"düşün, düşün ki düşün gelişsin"

Neden mutluluk yanlış zamanda çıkar ki insanın karşısına yada insan neden korkar mutluluktan? Belki de yıllardır bitkisel hayatta olan sevincin birdenbire hayata dönerek şaşırtmasıdır insanı ürküten. Ve de güvenmekte zorlanır insan mutluluğa. Çünkü vefasızdır o, bir anda geldiği gibi bir anda da kayboluverir ortalıktan.
Üzüntülerin, hüzünlerin verdiği acı gibi mutluluğun da canını acıtmasından çekinirsin. Kaçmak istersin ondan ama nasıl ki hüzünlerden kaçamıyorsan, sevinçten de kaçamazsın. Peki niye yüzün gülmüyor hala? Özün gülmediği için mi? Tiryakisi olduğun acılar mı bırakmıyor peşini? Etrafa dağılmış kalbinin kırıklarını elini kanatır diye mi bir araya getirip onarmıyorsun?
İnanmıyorsun dimi feleğin böyle bir iyilik yapacağına. Öyle yorgunsun ki omzuna yüklediğin acılardan ve öyle alışmışsın ki hüzne, sırtın bu yükü taşımaktan kamburlaşsa da, bir el uzanıp o yükü hafifletmeye çalışınca hemen geri çekilmek istiyorsun, inanamıyorsun, güvenemiyorsun. Çünkü kapını hep sahte duygular çalmış, etrafını menfaatler sarmış, sevgiler de yalanmış. Yüreğin yaralı bir kuş gibi ürkek ürkek kanat çırparken, korkuyorsun yine inciniverecek diye.
İster inan, ister inanma ama her karanlığın sonu aydınlıktır. Her yeni gün karalar bağlasa da, sabah olunca güneşe açıverecektir yüzünü. Mutluluk bu, belli olmaz, ansızın çıkıverir karşına, sen onu tanıyamasan da...
"abherî"
Share

Kerem kendi suretini görmeden
Sen artık aslına bürün demişler
Ferhat doğduğu gün isim vermeden
Bu çocuk ne kadar şirin demişler...
Share

“Sultan Murad Han telaşe ile sanki bir şeyler söylemek ister. Veziriazam Siyavuş Paşa sorar:
-Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var?
-Akşam garip bir rüya gördüm. Hazırlan, dışarı çıkıyoruz. Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Yerde yatan bir ceset görürler.
Çevredekilere sorarlar;
-Kimdir bu, Ahali:
-Nalının hasını yapar ancak kazandıklarını içkiye, fuhşa nerde namlı kadın varsa ona harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine, hem de mimli kadın varsa takar peşine.
-Naşı kaldırmalıyız.’ der padişah
Nalıncının evini bulur. Kapıyı yaşlı bir kadın açar.
-Biliyor musun oğlum? diye dertli dertli söylenir.
Bizim efendi bir âlemdi, vesselam. Akşamlara kadar nalın yapar.
Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin;
elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helâya!
-Niye?
-Ümmeti Muhammed içmesin diye
-Hayret
-Sonra, malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi.
Ben sizin zamanınızı satın aldım mı? Aldım, derdi. Öyleyse şimdi dinleseniz gerek. O çeker gider, ben menkıbeler anlatırdım onlara Mızraklı ilmihal.
-İşte bu yüzden bakasın efendi dedim. Sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek. İnan cenazen kalacak ortada.
-Allah büyüktür hatun dedi. Hem padişahın işi ne?”
Share

Aynı malzemeyle birçok kişi yemek yapar ama tatları farklıdır,
tıpkı aynı dil ile yazılan kitaplar gibi...
"abherî"
Share
Derdime vakıf değil canan beni handan bilir
Hakkı vardır şad olanlar herkesi şada bilir,
Ağlasam faydası yok gülsem gönül razı değil
Çektiğim ağlamı bir ben bir Allahım bilir..

