"düşün, düşün ki düşün gelişsin"

Image Hosted by ImageShack.us

Hükümdar Timur hapse düşer bir gün,
ve umudunu yitirir.
Allah’ın işi bu ya, karıncayla karşılaşır,
yâda karınca azmini Timur’un gözüne sokar!
Bir buğday tanesidir karıncanın hikâyesi.
Kendinden kat kat büyük bir buğday tanesini
yuvasına ulaştırmak için her gün çabalar durur,
defalarca defalarca dener.
Yorulunca yuvasına gider biraz dinlenir,
sabah kalkıp bakar Timur,
karınca yine buğdayın peşindedir…
Saymaya karar verir Timur,
kaç kez düşürüp kaç kez tekrar kaldırmaya çalıştığını…
Bini geçer, yorulur saymaktan azmini, umudunu.
Karınca hiç yorulmaz yıkılıp doğrulmaktan.
Bir sabah ne görsün, şaşar kalır hükümdar,
karıncanın sırtında bir buğday tanesi var…
Timur karar verir o sabah, karıncanın taklitçisi olmaya,
O kararında ne kadar sadık olabilmiş bizi bağlamaz ama
bu hikâye bir yol açsın dileriz tükenmiş umutlara…
Bir sabah gerçekten gücüm kalmadığını anladığımda
kalkar kalkmaz gözümün çarpacağı bir yere
küçük bir not iliştiririm.
KALBİM!
Ne olur karıncayı unutma!
Karıncanın Sahibini ise asla unutma!…
Share
Ne ayazda bildim soğuk nedir
Ne ateşte öğrendim sıcağı
Aslında ne gök mavi
Ne yaprağın yeşili sahi
Ne gerçek bu kadar yalan...
Ne doğru bu kadar eğri
Ne sevap bu kadar günah
Aşk ile olduğu zaman…

Öğrenmek aşk iledir
Büyümek aşk ile…

Aşk, dalgalandığın zamanın içindedir ki sonrasında arayışın biter ve durulursun. Durgunluğunun sebebi yorgunluk değil, olgunluktur…

Ve sonrası koca bir deryada sakin ilerleyişler… Ayakları sağlam basan bir sevgi… Onurlu duruşuyla hayran bırakan duygular, doğru ve yerinde haller…

Büyümüş, katmerleşmiş, olgunlaşmış, pişmiş sevgileri yeşertmek için önce aşk ile bakmak lazım, her ne yöne bakılacaksa…

Emine Batar
Share
Canı cânân dilemiş vermemek olmaz ey dîl
Ne nîza eyleyelim ol ne senindir ne benim

-Fuzûlî-

Şerhi: Ey gönlüm, canımızı sevgili istemiştir, sevgilinin isteğini geri çevirmek olmaz, boşuna tartışmayalım seninle, zira bu cân ne senindir ne de benim.Bu can sevgilinindir.( Onun olan bir şeyi ona vermemek olmaz.)

Share
Bir veda değil midir her nefes?
Akan zaman, çalan saat, ölümden ses...
Akıl başka söyler, başkadır heves...
Fani kısa faydasız olmasın ömür
Kabirden başka bir yer, mekan var mıdır?
Para, şöhret şan, söyle yar mıdır?
Bir metre çukurda son bulur ömür...
Adımlasak ömrü belki üç adım
Dostluğa açım, Hakka susadım
Allahın rızası almak muradım
Bir kefen değil mi sonu su ömrün
Ta ademden bu yana çağırır ölüm
Sızlıyor yüreğim, acıyor gönlüm
Boş verme arkadaş sanadır sözüm
Öyle de böyle de BİTİYOR ÖMÜR.!

Ali Oktay
Share
Sâmi Efendi Hazretleri, Daru'l-Fünûn Hukuk Fakültesi'ni yeni bitirmişti.
Onun güzel hâlini ve tertemiz sîretini pek beğenen bir Allâh dostu:
- Evlâdım, bu tahsîl de güzeldir ama, sen asıl tahsîli ikmâl etmeye bak. Seni irfân mektebine kaydedelim, orada da gönül ilimlerini ve âhiret sırlarını öğren. dedi.
Ardından ekledi:
- Evlâdım, o mektebde nasıl eğitim yaparlar, ne öğretirler bilemem. Ama bildiğim bir şey var ki, bu tahsîlin ilk dersi incitmemek, son dersi de incinmemektir...
Share
Sana Meryem’in Temizliği İle Gelmek İstiyorum
Günahlarla Kirlenmeme İzin Verme.
Sana Musa’nın Duası İle Geliyorum
Şeytana Uymam İçin Peşimden Koşanlardan Beni Kurtar.
İsmail’in Tevekkülü İle Boynumu Büküyorum.
Beni Ve Soyumu Sana Kul Olarak Yaşat.
Sana İsa’nın Ruhu İle Geliyorum.
Beni Katına Almanı Diliyorum.
Sana Yunus’un Duası İle Yalvarıyorum.
Beni Yutan Nefsimin Karanlıklarından Kurtarmanı Bekliyorum.
Rabbim, Sana Yusuf’un Gömleği İle Geliyorum.
Beni Düştüğüm Ümitsizlik Kuyusundan Çıkarmanı Diliyorum.
Sana Muhammed Mustafa’nın Kulluğu İle Geliyorum.
Beni Miraca Çıkarmanı Bütün Sıkıntılarımı Gidermeni Diliyorum…

