"düşün, düşün ki düşün gelişsin"
Sana yolculuk yapmak istiyorum. Kes yüreğine giden bir bilet ;
''CAN'' kenarı olsun.

Cemal Süreya
Share
Yunus Emre'nin deyimiyle;
"Hoştur bana Senden gelen. Ya gonca gül, yahut diken.
Ya hayattır, yahut kefen. Nârın da hoş, nurun da hoş.
Kahrın da hoş lütfun da hoş"
diyebilmek temennisi ile hayırlı cumalar...
Share
Adamin biri California'da bir kumsalda yürürken ayağı eski bir lambaya takılmış, adam lambayı kumların içinden çıkarmış. Dalgasına belki cin cıkar deyip ovalamış lambayı, harbi harbi cin çıkmış.
Adam çok şaşırmış, cin başlamış konuşmaya:
-Tamam, tamam. Beni lambadan kurtardın vs...
-Bu, bu ay içinde dördüncü çıkarılışım ve bu işten sıkılmaya başladım bu yüzden 3 dileği unut. Sadece 1 dilek hakkın var!
Adam oturmuş ve bir süre düşünmüş ve:
-Her zaman Hawaii'ye gitmek istedim ama uçaktan korkarım ve deniz beni çok tutar. Benim için Hawaii'ye bir köprü yap böylece arabayla oraya gidebileyim
Cin gülmüş ve:
-Bu imkansiz. Bu işin lojistiğini düşün! Köprünün ayakları nasıl Pasifik'in dibine ulaşabilir? Ne kadar beton gerektiğini, ne kadar çelik gerektiğini düşün. Hayır, başka bir dilek düşün.
Adam tamam demiş ve gerçekten güzel bir dilek düşünmeye başlamış. En sonunda:
-Dört kere evlendim ve boşandım. Bütün karılarım her zaman duyarsız olduğumu ve onunla ilgilenmediğimi söylerdi. Bu yüzden, kadınları anlayabilmeyi diliyorum... Nasıl hissettiklerini ve neden ağladıklarını, bir şey söylemedikleri zaman gerçekten ne istediklerini...onları nasıl gerçekten mutlu edebileceğimi bilmek istiyorum...
Cin cevap vermis:
-Köprü iki şeritli mi olsun dört şeritli mi... :))
Share
Bilginin ‘biliyor zannetme’ acısı ne kötüdür...
Hele ki bu acıyı hissetmiyorsa insan, ağrı vermeden vücutta çoğalan kanser hücresi gibi bilmemenin biliyor sanrısı tüm dimağı kaplar !

“abherî”
Share
Alt yapısı olmayan bir şehir gibiyim
Ne zaman hüzünlensem, gözlerimi su basıyor.
Ve ne zaman seni düşünsem,
Kalbimin trafigi aksıyor.

Birhan Keskin
Share
Yıllar önce bir çiftçi, fırtınası bol olan bir tepede bir çiftlik satın almıştı.
Yerleştikten sonra ilk işi bir yardımcı aramak oldu.
Ama ne yakındaki köylerden ne de uzaktakilerden kimse onun çiftliğinde çalışmak istemiyordu. Müracaatçıların hepsi çiftliğin yerini görünce çalışmaktan vaz geçiyor, burası fırtınalıdır, siz de vazgeçseniz iyi olur diyorlardı.
Nihayet çelimsiz, orta yaşı geçkince bir adam işi kabul etti.
Adamın haline bakıp 'çiftlik işlerinden anlar mısın?' diye sormadan edemedi çiftlik sahibi.
'Sayılır' dedi adam, 'fırtına çıktığında uyuyabilirim'.
Bu ilgisiz sözü biraz düşündü, sonra boşverip çaresiz adamı işe aldı.
Haftalar geçtikçe adamın çiftlik işlerini düzenli olarak yürüttüğünü de görünce içi rahatladı.
Ta ki o fırtınaya kadar:
Gece yarısı, fırtınanın o müthiş uğultusuyla uyandı.
Öyle ki, bina çatırdıyordu.
Yatağından fırladı, adamın odasına koştu:
'Kalk, kalk! Fırtına çıktı. Herşeyi uçurmadan yapabileceklerimizi yapalım.'
Adam yatağından bile doğrulmadan mırıldandı: 'Boşverin efendim, gidin yatın.
İşe girerken ben size fırtına çıktığında uyuyabilirim demiştim ya.'
Çiftçi adamın rahatlığına çıldırmıştı.
Ertesi sabah ilk işi onu kovmak olacaktı, ama şimdi fırtınaya bir çare bulmak gerekiyordu.
Dışarı çıktı, saman balyalarına koştu:
A-aa! Saman balyaları birleştirilmiş, üzeri muşamba ile örtülmüş, sıkıca bağlanmıştı.
Ahıra koştu. İneklerin tamamı bahçeden ahıra sokulmuş, ahırın kapısı desteklenmişti.
Tekrar evine yöneldi; evin kepenklerinin tamamı kapatılmıştı.
Çiftçi rahatlamış bir halde odasına döndü, yatağına yattı.
Fırtına uğuldamaya devam ediyordu.
Gülümsedi ve gözlerini kapatırken mırıldandı:
'Fırtına çıktığında uyuyabilirim'