-Fuzûlî-
Share

Yalnız senin gezdiğin bahçede açmaz çiçek,
Bizim diyârımız da binbir baharı saklar!
Kolumuzdan tutarak sen istersen bizi çek,
İncinir düz caddede dağda gezen ayaklar.
Sen kubbesinde ince bir mozaik arar da
Gezersin kırk asırlık bir mabedin içini.
Bizi sarsar bir sülüs yazı görsek duvarda,
Bize heyecan verir bir parça yeşil çini…
Sen raksına dalarken için titrer derinden
Çiçekli bir sahnede bir beyaz kelebeğin;
Bizim de kalbimizi kımıldatır yerinden
Toprağa diz vuruşu dağ gibi bir zeybeğin.
Fırtınayı andıran orkestra sesleri
Bir ürperiş getirir senin sinirlerine,
Istırap çekenlerin acıklı nefesleri
Bizde geçer en hazin bir musikî yerine!
Sen anlayan bir gözle süzersin uzun uzun
Yabancı bir şehirde bir kadın heykelini;
Biz duyarız en büyük zevkini ruhumuzun
Görünce bir köylünün kıvrılmayan belini...
Başka sanat bilmeyiz, karşımızda dururken
Yazılmamış bir destan gibi Anadolu’muz.
Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken
Sana uğurlar olsun...
Ayrılıyor yolumuz.
Faruk Nafiz Çamlıbel
Share
Ey Gönül! Cânına üflenen nefhayla yan da kavrul!
Amma lâle gibi ol ki, hâlinden sadece “yâr” haberdâr olsun...
Share

Gönül âşığın aşkıyla ilgili her türlü gelişmenin algılandığı yerdir. İnsanın yaşaması için gönle olan ihtiyaç ve can mefhumu ona daha da önemli bir yer hazırlar. Gönül bir hitap yeridir. Âşık gönlüyle konuşur, dertleşir. Gönül bir kuştur. Gam ve kederle beslenir. Sevgilinin hayali ile mutlu olur, nazıyla kendinden geçer. Ağyâra asla tahammülü yoktur. Sevgilisinden asla ümidini yitirmez. O aşkın yağmasına uğramış, sevilideki güzelliklerle darmadağın olmuştur. Bu yüzden perişândı, dertlidir, hayrândır, biçâredir, harâbdır, sergeştedir, şikestedir, kararı yoktur vs.
Sevgili padişah olunca, aşk ıstırabı ordu olur ve gönül denen ülkeyi yakar, yıkar. Sevgili gönül denen sarayda misafirdir. Bu saray bazen taht, divân ve meclis olarak da görünür. Yine sevgili denen sultan, peşine gönüllerden müteşekkil bir ordu takıp götürür. Âşığın gönlü sevgilinin saçları arasında yurt edinmiştir. Onun her bir tel saçı ucunda bir âşığın gönlü asılıdır.
Gönül geceler boyu ızdırab çektiği için hasta, bîmâr, yaralı ve sayrudur. Bu hastanın ilacı, şifâsı, tabîbi ve tiryaki ise sevgilinin dudaklarıdır. Hastaları arayıp sormak âdet olduğu, ilâç getirmek gerektiği hâlde sevgili buna yanaşmaz. Gönül hastasının derdi nâzdan dolayıdır. Sevgili süzgün bir bakışıyla âşığın gönlünü ok ve kılıcıyla yaralayıp deler. Sevgilinin ilgisizliği onu deli, mecnûn, çılgın, şûride, vâlih ve divâne eyler. Bu deliyi de sevgilinin zincir saçları bağlamaktadır.
Artık vuslata karşılık can nakdini vermeye hazırdır. Sevgilinin kara saçları geceye benzer. Âşığın gönlü bu geceye meyledince elbette gecenin tehlikelerine de katlanacaktır. Bu gece içinde o bir şebrevdir. Yine zülüf gece renkli olduğu için âşığın gönlünü mîskin, avâre, perîşan, sadpâre ve nâtüvân eyler.
Gönül, gamların konakladığı bir ev, hâne, virâne, hücre, harem ve halvetgâh’tır. Sevgilinin saçları tuzak, benleri de bu tuzaktaki tane olunca, gönül kuşu ister istemez bu tuzağa tutulur. Bu kuş artık gamdan yapılmış bir tuzağa girmeyi haketmiştir. Avlanan bu kuş bazen de kebap eden bir ateş olur ki gönül zaten ateşler içindedir. Âşığın gönlü ateş olup yanarken göz onu söndürmek için daima sular akıtır. Ancak bu ateş asla sönmez. Sevgili bir şem olursa âşığın gönlü onun çevresinde pervâne olur. Sevgilinin yay kaşlarından kirpik oklarını attığı nişangâh yine gönüldür.
Tasavvufta gönül bir ayna olarak ele alınır. Bu aynada Tanrı’nın tecellîsi zuhur eder. Tasavvuf gönle çok önem verir. İnsan bütün âlemin özü olduğu için insanın hakîkati de gönüldür.!
İskender Pala
Share