D.Ali Erzincanlı
Share
Bugün evde bir acayiplik var. Herkes sessizce işine okuluna gidiyor. Annem 'Zeynep hadi sana kahvaltı hazırlayalım' dedi. Kimse yemek yemiyor, su içmiyor. Ablam bile!
Ramazan 5
Önce diyet yaptıklarını sanmıştım. İzledim hepsini. Akşama doğru hepsi sessizleşiyor. Sofrayı hazırlayıp ezanı bekliyorlar. Onları böyle seyretmek, öyle hoş ki… Başka zaman, susmak bilmeyen ablamın bu hali içten içe güldürüyor beni. Ama gülmeye cesaretim yok.
Ramazan 9
Niye böyle yapıyorlar? Ablama sordum, 'büyüyünce anlarsın' dedi. Zaten başka ne der ki… Anneme sordum, Ramazan dedi. Babama sordum, Oruç dedi.
Ramazan 11
Bu Ramazan ve Oruç isimli iki kişi, bizimkilere yeme-içme yasağı koymuş demek. Arkadaşım Fatma'ya sordum. Onun ailesi de gündüzleri yemek yemiyor su içmiyormuş.
Ramazan 14
Kaşık çatal sesleri, konuşmalar duydum. Uyandım. Babama haber vermeye koştum, yatağında yok! Çaresiz, huysuz ablamın odasına koştum. O da yok! Korkmadım, 'ben bu hırsızların hakkından gelirim' dedim. Aldım elime paspasın sapını, aniden açtım mutfak kapısını.
Sopamı havaya kaldırdım öylece kaldım oracıkta.
Bizimkiler yemek yiyorlar! Vay uyanıklar. Gündüz Oruç ile Ramazan'dan korkup gece yiyorlar.Bir de üstüme gülüyorlar…
Korkaklar.
Ramazan 17
Önceleri, Oruç ile Ramazan'ı bulup şikâyet etmeyi düşündüm. Fakat ablamın yemek yemedikçe pamuk gibi yumuşadığını fark ettim. Babam ile Annem de artık tartışmıyorlar.O zaman devam. Belli ki Oruç ve Ramazan iyi kalpli iki amca.
Ramazan 19
Her gün bize beyaz başörtülü teyzeler geliyor. Oturup birlikte Kur'an okuyorlar. Her zaman ki gibi mobilyadan, gelinden, kaynanadan, konuşmuyorlar. Ellerini açıp herkese dua ediyorlar. Sevim teyze de başını örtmüş. Çok da yakışmış
Ramazan 22
Her şey aynen devam ediyor. Televizyonlar bile uslu uslu konuşuyor. Hepsi akşam ezan okuyor. İftar iftar deyip bütün şehir birden yemeğe başlıyor. Ne hoş.
Ramazan 24
Oruç'u merak ediyorum. Geçen gün Ayşe teyzem annemle konuşuyorlardı. Şöyle şöyle yaparsam Oruç bozulur mu? Yok, böyle olursa Oruç kaçar mı? Demek ki Oruç, çok duygulu birisi. İnsanlar kötü bir şey yapınca bozuluyor. Kötülüğü gördüğü yerden kaçıyor.Oruç'u ve Ramazan'ı artık iyice merak ediyorum. Onlarla tanışmaya can atıyorum.
Ramazan 25
Bu günlerde herkes Kadir gecesinden bahsediyor şimdiye kadar, gecesi olan bir adam göremedim. Bu Kadir de kim? Bin aydan hayırlı gecesi varmış. O gece uyumamak, namaz kılmak, Kur'an okumak önemliymiş.
Ramazan 26
İftarı çok sevdim. Akşam yemek yemeye İftar diyorlar. Gece yemek yemenin adı da Sahur. İftar sonrası eğlenceler oluyor. Babam camilere götürüyor bizi. Herkes sokaklarda, camide, neşe içinde.
Ramazan 28
Merak içinde beklerken uyuyakaldım. Kadir, gecesiyle beraber gelmiş gitmiş. Ben göremedim. Anlayamıyorum. Bu yüzden ağabeyimi çok özlüyorum. Ablama soru sormaya kalksam, bana doya doya gülüyor. Sonra da arkadaşlarına anlatıyor, birlikte gülüyorlar. Sinir oluyorum.
Abim uzak bir şehirde üniversitede okuyor. 'Abim ne zaman geliyor?' diye anneme soruyorum. 'Bayram gelsin, onda gelecek' diyor. Oruç, Ramazan, gece gelen Kadir'den sonra şimdi de Bayram!..
Soramıyorum 'Bayram kim?' diye. Neden o gelmeden abim gelemiyor? Belki de ağabeyimin arkadaşıdır. Çok özledim abimi. Bayram'ı da alsın gelsin tanışalım.
Ramazan 29 / Arefe
O kadar erkek isminden sonra bugün nihayet bir bir hanım ismi duyabildim. Arife diyemiyorlar mı ne? Arefe diyorlar. Niye Arefe? 'Arife' olması gerekmiyor mu? Yengemin adı gibi yani… 'Arefe geliyor, daha temizliği bitirmedik diyor annem. İyice telaşlandılar. Bir Bayram diyorlar, bir Arefe, harıl harıl çalışıyorlar. Temizlik yapılıyor. Yemekler hazırlanıyor. Anneme 'Bayram ne zaman gelecek?' dedim, 'Arefe'den sonra' dedi. Demek ki Bayram ile Arefe evli değil. Akraba da değil. Kafam karma karışık. Salih abim bi gelse de her şeyi bana anlatsa.
Ve Bayram geldi
Sabah kalktığımda, herkesi kahvaltıda yakaladım!. Oruç öldü herhalde diye düşündüm. Abim gece gelmiş. Sevinçten haykırdım. Çok özlemişiz birbirimizi.Bütün olanı biteni bir güzel anlattım abime. Yüzüme bakarken, bana tebessüm ettiğini gördüm. Ablama sormamakla ne iyi ettiğimi anladım. Abimin tebessüm ettiği yerde, ablam kahkaha atar. Abime küser gibi yaptım hemen gönlümü aldı. Bana her şeyi baştan anlattı, bu sefer de ben gülmeye başladım.
Abimden söz aldım. Kimseye anlatmayacak, konuştuklarımızı yazmak için izin istedi..) Ben de verdim.. Ramazan günlüğü işte böyle ortaya çıktı. Abim buna bir de isim buldu: 5 Yaş Sendromu. Sendromu anlamadım. Ama olsun, abime güveniyorum. Gerçi ablam'a göre 4 yaşındayım. Annem 5 yaşında olduğumu söylüyor. Babam daha 4 yaşından gün almadı diyor. Abim 'bu konu beni aşar' diyor.
Bayramı çok sevdim. Ama ablam tekrar o sinirli haline dönecek diye, Ramazanın gidişine çok üzüldüm. Bizim için her gün Ramazan olsa!.. Ne iyi olur.

Share
AYVA DERKİ: Kalbinizde sıkıntı olursa beni yiyiniz.

AYVA YAPRAĞI DERKİ: İshaliniz varsa beni içiniz.

ÜZERLİK TOHUMU RİCA EDİYOR: Midenizde yanma ekşime varsa lütfen benden 1 çay kaşığı yutunuz.

KURU İNCİRE KULAK VERİNİZ: Eklem ağrılarınız varsa akşam sabah benden üçer adet yeyiniz. Acele etmeyiniz sindirerek beş dakikada yeyiniz.

DEFNE TOHUMU DİYORKİ: Kabuğumu soyup atarsan içimi toz yapıp bala katarsan ve günde 3 tatlı kaşığı midene atarsan ÜVEYT; üvey evlat yaparım başka tarafa atarım.

FARFARA SESLENİYOR : Ben çok yerde varım, kuşatırım dağları, kaynatıp içersen yok ederim yağları.

KARANFİLDEN TAVSİYE: Beni toz yapıp inek sütüne karıştır, akşam sabah midene yarıştırsan eşine üstün gelirsin.

MAHLEB’E KULAK VERELİM: Şekeriniz düşüyorsa benim tozumdan 2X1 tatlı kaşığı yutunuz.

KARABAŞ ÇİÇEĞİ SÖYLÜYOR GERÇEĞİ: Kaynamakta olan 2 su bardağı suya benden 2 tatlı kaşığı atınız. 20 dakika demleyiniz süzünüz. 1 çorba kaşığı bal 1 çay kaşığı elma sirkesi karıştırınız. 15 dakika sonra yudum yudum içiniz. 40 akşam devam ediniz ki, beyin damarlarınız açılsın.
Share
Bir aşk bulsam, yağmurunda ıslansam
Bir dost bulsam, irfanında beslensem
Bir dağ bulsam, sinesine yaslansam
Yalınızlığım bitermola, bilmem ki?