Sıkıntılara zihnen (bilgi, plan), mânen (dua), maddeten (tedbir)hazırsanız, fırtına çıktığında uyuyabilirsiniz.
Hayatınız boyunca...
Share
Allahım, şayet ismimi saîdler defterine yazdıysan, orada sabit kıl. Şayet ismimi şakiler defterine yazdıysan oradan sil. Çünkü Sen buyurdun ki;
"Allah dilediğini siler yok eder, dilediğini de sabit bırakır, Levh-i Mahfuz Onun katındadır."

Mübarek Beraat Kandilini lâyıkıyla eda edebilmek temennisi ile...
Share

Sözde senden kaçıyorum doludizgin atlarla
Bazen sessiz sedasız ipekten kanatlarla
Ama sen hep bin yıllık bilenmiş inatlarla
Karşıma çıkıyorsun en serin imbatlarla
Adını yazıyorsun bulduğun fırsatlarla
Yüreğimin başına noktalarla, hatlarla
Baş başa kalıyorum sonunda heyhatlarla
.......

Yavuz Bülent Bakiler
Share
İpeği yapan böcek değil de, giyen kadın gururlanır !

Cenap Şehabettin
Share
Şehâ bu sûret-i zîbâ sana Hakk'dan inâyettir
Sanasın sûre-i Yûsuf cemâlinden bir âyettir
Senin hüsnün,benim aşkım,senin cevrin,benim sabrım
Demâdem artar eksilmez,tükenmez,bînihâyettir.

(Ey şah! Bu süslenmiş, yaratılırken özenilmiş görünüş (hem karakter hem dış görünüş olarak) sana Allah’tan gelmiş bir hediyedir.
Öyle ki, Yusuf Sûresi’nin kendisi, senin güzelliğin sûresinin bir âyeti sanılacak kadar güzelsin.
Senin güzelliğin arttıkça benim aşkım, senin cefâ edişin, bana çektirişin arttıkça da benim sabrım artar, eksilmez, tükenmez, sana karşı aşkım ve sabrım sonsuzdur.)

Zeynep Hatun'un Fatih Sultan Mehmet'e duyduğu aşkını okumakla yetinmeyip dinlemek de isterseniz
buyrun:
Share
"Rabbi yessir vela tuassir Rabbi temmim bi'l-hayr"

(Rabbim! kolaylaştır zorlaştırma, Rabbim hayırla sonuçlandır)
Share
Usta'ya başarısının sırrını sormuşlar.
"İki kelime," demiş;
"Dogru kararlar"
Hepimizden farklı olarak, sürekli doğru kararları nasıl alabildiğini sormuşlar.
"Tek kelime," demiş;
"Tecrübe"
"İyi de kardeşim, bu tecrübe denen şeyin sırrı nedir?" diye sormuşlar.
Usta, derin bir iç geçirmiş ve
"İki kelime," demiş;
"Yanlış Kararlar"
Share
Ne gariptir ki toplum olarak aklı yavaş olana değil de ayağı yavaş olana, yüreği kör olana değil de gözü kör olana acırız.