Yaşlı bir adam ve genç bir delikanlı bir köşede oturup konuşmaktalar.
Önlerinde iyi giyimli bir adam belirir.
Genç olanın önüne bir kese altın koyar.
Genç:
- Sağol, paraya ihtiyacım yok.
- Olsun, ben sana veriyorum, ister sen harca, ister fakirere ver.
Genç fazla ısrar etmez.
Keseyi alır hemen hepsini ihtiyacı olduğunu bildiklerine dağıtır.
Yaşlı adam aynı akşam genci bir başkasından yardım isterken görür ve sorar:
- Niçin o bir kese altından kendine ayırmadın?
Genç:
-Akşama kadar yaşayacağımı düşünemezdim.
Share

Çocukların sadece midesini değil, zihnini ve kalbini de doyurmak gerekir...
"abherî"
Share

Aşk; yalnız bir operadır kış güneşinde dinlenen.
Aşk; bazen bir zaman hatasıdır.
Aşk; bazen kavuşamamak, adını karalamaktır kağıtlara. Uzun bir suskunluktur ya da durmadan ondan konuşmaktır.
Aşk; bir filmin, bir karesinde takılıp kalmak... Bazen tuhaf bir cesaretle meydan okumaktır.
Aşk; bazen nedenini bilmediğiniz bir duraksamadır.
Aşk; bir harabenin ortasında birşey bulup da ne yapacağını bilemeyen iki savaş çocuğu gibi kalmaktır. Eylül'ün toparlanıp gitmesini izlemektir. Bir bakış bile anlatmaya yeterken herşeyi kalbinizi dolduran duyguların kalbinizde kalmasıdır.
Aşk; canınızla beslemektir hüznün kuşlarını.
Aşk; vazgeçmektir gözlerinden. Geceleri ansızın nedensiz uyanmaktır uykularından, usul usul ağlamaktır.
Aşk; birgün anahtarın ters döneceğine inanıp ışığa kavuşmayı özlemektir.
Aşk; buralardan öylece çekip gitmek ve sonunda kendine bir gül vermektir. Acını içine alıp, göz damlalarını tutup, güçlü olmaya çalışmaktır.
İclal Aydın
Share

Osman Yüksel'in milletvekili olduğu yıllardır.
Bir gün meclis kürsüsünde, kendisine lâf atan vekillere dayanamaz ve:
“-Bu meclistekilerin yarısı eşektir!” der ve iner kürsüden.
Bunun üzerine meclis karışır ve herkes kendisinden sözünü geri almasını ister.
Arkadaşlarının da ricası ile tekrar kürsüye çıkar ve keskin zekâsını gösteren ve vekilleri rahatlatan şu sözleri söyler:
“-Bu meclistekilerin yarısı eşek değildir!”
Share

Suretlerde kalırsan putperestsin.
Sureti bırak ve manaya bak.
Hac adamısın, bir hacı yol arkadaşı ara; ister Hintli, ister Türk veya Arap.
Onun şekline ve rengine bakma; onun azmine ve niyetine bak.
O, siyah olsa da seninle aynı niyettedir.
Sen ona beyaz de, zira seninle aynı renktedir.
Hz.Mevlana
Share