Abdurrahim Karakoç
Share
Hoş geldin ey suskun sevgilim;
Tut sözünü; sus. Mühürle dudağımı, sesimi tut, lâl eyle çığlıklarımı.
Nahoş avazların uçurumlarından çek dilimi. Yalanların kuyularından çekip çıkar nefeslerimi.
Göklü söz ağaçlarının bengisuyuna kat hecelerimi.
Hoş geldin ey yüzü gamzelim; B/akışının menzilinde tut gözlerimi. Tir-i müjgan dokunuşlarınla delik deşik etkibrimi. Gör(e) meyip de seni, göster(e) meyip de yanımda yöremde, görür gibi huzurunda tut çaresiz yetimliğimi.
Hoş geldin ay yüzlüm benim; Tutsaçlarımın kakülünden, kaldır yüzümü yerden. Utancımı tebessümünün kıvrımlarına dola, yut. Pişmanlığımı gül yanağının yamaçlarına sar,uyut. Dağıt neşemin saçlarını, hüznün tenine yasla umarsızlığımı.
Hoş geldin ey hesapsız sevincim; Tut elimi. Avuçlarında tut uzanamadığım uçurum çiçeklerimi. Geri ver uzakdal uçlarına terk ettiğim huzur meyvelerimi. Tut Ferhad’ımın elinden,şirin vuslatların köyüne taşı yüreğimi. Tut Züleyha’mın elini, önü/ardıyırtık gömleklerin kuyusuna zindanına düşürme nefsimi. Hoş geldin ey ruh ikizim; Tut,ardında tutulduğum aynalara tut yüzümü... Tut ki aynalarda avuntubulamayan, bakışlarında kendini tanımayan, özlediğinde kendinevaramayan, yüzünü yakmış bir hastayım. Gözbebeğinde tut beni.Ayıplamadan, tiksinmeden bakışının ışığından yüz ver bana. Tut kiresimli el ilanları asılmış bir kayıp çocuğum; duvar diplerine asılıumarsız bakışların kovduğu bir lüzumsuzum. Tut kolumdan, ardın sırasürükle, yuvama götür. Tut ki mürekkebin hiç hatırını sormadığı yırtıkbir kâğıt, kalemin hiç içmeyeceği unutulmuş bir sözüm. Aklında tut beni; diline dola, dudağına değdir, cümlede kullan, tut bir şiirekafiye eyle beni. Tut ki üzerindeki rakamları ciddiye alınmayan kalpparayım. Elinde tut, say beni, inci mercana sat beni. Işığa tut yüzümü; sahih kıl beni.
Hoş geldin ey son tesellim; Göz yaşımı yanağında tut, taç yapraklarına taşı ağlayışımı. Şehvetin kirinden sıyır, tenin tozundan ayıkla kalbimi.
Hoş geldin ey kalbimin göğü; Tut kanatlarımdan, rahmete yapıştır teleklerimi, yücelere yükselt bedenimi. Yağmurları tut sakla hüznümün bulutlarında.
Hoş geldin ey bin bahar neşesi; Tut elimden sımsıcak, karanfillerin kûyuna götür beni, güllerin suyuna kat demimi, demkeş eyle gönlünün pervazına kalbimi.
Hoş geldin ey ışıltılı libasım; Tut yakamdan, giy beni, giyindir beni, ört bencilliğimi, üşümeye terk etmebendeni. Omuzlarıma sarıl şal gibi, rızana razı eyle beni.
Hoş geldin ey kan davalım; Tut(i) ki yakamdan, tutukla beni, yetimlerin yüzüne çalıp pare pare eylecimriliğimi. Bağla ayağımı yokluklara gitmekten. Bileklerimi kelepçele,yasakla ellerime biriktirmeyi.. Hoş geldin ey açlığım; Tut ve at sahte doymuşluklarımı, teni üzerimden sıyırıp ruhun semâsınasavur beni. Çıplak bırak cümle duyarsızlıklardan. Yırt at yüreğimdeki yalancı tesellileri.
Hoş geldin ey sırdaşım; Tut beni, sobele.Saklandığım yerde bul beni. Şehrayinlere kat. Gizlice kaçır evden.Mahyaların ışığına kat gözlerimi. Kan/dillerin fısıltılarını lerzangönüllere karıştır. Kanlıyı hunrîz ile barıştır ki ihanetler yatışsın,nefretler sönsün, yalnızlıklar sussun..
Hoş geldin ey gam telim; Tut getir o mahur besteleri. Notaların ahengine böl kırgınlıklarımı. Şarkı eyle, ezberinde tut kırık sözlerimi. Mızrabının ucunda titretiver yüreğimi, aşka sürgün et kelimelerimi, göklü salkımından emzir kuşluk vaktimin ümitlerini.
Hoş geldin ey güz yağmurum; Sağanağına tut bu çorak gönlü. Seline kat yangınlarımı. Damla damla denize at kanayan yanlarımı. İçimde uyuyan tohumları uyandır, baharlara taşı/ryüreğimi. Hüznümün sarı yapraklarını toprağa kat.
Hoş geldin ey orucum;
Acıktım sana; sofrana oturt beni.
Acıttım içimi; göğsünde avut beni.
Aktım sana; damla damla yut beni.
Aldandım sahte ışıklara; beşiğinde uyut beni.
Ağular içtim bal kâselerinden; döşeğinde sağalt beni.
Azaldım nisyanlar içinde; gözlerinde çoğalt beni.
Ağına düştüm isyanların; tut elimi, doğrult beni.
Ağzına düştüm yalanların; tut dilimi, doğruda tut beni.
Ayartısına kandım anlık sevdaların; tut gözlerimi, körelt beni.
Arı duru kalamadım, bulandım; el üstünde tut pişmanlıklarımı, durult beni.
Tut beni.

Senai Demirci
Share

Gelin hep beraber ağlayalım..
Hakkını veremeden eda edilen namazlarımıza ağlayalım..
Hakkını veremeden eğilip kalkmalarımıza ve bunlara namaz deyişimize ağlayalım
Aşıkla mâşuk misali Allah (c.c.) ile kulun buluşma noktası olan secdelerimizin ve seccadelerimizin hakkını veremeyişimize ağlayalım..
Günde en az beş defa sunulan af piyangosunu kaçırdığımıza ağlayalım..
Her bir namazda bütün günahlarımızdan arınma fırsatını kaçırdığımıza ağlayalım..
Uykunun kollarında gaflet içinde geçen zamanımıza ağlayalım..
Gaflet ile geçirilen ve boşa giden günlerimize ağlayalım..
Her gün onca hadise karşısında ürpermeyen kalplerimize ağlayalım..
Dua edin icabet edeyim diyen Rahman ve Rahim olan Rabbimize karşı dua etmeyişimize ağlayalım..
İsteyin vereyim diyen Rabbimize karşı sanki hakkında vaadinden dönmesi söz konusuymuş gibi, Ona güvensizliği işmam eder tarzda Ondan kamil iman, tam ihlas ve takva istemeyişimize ağlayalım..
Hiç ölmeyecekmiş gibi, toprak altına girmeyecek ve hesap vermeyecekmiş gibi yaşayışımıza ağlayalım..Kalbim temiz deyip her türlü fecaati işleyip kendimizi avutmamıza ağlayalım..
Evladımızın bizden, bizim de onlardan kaçacağımız günün gelip çattığı zaman keşkelerin hiçbir faydası olmayacağını bu dünyada anlamadan göçüp gideceğimize ağlayalım..
Her gün gözümüzün önüne serip sergilenen onca ibretlik hadiseler karşısında başımızı devekuşu gibi kuma sokup değişmeyen hakikat olan ölümü kendimizden uzak görüşümüze ağlayalım..
Günahı günah bilmeden ve ona tevbe edemeden günahlarımızı yüklenip huzur-u İlahiye gitme tehlikesinden bîhaber yaşadığımıza ağlayalım..
Dağlar cesametindeki günahlarımızı gördüğümüzde ben bu günahları ne zaman işledim Ya Rab diyeceğimiz o günden bîhaber yaşadığımıza ağlayalım..
Kuran bize yeter deyip sünnete sırtımızı döndüğümüz güne ağlayalım..
Peygamberlerin bile Efendimiz (sav) e ümmet olmayı isteyeceği o gün bu ümmet-i merhûmeden olamama tehlikesi karşısında halimize ağlayalım..
Gülün de dikenin de bağın da bahçevanın da sahibi belliyken onlara sahipmiş gibi davranma saygısızlığından dolayı ağlayalım..
Cüzî bir ibadetle ebedi cenneti vaad eden Sultanımıza karşı hak iddia etmek kabalığında bulunmamıza ağlayalım..Yokluktan varlığı çıkaran ve sonra da ebedi bir hayat vaad eden ve onu verecek olan Rabbimize karşı günde birkaç saat ibadet ve hizmet etmekten kaçışımıza ağlayalım..
Allah (c.c.) ım vücudumu o kadar büyüt ki benden başkasına cehennemde yer kalmasın diyenlere mukabil cenneti kendimize cehennemi başkasına layık görüşümüze ve o mübareklere ettiğimiz vefasızlığa ağlayalımİyi günde unutup kötü günde hatırladığımız Rabbimize gösterdiğimiz vefasızlığımıza ağlayalım..
İyi-kötü, dinli-dinsiz, said-şaki, müslüman, putperest, hristiyan, mecusi, yahudi demeden, hiç ayırt etmeden her gün hepsine nimetlerini bol bol veren Rabbimize karşı kulluğun ifadesi olan namaz, zekât, oruç, sadaka verme, Allah (c.c.) ı zikretme, emr-i bi-l maruf gibi ibadetlerde gönülsüz davranışımıza ağlayalım..
Üç kuruş sadaka ile cenneti satın almış gibi bir havaya girişimize ağlayalım..
Şeytanın bizi Allah (c.c.) , Rahimdir affeder diye diye kandırıp kulluk vazifelerimizi ihmal ettirme tuzağına düşürmesine ağlayalım..
Gelin hep beraber günahlarımıza ağlayalım..
Ağlayalım ağlanacak halimize güldüğümüze..
Kuruyan göz pınarlarımıza, yaşarmayan gözümüze ağlayalım..
Ve ağlayalım ağlayamadığımız için acınacak halimize..
Gelin hep beraber ağlayalım..
Ağlayamıyorsak bile hiç olmazsa gülmekten utanalım.