Halil Cibran
Share
İçime işleyen acıyı size değil
bir suya bırakmayı öğrendim
dal olmaktan vazgeçeli çok oldu
bu yüzden ne bir ağacım var
bana beden
ne de çiçek açacak benden.

Birhan Keskin
Share
Çok soğuk bir kış günü padişah, tebdil-i kıyafet gezmeye karar vermiş. Yanına başvezirini alıp yola çıkmış. Bir dere kenarında çalışan yaşlı bir adam görmüşler. Adam elindeki derileri suya sokup döverek tabaklıyormuş. Padişah ihtiyarı selamlamış:
Selamun aleyküm ey pir-i fani
İhtiyar : Aleyküm selam ey serdar-ı cihan.
Padişah sormuş : Altılarda ne yaptın ?
Altıya altı katmayınca, otuzikiye yetmiyor.
Padişah yine sormuş: Geceleri kalkmadın mı ?
Kalktık..lakin ellere yaradı.
Padişah gülmüş. Bir kaz göndersem yolarmısın ?
Hem de ciyaklatmadan...
Padişahla başvezir adamın yanından ayrılıp yola koyulmuşlar. Padişah başvezire dönmüş:
Ne konuştuğumuzu anladın mı?
Hayır padişahım demiş vezir.
Padişah sinirlenmiş ve "bu akşama kadar ne konuştuğumuzu bulamazsan kelleni alırım "demiş. Korkuya kapılan vezir, padişahı saraya bıraktıktan sonra telaşla dere kenarına koşmuş.
Bakmış adam hala orada çalışıyor.
Ne konuştunuz siz padişahla ?
Adam başveziri şöyle bir süzmüş.
Kusura bakma,bedava söyleyemem. Ver bir 100 altın söyleyeyim.
Başvezir yüz altın vermiş.
Sen padişahı "serdar-ı cihan" diye selamladın.
Nereden anladın padişah olduğunu ?
Ben dericiyim, onun sırtındaki kürkü padişahdan başkası giyemezdi.
Peki altılara altı katmayınca, otuzikiye yetmiyor ne demek ?
Adam bir yüz altın daha almış soruya cevap vermek için.
Padişah, altı aylık yaz döneminde çalışmadın mı ki kış günü çalışıyorsun dedi.
Ben de, yalnızca altı ay yaz değil altı ay kış da çalışmazsak yemek bulamıyoruz dedim.
Vezir bir soru daha sormuş :
Geceleri kalkmadın mı ne demek ?
Adam bir yüz altın daha almış
Çocukların yok mu diye sordu. Var ama hepsi kız, evlendiler başkasına yaradılar dedim.
Vezir gene kafasını sallamış. Bir de kaz göndersem dedi, o ne demek ?
Adam gülmüş;
Onu da sen bul :)
Share
Yaşanan, yaşanmamışlığın tanığını yekdiğerinde bulunca baş başa vermiş iki suretten biri diğerine aşkın kelimesini sordu; diğeri gülümsedi ve ona aşkın, bu dünyadan olmayan bir zamanda bütün ruhların toplandığı mekanda,ruhun sözleştiği tanışını bu dünyada hatırlaması olduğunu anlattı.
Ama, dedi biri, hesapta ruhun,tanışını bu dünyada hiç bulamaması ona rastlayamaması var.
Diğeri, buldum zannedip de yanılmak var,diye ekledi.
Bulup da tanıyamamak var,dedi biri.
Ve ki bulup da onun tarafından hatırlanmamak var diye tamamladı diğeri...