Image Hosted by ImageShack.us
Yaşamayı unutarak yaşıyoruz. Gözlerimizin içine içine bakan hayatın neresindeyiz çok zaman? Size, gözlerini (yerinden) oynatırcasına bakan bir çocuğa bakmadan bir adım atabilir misiniz!
Kaç çocuk bakışı her an bir köşebaşından sana.
Her an kaç aşk bakışıyla bakar yaşamak sana…
Bunu bir söyleyen olmadı mı Allah aşkına?
Nefeslerin söylemiştir de; duymamışsındır.
Duymamışsındır; günün gecenin selamını.
Ne çocukların gözyaşını silmeye gücü yetiyor yaptığın işler, ne de bir annenin feryadını dindirmeye...
“Yaşamak nedir?” diye sorduğun oldu mu kendiciğine?
Bir daha, bir daha, yeniden, kaç defa?
Yoksa “sen” aldığın nefeslerin, dallarda şen şakrak kuşların, alnına sıvanan rüzgârların farkında falan değil misin?
Bir yalan, bir inkar, bir inat, bir olmaz murat için/de koşuyor olmayasın!…
ve ah ki… vah!
Gündelik işlerin…
Seni delik deşik eden manşetlerin şehvetinden başını çeviremeyişin hayra alâmet değil.
Adalet de değil bu. Sözlerini “geveze” ettiğin yetmediği gibi…
Bakışlarını da… Adımlarını da… Duyuşlarını da…
“geveze” etmişsin; iyi etmemişsin.
İstersen “bir bilene” sor.
Öf, yordun beni!
Bu ne gürültü böyle!
Kanser mi oldu âlem!
Yalanla doğrular bu kadar karışmış mıydı?
Ekmekler bu kadar tatsız olmamıştı belki.
Hayatımızın bunca rol; rolümüzün bunca hayat oluşu...
Perdeli/nerdeli…
Ve en can alıcı yanlarımızın rendelene rendelene…
Ve “yine” bir cümleyi bitir(e)meden…
Hayatımızın cümlesini kur(a)madan çalarsa kapı/m diye……
korkuyor, korkuyorum.
Bunlar bir karamsarlık fotoğrafı olsun diye değil; adını koymak adına…
Bir hayal olsa/ydı gördüklerim. Bu nezaketsizliği, hissizliği, arsızlığı, yarsızlığı bunca sahipleniş neyin nesi?!…
İnsana nefes başı insanlık yaraşır.
Adım başına lazım şeylerin ne/ler olduğunu koynumuzda gezdiriyor muyuz?
Bize yaraşan şeylerin mi… yoksa nelerin yarışındayız?
Her an: “Ne oluyoruz?!…” diye yüreğimiz elimizde…
patlayacak bombaların “patlamadan” ölüsü oluruz.
En iyisi “yaşamayı” unutmadan yaşamak.
Kaldır başını! Bak gökyüzü, bulutlar, güneş, yıldızlar…
Belki ihtiyacın var! Ha bitti bitecek bir hayatın var.
Git, bir çiçeği kokla!
Pencerene gelen kumrulara buğdayın, merhametin yok mu?
“İnsan” olduğunu nerelerde hatırlıyorsun en çok?
Bir çetele tut! Bir dânen var mı toprağına usulca bırakacağın?
Ne bir besten var ne de ziyaret edeceğin bir hastan…
Öf, yoruyorsun beni ve kendini; haberin yok!
Aynaya bak!
Gözlerin yuvalarından çıkmış!
Çok da malın mülkün var. Dağıt da bunları; hafifle!
Ellerini ve kalbini elden/gözden geçir!
Hayatı kokla!
Sık sık çal kalbinin kapısını…
… orda mı?
Ali Hakkoymaz

Share

Gönül nedir bilene gönül veresim gelir
Gönülden bilmeyene hissiz diyesim gelir
Aşk nedir sevda nedir bunu bilmek gerektir
Bunu bilen aşıkı her gün göresim gelir
Sadettin Kaynak
Share

Yaşanmamışı yaşamış olmak olsa gerek aşk…
Bilmediğim, fırsat verilmeyen bir duyguydu benim için, bu yüzden hem istek hem de ürkektim. Karşıma çıktığında onu nasıl içeriye buyur edeceğimi bilmiyordum, yüreğim kapısını hiç açmamıştı ki aşka… Gelenin önce sıradan bir his olduğunu düşündüm ama anladım ki özel bir misafirmiş.
Ne yazık ki zamansız çalmıştı kapıyı !...
Gelmesiyle içimdeki yağmurlara bu kadar şimşek çaktıracağını nerden bilirdim ? Yıllardır gönlümde ki sakin denizi coşturacağını da bilemezdim elbette. Hiç kullanmadığım, paketinden ilk kez çıkardığım duygularla gecem gündüzüme karıştı, uykum iyice alıngan oldu, aklım gönlümle kapıştı, tebessümlerim artık dört elif miktarı. Keşke diyorum keşke işitme özürlü kalbim bu sesi de duymasaydı, keşke divan şairlerinin kaleminde hak ettiği değeri bulan ama günümüzde altın suyuna batırılmış metal kadar değeri yokken bulmasaydı adresimi aşk. Üstelik müsait misin? bile demeden girdi kalbime. Acıya müptela yüreğim aşk acısını da tadmıştı sonunda, başka kederlerden farklıydı bu, hasret tüfeğinin saçmaları kanatırken gönlümü adını koyamadığım bir haz duyuyordum.
İşte böyle dokunmadan sevebilmekmekmiş, yanındayken kelimelerin genzine kaçıvermesiymiş, o yokken her an yanındaymış gibi hissetmekmiş, karşılığı olup olmadığını düşünmeden tutulmakmış…
Hakkında onca yazılanlara rağmen,yazıldığı gibi okunmuyormuş aşk….
"abherî"
Share
Gül yüzün gonca lebün nergis gözün idüp nihân
Nev-bahârımı hazân itmek dilersin itmegil...