Hakan Yılmaz
Share
Share
Bazen;
Yıldızları süpürürsün, farkında olmadan
Güneş kucağındadır, bilemessin
Bir çocuk gözlerine bakar, arkan dönüktür
Ciğerinde kuruludur orkestra, duymazsın
Koca bir sevdadır yaşamakta olduğun, anlamazsın
Uçar gider, koşşan da tutamazsın.

W. Shakespeare
Share
Yeni Şafak Gazetesi yazari Mustafa Özel'in köşesine taşıdığı,yaşanmıs çok ilginç bir iş başvurusu hikâyesi:
Alttaki isbaşvuru formunu dolduran Mehmet Tartar'ın başvuru formuna yazdıgı cevaplar:
1. Adınız Soyadınız:
Mehmet Tartar
2. Yaşınız:
Yirmi sekiz.
3. Şirketimizdeki hangi pozisyon icin başvuruyorsunuz?
Mümkünse yatay bir pozisyon için. Eger daha ciddi bir cevap istiyorsaniz, ne iş olsa yaparım. Şart öne sürebilecek durumda olsaydım, burada bu formu dolduruyor olmazdım.
4. Düşündüğünüz ücret:
Aylık 5.000 YTL maaş arti yıllık kârdan yüzde 10 hisse! Eger bu mümkün degilse, siz bir ücret önerin, ben size evet yahut hayır derim.
5. Egitiminiz?
İdare eder
6. Son işiniz ?
Sadist bir sefin deneme tahtası olmak.
7. Son ücretiniz:
Hak ettigimin çok altında.
8. Önemli başarılarınız:
Arakladığım kalemlerden muhteşem bir koleksiyonum var; evde sergiliyorum.
9. İşten ayrılma sebebiniz:
Bkz. Cevap 6.
10. Size ulaşabilecegimiz saatler:
Banka atm'si gibiyim: 7/24.
11. Çalısmak istediginiz saatler:
Pazartesi, Salı ve Persembe 13.00-15.00 arası.
12. Şimdiki işvereninizle görüşebilir miyiz?
İşverenim olsa burada olmazdım.
13. Fizikî durumunuz 20 kilogramdan fazla taşımanıza engel mi?
Belli olmaz, ne taşıdığıma bağlı.
14. Otomobiliniz var mı?
Evet, ama soru yanlış sorulmuş. "Çalışır durumda bir otomobiliniz var mı?" diye sorsaydınız, cevabım farklı olurdu.
15. Daha önce bir yarışma veya madalya kazandınız mı?
Madalyam yok ama lotoda iki kere 3 tutturdum.
16. Sigara içiyor musunuz?
Otlanacak bir enayi bulabilirsem.
17. Beş yıl sonra ne yapmayı hayal ediyorsunuz?
Bana tutkun zengin bir fotomodelle Bahama Adaları'nda yaşamayı.Bir yolunu biliyorsanız bunu beş yıl beklemeden de yapabilirim.
18. Yukaridaki bilgilerin doğrulugunu taahhüt ediyor musunuz?
Hayır, ama sıkıyorsa aksini iddia edin.
19. Sizi bu başvuruyu yapmaya iten gerçek sebep nedir?
Birbiriyle tutarlılık derecesini kestiremediğim iki cevabım var:
a) İnsan sevgisi ve tüketicilerin iyi beslenmesine katkıda bulunma arzum.
b) Gırtlağıma kadar borca batmış olmam..

SONUÇ: Mehmet Tartar işe alındı.
Share
Sevmek
Güzel meslek
Ama zor
Can dayanıyor dayanmasına
Ama yürek
Gitti gidecek

Bedri Rahmi Eyüboğlu
Share
Kırgın durduğuma bakma, aslında bende herşey aynı. Hüzünlere olan bu bağlılığım, eskiden kalma. Hüzünler biraz daha sanki bana benziyor.“Hiç değişmeyeceksin” diyor bir dostum.
Bu söz , tarifi imkansız bir mutluluk veriyor bana. Aslında yeni bir başlangıç için; yaşım ve rüzgar müsait. Ama gerekli dermanı dizlerimde ve yüreğimde bulamıyorum. Yokuşları çıkarken yaşıma yakışmayan bir daralma oluyor nefesimde. Bu darlıkta neyi değiştirebilirim ki? Yaşım daha küçük yüreğimden.

Ben aslında rüzgar olsam, hep doğudan eserdim.
Ben aslında, hayatın sayfalarına ölüme dair dipnotlar hiç düşmedim.
Ben aslında, bir gün kapımın umuttan yana çalınacağına emindim.
Ben aslında, hayat ile hayali hep birbirine karıştırırdım.
Ben aslında anladım, yaralarıma uzanacak ellerin çok uzak olduğunu.
Ben aslında anladım, cami avlusuna terkedilen kundaklık bir çocuktan bir farkım olmadığını.
Ben aslında anladım, hayatımın hep yamalardan ibaret olduğunu.
Ben aslında, cürmüm kadar yer yakardım. …..