Nazan Bekiroğlu / Cam Irmağı Taş Gemi
Share
Bir gün bir adam bir çölün ortasında bir vaha gördü.
Önce sevindi, sonra “Bu olsa olsa bir seraptır” diye düşünerek endişelendi.
Yine de o tarafa doğru koşmaktan kendini alamadı. Koştu koştu.
Siz deyin kırk dakika, ben diyeyim 40 yıl boyunca…
Nihayet varması gereken yere vardı.
Heyhat, orada gerçekten bir vaha vardı.
Serap olan adamdı !

Gökhan Özcan
Share
Îmân edip, ıslâh edici (nefsi tezkiye edici) amel işleyenler. İşte onlar cennet halkıdır ve içinde (cennette) devamlı kalacaklardır.

Nefsimize değil, Rabbimize kul olabilmek ümidi ile hayırlı cumalar...
Share
İnsanoğlunun değeri bir kesirle ifade edilecek olursa; payı gerçek kişiliğini gösterir, paydası da kendisini ne zannettiğini... Payda büyüdükçe kesrin değeri küçülür.

Tolstoy
Share
Sende mi hâlâ esîr-i zülf-i yâr olmaktasın
Uslan ey dil uslan artık ihtiyâr olmaktasın...

(Sen hala sevgilinin saçlarının esiri olmaktasın ama ey gönül, uslan artık ihtiyar olmaktasın...)

-Recaizade Ekrem-
Share
Dâvamız hayata uymak değil, hayatımızı Hakk'a uydurmaktır.

Mustafa KUTLU
Share
Evet, acılar da geçecek
Ve biz
Toprak damlı evlerin bağrından çıkan çocuklar
Ve biz, üşüyerek
Gurbet türküleriyle çıkacağız bulvarlara
Yapraklar gibi
Evet, acılar da geçecek
Herşey gibi, herşey geçecek

Vergilerini ödeyenler
Eve ekmek götürenler
Bir şarkıda doğup bir şarkıda ölenler
Birer semender gibi
Limanlarda donmuş gemilerde bekleyenler
Elinde bir hercai menekşe ile
Tünelin uçundan koşarak çıkan çocuk
Bize geleceği getirecek ve geçecek

Sor şimdi
Toprak damların efsanesi
Sor
Yedidağın efesi
Sor
Hayın karanlık
Sor
Mayın tarlasında büyüyen gelincik
Sor bakalım
Bu yoksulluk nereden
Bu gece kovalaması
Bu memleket macerası
Bu vurgun sonrası işçi sofrası
Nereden
Bu gönül yıkılması

Evet, acılar da geçecek
Yüreklerinde bir tutam gök bulutu
Bir ala sahan
Bir menengüt tohumu
Bir acem oyunu
Bir kurban bulunan
Bir öpülüp havaya salınan güvercin gibi
Herşey geçecek

Evet, acılar da geçecek
Kin tutmaz öfke büyütmez bir vicdan benimkisi
Hafızada onca talan ve artakalan yaralarla
Ansızın parlayan kurşunlarla da olsa geçecek
Gelip geçecek işte
Bir şeymiş, bir hiçmiş yani, yalanmış, suretmiş
Meğer hakikat neymiş denecek gibi, geçecek
Çehremizde ayışığı, gözümüzde fer
Çağrıldığımız anda meydana
Herşey bitecek
Ve gelip geçecek, acılar da.

İbrahim Sadri
Share
Ne diyorduk, mutluluk biraz da cesaret ister
Balığa çıksan sandalsız dönmeyi göze alacaksın
Elmas yontmaya kalksan taşın dağılması da var
Çünkü mutluluk biraz da cesaret ister
Nice keşşaf saklıyor okyanuslar bağrında

Erol Çankaya
Share
Susmak “hiç konuşmamak” demek değildir;
bilakis susmak “başkalarıyla konuşmamak” demektir.
Başkalarıyla konuşmamaya ihtiyaç duyarlardı büyüklerimiz,
bir tek kendileriyle konuşabilmek için,
kendi kendilerine konuşabilmek için,
kendilerine muhatap kılabilmek için.

