nedir, ne değildir? . De hele.
Geceleri yapayalnız kalınca
Uzlet nedir, ne değildir? . De hele.

Hiç başın ağrır mı, yoruldun mu hiç?
Birine küstün mü., darıldın mı hiç?
Sevdin mi, öptün mü, sarıldın mı hiç?
Hasret nedir, ne değildir, de hele.

Neşeyi ne tartar, gamı kim ölçer
Acı söz yarası kaç yılda geçer
Beklemek sancıdır, ayrılık hançer
Gurbet nedir, ne değildir? . De hele.

Düşlerine aldandın mı uykunun?
Kucağında büyüdün mü korkunun?
Taşınması zor mu zillet tokunun?
Dehşet nedir, ne değildir? . De Hele.

Ormanın var, pınarın var, kuşun var
Dört mevsimde bulut saçlı başın var
Bilmem amma bir uzunca yaşın var
Mühlet nedir, ne değildir? . De hele.

-Abdurrahim Karakoç-
Share

Rüştü Uzel, ressam Bedri Rahmi'nin "Memurlar Çalışırken" adını verdiği tablosunu gördüğünde "Bu ne?" diye sormuş.
Bedri Rahmi cevap vermiş:

- En realist(gerçekçi) eserim.

- İyi ama, demiş Rüştü Uzel, ortada çalışan felan görmüyorum ben.

Usta ressam:

- Tamam işte!.. diye gülümsemiş. Onun için "realist bir eser" diyorum ya!..
Share

Eskiden dünyada görünüşte dağınık ama iç dünyaları derli toplu insanlar vardı.
Oysa şimdikilerin dış görünüşleri derli toplu ama iç dünyaları dağınık.

-Sadi-
Share

Evini bir parti sonrası temizlemek için saatlerce uğraşıyorsan
Bir çok arkadaşın var demektir.
Faturalarını ödeyebiliyorsan
Bir işin var demektir.
Pantolonun biraz sıkıyorsa
Aç kalmıyorsun demektir.
Gölgen seni izliyorsa
Güneş ışığını görüyorsun demektir.
Otobüsten indiğin yerden işyerine yolu uzun buluyorsan
Yürüyebiliyorsun demektir.
Hükümet hakkında eleştiri yapabiliyorsan
Konuşma özgürlüğün var demektir.
Yanındaki adamin sesinden rahatsız oluyorsan
Duyuyorsun demektir.
Camları silmen , çatıyı onarman gerekiyorsa
Bir evde yasiyorsun demektir.
Doğalgaz faturan yüklü geliyorsa
Isınıyorsun demektir.
Yığınla yıkanacak ve ütülenecek çamaşırların varsa
Yığınla giyeceğin var demektir.
Çalar saatin sabahın nurunda çalıyorsa
Yaşıyorsun demektir.
Aksamları kendini yorgun hissediyor ve bacakların ağrıyorsa
O gün üretici olmuşsun demektir.
VE TÜM BUNLARIN FARKINA VARABİLİYORSAN!
MUTLUSUN DEMEKTİR
MUTLULUK...
Sorunsuz bir yaşam değil,
Onlarla başa çıkabilme yeteneği demektir...
Share

AŞK

Sarp kayaların dehlizinde saklı,
Tılsımlı define gibidir.
Ele geçirilmesi bir hayli zordur.
Sabır ve meşakkat ister.
Ele geçen definenin muhafazası ise
O defineyi bulmaktan daha zordur
Sadakat ve istikamet ister...

MAŞUK

Kaf dağının ardındaki zümrüd-ü anka kuşu gibidir.
Pek nazlıdır,
hiç ihmale gelmez.
Teslimiyet ve muhabbet ister

AŞIK

Aşığın durumu ise çok farklıdır.
Ne cehennem ister ne cennet.
Ne saltanat ister ne servet.
Sevildiğini bilmek yeter ona.
Buna da diyet ister
En mühimi de, koca bir yürek ister...

Seyyid Tacettin Erol
Share
Denemediği bir şey kalmayan insan, acaba bir gün insan olmayı deneyecek mi?

Ali Ural
Share

Âşık olmuştur güneş ey dilber-i ra'nâ sana
Dolanır dünyâyı hergîz bulamaz hem-tâ sana

(ey güzel sevgili...güneş sana aşık olmuş, senin bir benzerini bulabilir miyim diye de dünyanın etrafını dönmekte..fakat senin eşin benzerin olmadığı için, biçare dönüp durmakta...)

-Necatî-
Share
Share
Ağlayabilir miyim gönlüm?
Müsaadenle..
Şöyle katıla katıla şimşekli bir gökyüzü gibi...
Günaha batan tüm kirliliğin ile...
Ağlayabilir miyim?
İzin ver lütfen...
Şöyle inceden yağan yağmur masumiyeti gibi...
Öylesine ama ölesiye...
Bu can çıkana kadar bedenden...

Nefsimin nefesi kesilesiye...
Pembe güller mor menekşelere düşesiye...
Sol yanımın ateşi yükselesiye kadar...
Kendi omzumda kimseciklere yük olmadan,
Ağlayabilir miyim?

Şemsiyem önümde gökyüzünün ağlama isteklerime mukabele etmesini beklerken,
Karşımda duran ihtiyar dağın ardındaki gün boyu tebessüm eden güneşi kaçırmış gibi...
Dizlerimin bağını çözen sahtelikleri anlatırken kalem kırmış gibi...
Yabancılar içerisinde bulunan tek dostu terk etmiş gibi...

İç çeke çeke...
Düşürebilir miyim küskün damlaları elime...
Sonra da hiç ağlamamış gibi,
Hiç hissetmemiş gibi acizliğimi...
"Bir şeyim yok"larla tekrar katılabilir miyim?
Ağlamayı bile çok gören kendi kalabalığıma,
Ve...
"Bu son" diyecek kadar vefasız olabilir miyim?
Gözyaşlarıma...

Hümeyra Özdemir
Share

...istersen öl yaşamak için, istersen yaşa ölmek için...

Mihail Nuayme
Share