‘Neyse’ deyip toparlanmalıydım artık. Dökülen cümlelerimi, kırılan gençliğimi, darmadağın olan hayatımı onarmalıydım ve yeniden kalkabilmeliydim düştüğüm yerden. Bu kadar hassas olmanın vakti değildi artık. Küçük yaralarımla uğraşarak kaybedecek vaktim yoktu. Zira hayatın tutunacak dalları vardı. Asılmalıydım ben de zayıf kollarımla hayata; sabrı öğrenmeliydim. Sıkıca tutmalıydım bana uzanan elleri.Değişmem zor aslında. Acılar hep aynı çünkü. Acılarım hep aynı…
Yine de değişmeliyim, ey rüzgarlı hüznüm. Ne tarafa eseceğin belli değil, biliyorum. Biliyorum, denizi özlemem de kâr etmez. Kimbilir belki masal olsaydı yaşadıklarım, bir umut olurdu hep Kafdağı’nın ardında. Ama masal değil yaşadığım, biliyorum. Belki de oturup ağlayarak başlamalıyım değişmeye…
Oturup ağlamalıyım halime.
Belki tebessümlerimin bereketsizliği de terkeder beni böylece, kimbilir..
Zeynep Özcan Şeker
Share
Teknolojinin ilerlemesinin hayatımıza sağladığı kolaylıkları göz ardı edemeyiz.
Yalnız bu kolaylıkların tembellik gibi bir getirisi varsa biraz düşünmek gerek! Teknolojik araçların en başında bilgisayarlar geliyor. Geliyor gelmesine de ‘gelen gideni aratır ‘ kabilinden yola çıkarak gideni aramalıyız diye düşünüyorum. Giden mi kim ? Acele etmeyin efendim anlarız birazdan :)
En vazgeçilmezimizin bilgisayar ve internet olduğu aşikâr, dünyanın öbür ucundan iletişime geçmek sadece birkaç saniyemizi alıyor, resimlerimizi, yazılarımızı kaydediyoruz, düzenliyoruz daha doğrusu kopyalayıp yapıştırıyoruz tıpkı başka yaşamları kopyalayıp hayatımıza yapıştırdığımız gibi. Örnek almak, özenmek, gıpta etmek güzel; ama bunları o kadar tembelleşerek yapıyoruz ki, ‘kopyala-yapıştır’dan öteye geçemiyor. Örnek alarak ya da özenerek kendimizi geliştirmek, yeni şeyler üretmek gerekirken taklitten öteye geçemiyoruz. Ve bilgisayarların sağladığı kolaylıkları işimize, içimize ve duygularımıza yansıtıyoruz. Dosyaya kaydedilmiş bilgiler gibi ne yapacağımıza, ne hissedeceğimize bile örnekler yetiyor, nerede mutlu olacağımıza, nerede öfke duyacağıza bile kendi benliğimiz değil de, taklit edilenlerin duygularını alıntılıyoruz. Tamam kopyalayıp yapıştıralım da öylece kullanmayalım, üzerinde düzenlemeler yapalım, keselim, kırpalım, eklemeler yapalım, piksel değerini yükseltelim ve farklı kaydedelim.
Yaşamımızda emeğimiz olsun ki kıymetini bilelim sevincin, hüznün, başarının, kaybetmenin. Giden fikir üretmeyi, emek harcamayı, zamanın değerini ve kendimize ait hislerimizi arayalım. Hadi gelin yeni bir klasör oluşturalım zihnimizde ve içine bize biz olduğumuzu gösteren belgeler kaydedelim, ne dersiniz ?

"abherî"
Share
Ehl-i temkinem beni benzetme ey gül bülbüle
Derde sabrı yok anın her lahza bin feryadı var.

-Fuzûlî-

Şerhi: Ey gül ben temkinli biriyim( ağırbaşlıyım, dikkatliyim) beni bülbüle benzetme, çünkü onun dertlere sabrı olmadığı için durmadan feryad ve figan ediyor.

Share
En moda isyanlar yaşadım; demode oldu, faydası olmadı…
En çılgın tavırlar taktım takıştırdım; hiçbiri bana yakışmadı!..
En trend elbiseler denedim ruhuma; hiçbiri bende şık durmadı!..
Allı pullu sözleri herkese dağıttım… Kırık dökük kendime ayırdıklarım!..
Taptaze hedefler koydum önüme… öylece seyrettim; sonunda bayatladı!..
Son kullanma tarihi geçmiş planlarla yola devam edilmez!..
Albenili düşler gerçeğe giydirilmez!..
Kimileri parlak düşler kurmayı sever…
Bense; göz kamaştıran düşlerin, gerçekleri görmemizi engellediğini düşünüyorum!..
Herkesin modası kendine!
Başkasının imkansızı, senin elinin altındadır belki de!..
Sen, kendi imkansızını seç!
Kendi zorunu zorla!
Başkasına bol gelen düşüncelerin sahibiysen; unutma, sana bol gelen de başkasında tam oturuyor!..
İnsanların sözleriyle vazgeçtiğin hayallerin var ya; işte onlar, “sen”sin!..
Başkasını değil; kendini yaşa!..
Sen, sen ol; seni yaşa!..