Dücane Cündioğlu/ Hz. İnsan
Share
Kimsenin kimseye fayda vermediği gün hüküm senin...
Gökler yarılırken sahibim Sensin...
Yıldızlar dağılırken sahibim Sensin...
Varlığım bana ait değil… Varım yoğum Senin...
Elimde olanlar benim değil… Sahiplendiklerim de Senin...
Yokluğa düşürme beni, an Senin..
Darlık verme kalbime, mekân Senin...
Share
Gülmek; "SAF" denme riskini göze almaktır.
Ağlamak ise; "DUYGUSAL" görünme riskini...
Birine yakınlaşmak; "KENDİNİ KAPTIRMA" riskini,
Duygularını açmak; "KENDİNİ ORTAYA KOYMA" riskini,
Hayalleri ve düşünceleri sergilemek ise;
"ONLARI BAŞKASINA KAPTIRMA" riskini göze almaktır.
Sevmek; "KARŞILIK GÖREMEME" riskini...
Yaşamak ise; "ÖLME" riskini göze almaktır.
Umutlanmak; "HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRAMA" riskini
Çabalamak ise; "BAŞARISIZ OLMA" riskini göze almaktır...
Ama riskler yaşanmalıdır, çünkü; hayatımızın en büyük riski hiç risk almamaktır.
Hiç risk almayan kişi, belki acı ve üzüntülerden korunabilir ama büyüyemez, sevemez, değişemez, hissedemez, öğrenemez.
Garanti arayışlarıyla zincirlenmiş bir köle olarak yaşarken, bedelini; özgürlüğünü kaybederek öder.
Sadece; riski göze alabilen kişi hürdür.

Leo F.Buscaglia
Share
Ne kötüdür insanın aklıyla yüreği arasında çaresiz kalması.
Ne kötüdür an kadar yakın, bir asır kadar uzak olması.
Ve bilir misin? Ne acıdır insanın bildiğini anlatamaması...
"ben" deyip susması, "sen" deyip ağlamaklı kalması...

Nazım Hikmet Ran
Share
Yavuz Sultan Selim'in türbesi Fatih'teki Yavuz Sultan Selim Camimin avlusundadır. Burada, II. Abdülhamid zamanında yaşayan bir türbedarı vardır. Bu türbedar fakir bir insandır, hanımı hamiledir. Bu hamile hanım bir sabah der ki: "Efendi, yine türbeye gidiyorsun. Canım kiraz istiyor. Akşam gelirken bir kilo kiraz âl da gel."

Hamile hanımların bir şeyi canı çekti mi, onun alınması icap eder. Türbedar, "Tamam" der, türbeye gider, akşama kadar hizmetini görür. Fakat akşam eve gelirken kiraz falan alamaz. Kirazın okkası pahalıdır, satın alacak para yoktur. Akşam eve gelir, kapıyı açar açmaz hanım, "Hani kiraz, almadın mı?" diye sorar.
Boynunu büker, "Hanım, bugün işim çoktu, ayrılıp da çarşıya inemedim, yarın Allah nasip ederse alırım" der ve hanımı yarına atar. Yarın yine türbeye gelir, akşama kadar düşünür. "Bu akşam yine hanıma söz verdim, ben ne yapacağım?" der.

O gün ikindi üzeri kendi kendine düşünürken elindeki süpürgenin sapım Sultanın sandukasına vurur. Der ki: "Ey koca sultan, bunca senedir hizmet ediyorum sana, hiçbir himmetini görmedim. Hanım hamile. Bir okka kirazı dahi alamıyorum. Ne olur, himmet etsen de şu fakirlikten kurtulsam."