-Ahmedî-

(Gül yüzünü, gonca dudağını, nergis gibi gözünü gizleyip;
ilk baharımı sonbahara çevirmek istersin, etme!)
Share

Dua Allah’a seslenmek, çağırmak, ona yakarmak, ondan dilekte bulunmak demektir.
Dua insanda doğuştan gelen bir olgudur.

Bu yüzden bütün dinlerde mevcuttur.
Üstün bir varlığa inanan insan şu veya bu şekilde dua eder.
İnsanlar sıkıntılı anlarında dua edince gönüllerinde bir ferahlık hisseder.
İstediğinin gerçekleşeceği konusunda ümidi artar.
Dua, insan için bir şifa ve bunalımlara karşı koruyucu bir sağlık tedbiri gibidir.
Yüce Allah’ımız şöyle buyurur:
“Kullarım beni senden sorarlarsa, gerçekten ben onlara çok yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm…”

(Bakara suresi,186.ayet)
Share
Canı terk itmek gerek bu evde cânân isteyen,
Kahrı nûş itmek gerek derdine derman isteyen
-Akşemseddin-
Share
Gözlerime bak, orada görürsün hep vefâyı
Hem yârimin bana ettiği her cevrü cefâyı.

-Havace-
Share

Yıl 2000, Gemlik Adliyesi'nde boşanma davam sürüyor.
Karşı tarafın avukatı bir tomar kağıdı hakime uzatırken:
-Önceki delillerimize eklenmesini telep ediyorum, görüleceği gibi bu şiirler aşk şiirleri ve davalının müvekkilimi aldattığının bir kanıtıdır.
Şiirlerin, müvekkilime yazılmadığı, başka kadınlara yazıldığı ortada.
Hatta bazı şiirlerin ilk harfleri okunduğunda kime yazıldığı açıkca belli oluyor.
Hakim dosya kağıtlarına şöyle bir göz atıyor ve bana dönüyor.
-Aşk şiirleri yazmışsınız, ne diyorsunuz? diyor.Şaşkınlığı atmaya çalışıyorum.
-Efendim ben şiirle uğraşıyorum, doğrudur aşk şiirleri de yazıyorum ancak aşk şiirleri yazmak için aşık olmam gerekmiyor.
Öyle olsaydı cinayet romanı yazanların cani olması gerekirdi.
Orhan Veli'nin "Bütün güzel kadınlar aşk şiirlerini kendileri için yazdığımı sandı, oysa ben bu dizeleri can sıkıntısıyla yazdığımı biliyorum." şeklinde dizeleri olduğunu söylüyorum. Hakim:
-Tamam orasını anladım da bu şiirler kadınlara yazılmış diyor.
-Efendim bir erkeğe şiir yazmayı hiç düşünmedim.
Hakim içine düştüğü açmazı farkediyor ve konuyu değiştiriyor.
Delil diye sunulan,şiir denmeyecek basitlikteki akrostişlerin, parasız günlerimde 50 kuruş, bir lira karşılığında öğrencilerin, askerlerin siparişi üzerine yazıldığını, onların da bunları sevgililerine "Bak sana şiir yazdım." diye verdiklerini nasıl anlatabilirdim ki...
Emre Gümüşdoğan
Share

Sultan Mahmud, Said Efendinin tavsiyesi üzerine ilk defa keçiboynuzu yedikten sonra,
Bre Said, demiş. Bir dirhem bal için bir çeki odun yenir mi
Said Efendi tebessümle:
Sultanım, diye cevap vermiş. Bir taht için, bir devletim yükü çekilir mi?
Share

Dünya yıldıramazsın beni ne yapsan
Ölümden de korkmam, er geç ölür insan
Ölmemek elimizde değil ki bizim
İyi yaşamamak, beni tek korkutan
Ömer Hayyam
Share

Kendi bahçesinde dal bile olamayan
girmiş bahçeme ağaçlık taslıyor.
Özdemir Asaf
Share