Sümeyra Demir
Share
Birkaç arkadaş bir olup hava almak ve eğlenmek için dolaşmaya çıkmışlar. Köyün dışından geçen bir derenin kenarındaki patika yoldan giderlerken bakmışlar ki bir adam derenin akan köpüklü sularının tam ortasında arkasında bir sandık, kafasında fıçı çemberinden yapılmış bir takke, ortasında sallanan bir çanla, çangur çungur ayakta çalkalanıp duruyor. Kendi kendine de durmadan konuşuyor. Adamcağız aklını kaçırmış gâlibâ demişler. Hele bir bakalım deyip adama sokulmuşlar. İçlerinden biri:
“Merhaba hemşerim” demiş. Adam “Merhaba kardeşlik” diye cevap vermiş.
“Suyun içinde ne çalkalanıp duruyorsun öyle?”
“Bizim köyün imamı câminin kilimlerini temizletmek istiyordu da ver ben temizleyip getireyim dedim. Ayağımın altında kilimler var. Onları yıkıyorum. İmam buna karşılık çıkarıp bana üç-beş kuruş verirse, fânî dünyâda geçinir gideriz.”
“Eee peki, o kafandaki çan ne?”
“Çan mı? Haa… Şu gördüğünüz tarla Hacı Receb’in tarlasıdır. Bu sene oraya bakla ekti. Kargalar deşip deşip yiyorlar. Ben kilimleri yıkarken nasıl olsa sallanacağım, sallanınca da çan çalacak değil mi? Kargalar korkup kaçarsa, zararları az olur. Receb de buna karşılık bana bir çuval bakla verirse, şu fânî dünyâda yeriz geçiniriz.”
“Eee pekâlâ o sırtındaki sandık de?”
“O mu? Yayık.Bakkal Ahmed Efendi ineklerinin sütünden yayıkla yağ yapar. Ben nasıl olsa sallanıyorum, sen yayığı getir benim sırtıma bağla, yağ olunca getirip sana veririm dedim. Yağdan bir avuç da bana verirse, şu fânî dünyâ da biz de yer geçiniriz dedim de.”
“Çok güzel. O elinde ördüğün şey ne?”
“Bu mu? Kahyâ Ali Efendi’nin oğlu Erzurum’a askerliğe gitti. Çok soğuk olurmuş oralar. Kalın fanila ördürmek istedi. Benim de ellerim boş, getir bana örüvereyim dedim. Bunun için de bana birkaç kuruş verirse, fânî dünyâda geçimime bir ek olur diye düşündüm.”
“Hay Allah çok hoş yâhu, öyleyse kendi kendine ne konuşup duruyorsun öyle?”
“Yok canım, ben ne konuşacağım. Bizim muhtarın kızı sizlere ömür geçen hafta rahmetli oldu da. Âilesi ona bir Yâsin okutmak istedi. Benim de ağızım boş. Yâsîn de ezberimde. Ben okuyuvereyim dedim. Onu okuyordum. Ne yaparsın fânî dünyâ.”
Soruları soran adam hayretle gülmüş ve : “Bunların hepsi iyi ya, şu dünyâ bâkî olsaydı ne yapardın acaba” demiş.
Share
Ramazan geliyor. Yine her mahallede mukabele okumaları başlayacak. Cıvıl cıvıl bir Kur’an iklimi saracak her yanı. Şeytanlar bağlanacak. Şeytanlar ki, sürüsü bir para; görüneni, görünmeyeni.. İnsan suretlisi, kravatlısı, papyonlusu.. Medyalısı, gazetelisi.. Sivili, resmisi, resmi hizmete mahsus olanıyla her tür şeytan…
Halkımız, Kur’an’ı yeni öğrenmeye “yüzünden okumak” veya “yüzüne okumak” adını verir. Hoş ve isabetli bir ad. Yüzünden veya yüzüne okumak tavsifi, öncelikle “ezberden okuma” yı ayırmak için kullanılır. Öyle ya, ezberden okuyan, yüzüne okuyandan daha makbuldür. Tabi ki, yüzüne okumak da, hiç okumamakla kıyaslandığında, bir gelişmedir. Aslında hiç okumamanın da gerisinde bulunanlar var. Onlar Kur’an’ın “canına okuyanlar”. En rezil olanları da “Kur’an’a meydan okuyanlar”. Allah onların şerrinden emin eylesin.
Kullananların çoğu farkına varmasa da, aslında “yüzüne okumak” tabiri, anlamadan okumanın en basit şeklini ifade eder. Peki, anlamadan ve satırdan okuyanın ki “yüzüne okumak” ise, ezbere okuyanın ki nedir? Onunki “yüzeysel” okumadır. Derinliğine okuma değil. Zira Kur’an vahyinin ilk emri olan “oku”, doğrudan anmayı içerir. Size biri “Oku, ama anlamasan da olur” dese, yüzüne “Sen iyi misin?!” dercesine şaşkın şaşkın bakmaz mısınız?
Peki, böyle bir şeyi Allah der mi? Kur’an’ı “apaçık bir Arapça ile” indirdiğini söyleyen Allah!.. Ki Arapça ile indirilmesi, anlaşılması için insanların konuştuğu bir dille indirilmesi vurgusunu taşır. Kur’an’ı iki de bir “mübîn” sıfatıyla (hem açık ve anlaşılır, hem de açıklayıcı) tavsif eden Allah… “Kur’an üzerinde hiç derin derin düşünmüyorlar mı?” buyuran Allah… Kur’an’ı “Tefekkür eden bir topluma” ithaf eden Allah… Sık sık “Ne kadar da azınız düşünüyor” diye tabir caizse sitem eden Allah… “Aklını kullanmayanı pisliğe terk edeceğini” buyuran Allah…
Yüzüne okuma tabiri bana hep Türkçemizdeki “yüzüne gülme” tabirini hatırlatır. Sizin için iyi şeyler düşünmeyen biri, en azından sizinle samimiyeti bulunmayan biri, size tebessüm ediyorsa, bunu “yüzüme gülüyor” diye ifade edersiniz. “Yüzden” olanlar, yürekten olmayanlardır. “Sathî” yerine uydurulan “yüzeysel” kelimesi de bu vurguyu taşır: Derinden olmayan, sanki kazımaya kalksanız yerinde yeller esecekmiş gibi olan…
Kur’an’ı yüzünden okumak da, Kur’an’ın yüzüne gülmek gibi bir şey. Kur’an’la samimiyetini ilerletmek isteyen müminler, “mukabele” okuma işini, yüzüne okumayla sınırlı tutamazlar. Düşünün ki, hanımefendiler her Ramazan mukabele okuyorlar. Kimileri bu işi 10 yıldan beri, kimileri, 20, 30, hatta 40 yıldan beri yapıyor. Bunca senedir Kur’an’ın “yüzüne okuyan” bu hanımlar bir türlü derinden okumaya teşebbüs etmiyor. Yani, hep yüzüne güldükleri Kur’an’ın bir de içine, yüreğine gülmüyorlar. Hep yüzünden tanıştıkları Kur’an ile samimiyeti bir türlü ilerletemiyorlar. Yürekten tanışmayı denemiyorlar.
Kur’an’ı anlama çabası, onu “içinden okuma”, dahası, “yüreğinden okuma” çabasıdır. Allah kelimelerin kalbine manaları indirmiştir. Kelimelerin kalbine indirilen manalar mümin insanın da kalbine inmelidir. Bunun için, Kur’an’ın yüzünden okumak yetmez. Ciğerinden okumak şarttır. Kur’an’ın yüzüne gülene, Kur’an da yüzüne güler. Kur’an’ın yüreğine gülene, Kur’an da yüreğinden güler.
Ağzını açan anlaşılmayı ister. Gülün açması, bülbülün ötmesi, kuzuların melemesi bile bir mesaj taşır. Yani “anlamanın” konusudur bütün bunlar. Kâinattaki her sesin bir manası vardır. Peki, İlahi sesin manası olmasın mı? Allah abesle iştigal etmekten münezzehtir. Kaldı ki vahiy bir “tilavet kitabı” değil, bir “hayat kitabı”dır. Bu yüzden hayata inmiştir. Onu değiştirmek için, kendi ifadesiyle muhataplarını “karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için” inmiştir.
Kur’an’ın aydınlığı, onu anlayan bir akla ve kalbe düşer. Düşünsenize bir, “Ben anlamıyorum ama, yaşıyorum” demek nasıl bir garabettir? Sahabe-i kiram, on ayet alırlar, onu iyice anlar, özümser ve yaşarlar, sonra bir on daha alırlarmış. Biz birbirimize sahabenin Kur’an karşısındaki bu ciddi duruşunu anlatacağımıza, falancanın bir gecede Kur’an’ı kaç kez hatmettiği türünden menkıbeleri anlatıyoruz. Dolayısıyla, Kur’an tasavvurumuz da “anlamaya ve yaşamaya” odaklı bir tasavvur olmaktan daha çok “otomatik tekrara” dayalı bir tasavvur olup çıkıyor.
Sonuç mu? Sonuç ortada: Kur’an, dünyanın en çok okunan fakat en az anlaşılan ve yaşanan kitabı olup çıkıyor.
Ramazan mukabelelerini, bir Kur’an’ı hayata taşımak için vesile bilelim. Binlerce, onbinlerce evden yükselen Kur’an tilaveti, önce anlamayı hedefleyen bir Kur’an kıratına dönüşsün, sonra da hayata. Binlerce, onbinlerce evden yalnızca Kur’an sedaları değil, bununla birlikte Kur’anî bir hayat yükselsin. İşte asıl o zaman Ramazan gelir. Gelir ve hiç gitmez. Gelir ve Kur’an’ın diriltici soluğunu alır getirir. Getirir de, bedenini ölü kalbini taşıyan bir tabut gibi gezdiren canlı cenazeleri diriltir.
Mustafa İslamoğlu
Share
Ok gibi doğru olsam, yabana atarlar beni,
Yay gibi eğri olsam; elde tutarlar beni,
Doğruda aç görmedim; eğride tok,
Eğri yay elde kalır; menzil alır doğru ok...