Bu sözü sitem içerisinde söyler ve eve gider. Gider de, "Söyleyenden ziyade, dinleyen arif olmak gerek" diyoruz ya, söyleyen türbedar, dinleyen de Yavuz Sultan Selim. Burada dinleyen herhalde söyleyenden ariftir. Bakalım, sonuç nasıl tecelli edecek?
Akşam hanım yine, "Hani kiraz?" deyince, boynunu büker, "Hanım, yarın mutlaka alacağım" der.
Üçüncü gün tekrar gelir, türbeyi açar, temizler, melul mahzun beklerken birden türbenin kapısında Padişahın faytonu görülür. İçerisinden bir emir subayı iner, koşa koşa gelir. "Efendi, türbedar sen misin?" der.
"Evet, benim" der.
"Çabuk, Sultan seni istiyor, giyin gideceğiz"
Adam şaşırır. Abdülhamid'in bir türbedarı çağırması, herhalde bir kusur sebebiyledir. Eli ayağı titrer, "Efendim, benim kusurum yok, bir yanlışlık olmasın, belki başkasını çağırıyordur" derken, "Türbedar sen değil misin?" diye emir subayı tekrar eder. "Benim" deyince de, "O halde buyur. Sultan seni çağırır, çabuk" der.
Eli ayağı dolaşarak Padişahın faytonuna atlar ve saraya getirilir. Sultan Abdülhamid'in huzuruna çıkarırlar.
Abdülhamid, "Türbedar sen misin?" diye sorar.
"Evet, efendim, bendenizim" der.
"Söyle bakayım, dedem Yavuz'un türbesinde dün neler oldu?"
Şaşırır, "Birşey olmadı efendim."
Türbedar Efendi, sana söylerim, dedemin türbesinde ne oldu, çabuk söyle!"
Titremeye başlar ve olayı hatırlar. Der ki: "Sultanım, hanım hamile, iki gündür kiraz istiyor, alamadım. En sonunda dün de elimdeki süpürgenin sapıyla Sultanımızın sandukasına vurdum ve onun himmetini istedim."

Abdülhamid, "Anladım" der ve hemen çıkarır bir kese altın atar önüne. "Bir daha böyle birşey olursa, Cennetmekan dedemi rahatsız etme. Sen dün orada dedemin sandukasına vurmuşsun, o da bu gece sabaha kadar benim başıma vurdu, beni uyutmadı. 'Niçin benim türbedarımla meşgul olmazsın?' diye beni azarladı. Bir daha bir sıkıntın olursa dedemi rahatsız etme, doğru bana gel" der.
Bir kese altını aldıktan sonra türbedar geri dönerken, Padişah emir subayına emreder: "Bundan sonra Yavuz Sultan Selim dedemin türbedarlarının maaşı iki misli arttırılacaktır." Ve böylece türbedar hem bir kese altın alır, hem de maaşı iki misline çıkarır.
Share
Vâ'izâ nâr azâbıyla beni korkutma
Şol cehennem dediğin âteş-i hicrân değil a.....

Necâtî Bey...
Share
Ahir zamanda insanın alın yazısı okunaklı olmuyor, insan olmak dokunaklı oluyor hepsi bu.

Mehmet Efe
Share
.........
hey! yüreğime saplanan hırçın yabancı, içime yıldırım gibi düşen siyah saçlı sanrı
içinden kaç yılkı geçti üşüdüğümüz ve unuttuğumuz sevdaların
seni ne zaman düşünsem karnımın ortasında yanardağ,
sevmesem çeker miydim bunca acıyı, sabır kangren oldu
yoksulum, yorgunum, ufkum sonsuza açık, çığlıklarla geçti üstümden karanlıklar
yıllar ve yıldızlarla tükendim, damarlarımda kan yerine karıncalar
üşüyen ağaç bedenim, çürüyen tomruk sızısı
dudağında ürkek bir öpücük gibi duran bendeyim
içimdeki kırmızı imgeyi nereye koysam utanır
gözyaşlarım yağmur kokusudur topraklarında kararıyor son ışıklar,
son bekleyiş, son sesleniş, son tükeniş
bu şiire artık ne eylül girebilir ne haziran
günleri öyle dövdük ki aşk olsun, acımadan
eylül mora döndü haziran ebruli
.........

Adnan Acar
Share
Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana ya Rabbi
taşınacak suyu göster, kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya Rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerede?

İsmet Özel

vakt-i cumanız mübarek ola...
Share
Başkalarıyla arandaki mesafeyi boşver de bak bakalım;
kendinle arandaki mesafe nicedir?

Dücane Cündioğlu
Share