“Aşkı taşıyan her kalbin muhkem olduğunu zannediyordum oysa.
Meğer aşk, indiği kalbi ihya ediyordu ya, ihya edemezse yok ediyordu.
Kazasız belasız kurtulmanın imkânı yoktu.”
Nazan Bekiroğlu
Share

Ben çiçek gibi taşımıyorum göğsümde aşkı
Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum
Gelmiş dayanmışım demir kapısına sevdanın
Ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum
Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum
Sezai Karakoç
Share

Genç mühendis, işe yeni başladığı şirketteki bir toplantıya katıldığında,
masa üzerindeki gazeteye göz atıp âniden yerinden fırladı ve eyvah mahvoldum?
gibilerden bir şeyler söyleyip koşar adımlarla odasına girdikten sonra, kapısını da arkadan kilitledi. Bir anda buz gibi bir hava esti içeride.
Şirket sahibi, çok babacan insandı. Toplantıyı bir bıçak gibi kesip:
-Bu işte bir bit yeniği var, dedi. Mühendise kötü birşeyler oldu.

Dikkat edin, canına kıyabilir.
Şirket çalışanları, müdürün ne kadar tecrübeli olduğunu bildiklerinden, hep birlikte yerlerinden fırladı. Sekreterlerden biri, mühendisin okuduğu gazeteye bakarak:
-Biliyorsunuz ki bugün borsa tepetaklak geldi, dedi. Mutlaka çok sayıda hissesi vardı.
Bir başkası:
-Faiz veya repo da olabilir, diye araya girdi. Yüzde ikiyüz sınırı aşıldı.
Diğeri, kendinden emin bir tarzda:
-Dün dolar bozduracağını söylemişti, dedi. Bugün döviz âniden yükseldiği için, milyarlarca lira zarar etmiş olmalı.
Şirketin muhasebe müdürü:
-Kesinlikle yanılıyorsunuz, diye lafa karıştı. Daha üç gün önce avans çekmişti. Paralı insan böyle birşeyler yapmaz. Olsa olsa karısıyla kavga etmiştir.
Kadın sekreterlerden biri:
-Öyledir öyledir, diye atıldı. Hanımına geçen gün rastlamıştım, çok suratsız biriydi.
Bütün ihtimaller tek tek sıralanırken, şirket müdürü,:
-Konuşmakla vakit kaybetmeyelim, diye gürledi. Her an bir tabanca sesi gelebilir içerden..
Müdürün sözleri, ortalığı tekrar karıştırdı. Şirkette ne kadar çalışan varsa, mühendisin kapısına yığıldı. Müdür bey, etrafındakileri bir el işaretiyle susturduktan sonra, yumuşak bir sesle:
-Mühendis beyyy!.. diye seslendi. Benim canım kardeşim, sakın bir çılgınlık yapma. Biliyorsun ki bu dünya fânidir. Bir gün zaten öleceğiz, değil mi?
Mühendisin bulunduğu oda müstakil olduğu için başka bir mekana bağlanmıyordu. Bu yüzden de herkes, onun içeride olduğundan emindi. Oda kapısı da özel olarak izole edildiği ve iki adet çelik levhadan yapıldığı için bütün çabalara rağmen kırılmıyordu. Buna rağmen içeriden çıt çıkmıyordu. Bu arada itfaiyeye haber verildi, altıncı katta bulunan odanın pencereleri altına brandalar gerildi ve televizyon kameramanları, yüzlerce meraklı eşliğinde canlı yayına geçerek, adamın aşağı atlaması için duaya başladılar. Mühendis bey, on beş dakika sonra kapıyı açtı. Yüzü ışıl ışıldı ve neler olup bittiğinden habersiz görünüyordu. Kapı önündeki kalabalığın şaşkın bakışları arasında:
-Az kalsın ikindi namazını kaçırıyordum, diye gülümsedi. Dünya fâni olduğundan, bu iş ihmale gelmez.

Cüneyt Suavi
Share
Komayup takatüm feryada nalan olmasun dersin
Gözüm yaşını alırsın da giryan olmasun dersin

-Şeyhülislam Yahya-

Share

Fatih'e sormuşlar:
'İstanbul'u niçin fethettin? '
O ise şöyle cevaplandırmış bu soruyu:
'Önce o benim gönlümü fethettiği için! '
Share
Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-i sebâdan gayrı


(bana, ne gönül ateşinden başka kimse yanar,
ne de tan yelinden başka kimse kapımı açar.)