-Mevlana-

Share
Kendisini bildi bileli bu işi yapıyordu,
atalarından genlerine geçmişti bu huy ve hiçbir zaman sorgulamadı yaptığının doğru mu yanlış mı olduğunu.
Ne çıktığı dağları ne de kestiği yollardaki biçarelerin acısını düşündü.
Onun için önemli olan izinsiz çıktığı dağlardan inip yol kesip zorbalıkla en değerliyi almaktı ellerinden çaresizlerin. Evet eşkiya denince, dağlarda hayat sürüp yollar keserek insanların paralarını alarak geçimini sağlayan kişi aklımıza gelir. Ama bu eşkiya, gördüğümüzde bizi cazibesine sürükleyen AŞK elbisesini giyerek kendini gizlemişti bizden. Çıktığı gözlerden inmesini iyi biliyordu yüreklere.
Mavinin büyüsüne kapıldı
ve bir çırpıda bakışına takılıp çıkıverdi tepeciğe. Neye uğradığının farkında değildi henüz bakışın sahibi. Bakışlarını sürdürdü ve zihninin hâyâl odasında bir yer açtı. Aklının meşguliyetinin verdiği sarhoşlukla fark edemedi yüreğinin kaybını. Ayıldığında ise artık çok geçti, eşkiya evinin odasını açan misafirperverin en kıymetli eşyasını çalmakta gecikmedi ki zaten işi buydu ve çoktan sırra kâdem basmıştı.
Yüreğinin kapladığı yer yanmaktaydı ve bakışın sahibi gözyaşları ile söndürmeye çalışıyordu bu ateşi,
ama manevi alevlere gerçek su ne yapabilirdi ki ?
Şimdi de yeşildi gitmek istediği yer,
sanki ilkbaharı anlatıyordu bu gözler.
Gerçi ilkbaharı anımsatan yeşil, ummanları hatırlatan mavi, bozkırları gözünün önüne seren kahverengi ya da geceyi gösteren siyah fark etmezdi onun için. Önce yakalaması gerekiyordu bir bakış anını ve zorlanmadı hiç, ilgiye aç bu kadar insan varken, görmeye meyilli bu kadar göz varken kolaydı işi.
Ve yemyeşil bir yerdeydi şimdi, buraya çıktıktan sonra inmek kolay olacaktı sahip olmak istediği şeyin yanına.
Baharı andıran gözün sahibi de diğerlerinden farklı değildi şu anda, içmeden kendinden geçmek bu olsa gerek diye düşünüyor ve çakırkeyfi olmuş gülücükler saçıyordu etrafa.
Eşkiya ise çoktan yol almıştı gönül almaya.
Bahar gözlü, yokluğun acısını duymaya başladığında, kanayan yarasını yaşlarla temizlemeye çalıştı ama gözyaşları yanaklarından aşağılara dökülüyor içteki yaraya ulaşamıyordu.
Buğulanmış cama dışardan su tutmak neyi değiştirir ki ?
Günleri can yakmakla geçen eşkiya aşk giysisini hiç çıkarmıyordu üstünden, hatta sevgi mücevherleri takıştırmıştı üstüne ki görenler alamasın gözünü bir daha.
Siyahın çekim etkisi ile yüzyüze gelmesiyle
kendisini orada bulması aynı anda oldu, gecenin karanlığına gözlerinin alışması zaman aldı ve etraf netleştiğinde görev bilinciyle yola koyuldu. Zifiri gözlerin sahibi hülyalarda geziyordu.
Rüyadan uyanmak istemeyen kişinin mahmurluğu vardı üzerinde, sanki iki kanat takılmış ta uçuyordu gökyüzünde, dudaklarında tebessüm ve pembelik vardı yüzünde.
Ama eninde sonunda uyanacaktı ve gözlerini açtığında, o iç burkan acıyı hissetti. Elini acısına bastığında, yarasına elmas tozu ekilmiş gibi feryad etti. O zaman anladı kaybettiğinin değerini.
Şimdiye kadar önemsememişti yüreğini, ne yaparsa yapsın o atmaya devam ediyordu hayatta kalması adına gece gözlünün.
Hâlâ yaşıyordu ama ölmüştü.Ölmeden önce ölmek gerek sözünü hatırladı
ama kastedilen tabî ki bu değildi.
Eşkiya bir kalp daha ele geçirmenin sevinciyle seke seke giderken bir anda durdu. Hiç görmemişti daha önce böyle kahve tonu, ya da ona öyle gelmişti.
Mutlaka ulaşmalıydı bu yere ve kollamaya başladı bakışlarını karşısındakinin. Bir müddet gezindi etrafında ama ne mümkün görmek için bakmıyordu bu gözler.
O zaman anladı ona lazım olan tek şey ‘sözler’.
Göz uğruna sözler kifâyetsiz kalana dek kelimeler sarfetti.
Ve beklediği an geldi, attı kancasını bakışa çıktı kahvenin en kuytusuna.
Nefes nefese kaldı eşkiya, yaşlanıyor muydu ne?
Yoksa ulaşmaya çalıştığı dağ mı zorlamıştı onu?
Nemliydi bastığı yerler. Ama aldırış etmedi ayaklarına bulaşan çamura. Görmeyen gözlerin sahibi, bakıp da görmenin sevinciyle kendini kaybetti. Arayan bulamaz ama bulanlar da arayanlardır sözüyle buldu kalbi yerinde olmayan kendini.
Yokluğunu dert etmedi bir süre gönlünün, zaten emanet değil mi ki? tüm bedenimiz diyordu. Ama Emanet Edene vermek gerekirdi emanet edileni, bunu anladığında gözyaşları ile suladı toprakta kökü kalmış yüreği. Yeşermesi zaman alacaktı tabi,
iyice sulanması,
zemherîlerde donması,
güneşlerde yanması gerekiyordu…
Gören gözün sahibi çabalayadursun AŞK kaftanı giymiş eşkiya
bakalım daha ne yollar kesecek.


"abherî"
Share
Ak nergis açtıran bayır, gül de açtırır
Göz görmedik çiçekleri eylülde açtırır

Dal dal eğildi secdeye salkım söğüt bugün
Yalvarmak üzre Tanrı’ya seccade açtırır

Mor salkım asmadan koku, renk, ışık sağar
Eylül gelince güz yeni bir belde açtırır

Nar mayhoş, ayva ekşi, ceviz ham, üzüm burak
Yaz sahnesinde güz yeniden perde açtırır

Şâir hem öz katar yeniden gündelik söze
Hem sağlı sollu düş yolu bir cadde açtırır

Varsın dirensin uykusu bol, paslı sürgünler
Bir el kapattı gitti, öbür el de açtırır

Şair : Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu
Share
Meşhur tarihçi İbnülemin Mahmud Kemal İnal, bir gün Taha Toros’la birlikte müşterek bir dostlarının cenaze namazına yetişmek üzere Beyazıt’tan Fatih’e doğru yürürken habire çocuğunu döven bir kadını görür. Olaya müdahale eden üstada, kadın dert yanar:
—Efendim, bu çocuk fena halde canımı sıktı. Az önce illa çikolata alacaksın diye tutturdu. Aldım, yemedi. Şimdi de simit diye ağlıyor. Gördüğünüz gibi yerden kalkmıyor.
İbnülemin, kadına çocuğun adını sorunca, “Vural” cevabını alır. Bunun üzerine, nüktesini salıverir:
—Be kadın! Madem ki veledin adını Vural koymuşsun. Öyleyse, dediğini yapmak zorundasın. Hem vuracaksın, hem alacaksın. Vur-al!...
Share
Düz bir yolda yürüyor olsaydın, tüm ilerleme isteğine rağmen hala gerisin geriye gitseydin, o zaman bu çaresiz bir durum olurdu; ama sen dik, senin de aşağıdan gördüğün gibi dik bir yamacı tırmandığına göre, adımlarının geriye kayması, bulunduğun yerin durumundan ileri gelebilir, o zaman da umutsuzluğa kapılmana gerek yoktur.

F. Kafka
Share
Herkes bir şeyler ister kimisi az kimisi çok ama ister. Çok istersin olması için ama olmaz. Elinden gelen herşeyi yaparsın yine olmaz.
İstemek… bir şeyin olmasını istemek… gerçekten istemek nedir?
İstemek olmayı istediğin, olmasını istediğin şey için ölmeyi göze almak, ölecek kadar istemek, hatta olmak için, olması için ölmek demek!
İstemek…bir şeyin olmasını istemek… onu dilemek… onu arzulamak… tutkuyla… hırsla… ihtirasla onun olması için yanıp tutuşmak…
Ah ne zordur istemek? İstek sahibi olmak… tutku sahibi olmak… İstemek 'bedel ödemek' demek… bedelini hesap etmeksizin istemek demek… bedeli ne olursa olsun istemek demek... isteğin şiddeti arttıkça ödenecek bedelin miktarının da artacağını bilmek demek… bedeli büyük olduğu için olması istenenden kaçmak değil, bedeli büyük olduğu için olması istenene koşmak demek.
Gönül cenneti istiyor imiş ammâ günahlar bırakmıyormuş.
Gönlümüzün isteklerini, istediklerini engelleyecek günah mı varmış bu dünyada?
Gönül bir kere isterse, gönlün kendisi cennet olmaz mı?
Bir kere gönül cenneti isterse dağlar tepeler düzlük, denizler yol olmaz mı insana?
Günah istemesini bilmeyenlerin, istemek nedir bilmeyenlerin içine yuvarlandığı çukur değil mi?
İsteseydin eğer, olmak istediğin, olmasını istediğin olurdu.
Olmadığına göre sen henüz istememişsin demektir.
Sen hiç istemedin ki dostum! İstemek nedir ki bilmedin ki! Hiç tutulmadın sen! Tutkuların için ölmedin ki! İsteseydin ölürdün, ölseydin olurdun! Sen hiç olmadın ki! Evet olmadın, çünkü sen hiç ölmedin!
Ölecek kadar istemedin, ölümün pahasına istemedin, ölümüne istemedin!
Sen hiç istemedin ki dostum! İstemesini bilmedin!
Çünkü sen ol deyince Olduranı hiç tanımadın!

Dücane Cündioğlu-Göz İzi kitabından
Share
Share
Bülbül şahine der ki:
İkimiz de kuş olduğumuz halde, sen padişahın sarayındasın, ben ise bahçenin dikenliğindeyim.
Sen kuşları avlayıp yersin, padişahın yanında değer kazanır muradına erersin. Kuşların sultanı olursun.
Ben ise günü güne eklerim, her gece sabaha kadar gülün açılmasını beklerim.
Ben uyumadan o açmaz, uyanınca açılmış görürüm.
Açıldığını göremem, muradıma eremem.
Diken arasında muratsız ağlarım, yüreğimi dağlarım.
Şahin şöyle cevap verir:
Ben bin murat alırım ama birini söylemem. Sen bir murat almadan bin söylersin.
Susan murat alır, öten muratsız kalır.
Share

Can

Canâna can olan bilmez canının kıymetini
Canân da bilmez canına can olanın kıymetini

-Cem Sultan-

Share
Kalbini Tut, Umutlarına Tutun. Umutlarına tutun.
Gözlerin, Yakup sabrıyla seyreylediği bir direnişle karşılasın sıkıntılarını.
Kalbin, kuyularda ümidini diri tutan Yusuf’un çaresizliğiyle beklesin kurtuluşunu.
Düşüncelerin, iffetine suskunluk yeminleri etmiş Meryem kadar sessiz anlatsın masumluğunu.
Özlemlerin, Medine’de Muhammed’in(s.a.v) gelişini bekleyen insanların coşkusuyla karşılasın vuslatını. Düşüncelerine tutun.
Kendi vicdanının yargıcı, kendi günahının tövbekarı ol.
Kendi acısının sabredeni, kendi sıkıntısının ilacı, kendi dertlerinin dermanı ol.
Kendi yalnızlığının dostu, kendi cümlelerinin anlamı, kendi sessizliğinin sesi ol.
Kalbine tutun.
Hayatın sana bırakılan sokaklarına, karmaşık duygularını kapıların arkasına kilitleyerek çık.
Bütün yürüyüşlerin, bütün yolların sonu kendinde bitsin.
En çok da kendine özlem duy.
Aynada gördüğün yüzün, kalbindeki senden başkası olmaması için özlemlerine tutun.
Yol uzun, vakit kısa.
Zamanın hayat törpüleyen basamaklarından, ömrümün son durağına esenlikle gitmek istiyorsan, en çok kendini özle. En çok kalbine, kendine tutun.
Çünkü; Hayat bilmeli ki aslolan, Muhammed’in (sallallhü aleyhi vessellem) Hira’dan hayatın merkezine indirdiği cümlelerin oluşturduğu yankıdır.
Hayat bilmeli ki aslolan, ölümün gözlerine yaşarken bakabilmektir.
Hayat bilmeli ki aslolan, kalbinin gerçek sahibine sımsıkı tutunmaktır.

Nurdal Durmuş
Share
Başarılı insanları diğer insanlardan ayıran özelliklerden biri de tutumlarıdır.
Başarısız olduğumu hisssettiğimde;Yaşam, bana bir şeyler mi anlatmak istiyorsun? Derim.
Çünkü...
Başarısızlık, ben bir başarısızım, demek değildir; Henüz başaramadım, demektir.
Başarısızlık, ben hiçbir şey gerçekleştiremedim, demek değildir; Bir şeyler öğrendim, demektir.
Başarısızlık, aptallaştım, demek değildir; Deneyerek yaşamak için gerekli inanca sahibim, demektir.
Başarısızlık, ümitsizliğe kapıldım, demek değildir; Deneme cesaretini gösterdim, demektir.
Başarısızlık, istediklerime sahip olamayacağım, demek değildir; Değişik tarzda bir şeyler yapmalıyım, demektir.
Başarısızlık, ben aşağılığım, demek değildir; Mükemmel değilim, demektir.
Başarısızlık, zamanımı boşa harcadım, demek değildir; Yeniden başlamak için bir nedenim var, demektir.
Başarısızlık, vazgeçmeliyim, demek değildir; Daha sıkı çalışmalıyım, demektir.
Başarısızlık, asla başaramayacağım, demek değildir; Daha sabırlı olmalıyım, demektir.
Başarısızlık, kendimden ümidimi kestim, demek değildir; Bir bildiğin var, demektir.

John Maxwell
Share
Dilinin iddiasını yüreğin ispatlayamıyorsa sükût et !
"abherî"
Share