-Fuzûlî-

Share

Masumi Toyotome diye bir Japon yazmış bu yazıyı.
“Dünyada sevilmek istemeyen kişi yok gibidir diye başlıyor. Ama sevgi nedir?, nerede bulunur?, biliyor muyuz?” diye soruyor.
Sonra anlatmaya başlıyor...
Sevgi üç türlüdür.
Birincinin adı 'Eğer' türü sevgi.
Belli beklentileri karşılarsak bize verilecek sevgiye bu adı takmış yazar.
Örnekler veriyor: eğer iyi olursan baban, annen seni sever.
Eğer başarılı ve önemli kişi olursan, seni severim.
Eğer eş olarak benim beklentilerimi karşılarsan seni severim.
Toyotome en çok rastlanan sevgi türü budur diyor.
Karşılık bekleyen sevgi.
Yazara göre evliliklerin pek çoğu 'Eğer' türü sevgi üzerine kurulduğu için çabuk yıkılıyor.
Gençler birbirlerinin o anki gerçek hallerine değil, hayallerindeki abartılmış romantik görüntüsüne aşık oluyor ve beklentilere giriyorlar.
İkinci tür: 'Çünkü' türü sevgi...
Toyotome bu tür sevgiyi şöyle tarif ediyor:
Bu tür sevgide kişi bir şey olduğu, bir şeye sahip olduğu ya da bir şey yaptığı için sevilir.
Başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır.
Örnek mi? Seni seviyorum.
Çünkü çok güzelsin (Yakışıklısın).
Seni seviyorum. Çünkü o kadar popüler, o kadar zengin, o kadar ünlüsün ki.
Seni seviyorum. Çünkü bana o kadar güven veriyorsun.
Seni seviyorum. Biri dışa gösterdikleri öteki yalnızca kendilerinin bildiği.
İnsanlar sandıkları kişi olmadığımızı anlar ve bizi terk ederlerse korkusu buradan doğar.
İkincisi de ya günün birinde değişirsem ve insanlar beni sevmez olurlarsa endişesidir. Japonya'da bir temizleyicide çalışan dünya güzeli kızın yüzü patlayan kazanla parçalanmış.
Yüzü fena halde çirkinleşince, nişanlısı nişanı bozup onu terk etmiş.
Daha acısı ayni kentte oturan anne ve babası, hastaneye ziyarete bile gelmemişler, artık çirkin olan kızlarını.
Sahip olduğu sevgi, sahip olduğu güzellik temeli üstüne kurulmuş olduğundan bir günde ölmüş. Güzellik kalmayınca sevgi de kalmamış.
Kız birkaç ay sonra kahrından ölmüş...
Japon yazar toplumlardaki sevgilerin çoğu 'Çünkü' türündendir ve bu tür sevgi, kalıcılığı konusunda insanı hep kuşkuya düşürür diyor.
Peki o zaman, gerçek sevgi, güvenilecek sevgi ne?
Ve işte sevgilerin en gerçeği:
Üçüncü tür sevgi: 'Rağmen' ...
Bir koşula bağlı olmadığı için ve karşılığında bir şey beklenmediği için?
Eğer türü sevgiden farklı bu.
Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için Çünkü türü sevgi de değil.
Bu üçüncü tür sevgide, insan Bir şey olduğu için değil, bir şey olmasına rağmen sevilir. Esmeralda, Quasimodo'yu dünyanın en çirkin, en korkunç kamburu olmasına Rağmen sever. Asil, yakışıklı, zengin delikanlı da Esmeralda'ya çingene olmasına rağmen tapar.
Kişi dünyanın en çirkin, en zavallı, en sefil insanı olabilir.
Bunlara rağmen sevilebilir. ...
Her şeye rağmen sevmek... sevilmek ya da...
Share

Ağlasam,
Sesimi duyar mısınız mısralarımda?
Dokunabilir misiniz gözyaşlarıma ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu,
Bu derde düşmeden önce
Bir yer var, biliyorum.
Her şeyi söylemek mümkün,
Epeyce yaklaşmışım,
Duyuyorum,
Anlatamıyorum..
Orhan VELİ
Share

“Allah’ım sen bize o kadar çok şey verdin.
Merhamet et de, bir şey daha himmet et;
bize sana şükretmesini bilen bir kalp ver”
George Herbert
Share