"düşün, düşün ki düşün gelişsin"
Yaşlı bi marangozun emeklilik çağı gelmişti. Yanında çalıştığı müteahhite; yapmış olduğu ahşap ev inşa işini bırakmak,eşi ve çocuklarıyla birlikte daha rahat, daha huzurlu bir hayat sürme isteğinden bahsetti.
Müteahhit, yıllardır birlikte çalıştığı emektar marangozunun iş bırakma isteğine oldukça üzüldü. Fakat ondan, kendine bir iyilik olarak, son bir ev daha yapmasını rica etti. Marangoz, bu son olsun diye istemeye istemeye teklifi kabul etti ve işe girişti.
Ne varki gönlünün, yaptığı işte olmadığı her halinden beliydi. Bundan dolayı baştan savma bir işçilik ve kalitesiz malzeme kullandı. Ömrünü verdiği mesleğine öyle bir eserle son vermek ne büyük talihsizlikti!..
Marangoz, ev bittiğinde müteahhite teslim etmek üzere kendisini çağırttı, işveren, evi gözden geçirmek için geldi.
Şöyle bir baktıktan sonra dış kapının anahtarını marangoza uzattı. "Bu ev senin" dedi. "Yıllardır süren emeklerini karşılığı sana benden hediye." Marangoz şoka girdi.Ne kadar utanmıştı!
Keşke yaptığı evin kendisinin olduğunu bilseydi. O zaman onu öyle yapar mıydı?!

Unutmayın! herkes kendi hayatının marangozudur. Herkes gün be gün kendi hayatını inşa eder; bir çivi çakarak, bir tahta koyarak veya duvar dikerek….

-alıntı-
Share
Yazılarımızın cümle bitimlerinde kullanırız nokta işaretini. Devamında gelen cümle büyük harf ile başlar ve yeni bir konunun veya ifadenin habercisidir.
Tıpkı hayatımızda olduğu gibi , son noktayı koyduğunuz her neyse hayatınızda , noktadan sonra yaşanacaklar, iyi veya kötü bir hayatın büyük puntolarla geleceğinize asılması gibidir.

İnsanlar 3,5- 4 arasında yaşarlar, ya yaşarken 3,5 atarlar ya da 4 dörtlük bir hayata yelken açarlar.
Eğer hayatınızda herhangi bir şeye nokta konulması gerekiyorsa , çekinmeden koyun bence. Çünkü noktalı virgül konulmuş bir hayat sürekli mazinizden gelen rüzgarların hayatınızı tıpkı rüzgar gülü sağa sola savrulmasına sebeb olur. Bu da kısır döngü içerisinde duygularınızın, kişiliğinizin depresyon geçirmesine neden olabilir.

Biliyorum, bu yazılanların yapılabilme olasılığı oldukça zordur. Ancak insanlar zorluklar içerisinden çıkarabildiği güzellikleri yaşarken çok daha mutlu olabilirler. Bir bardak suyun içinde bir damla zeytinyağı misali, hem suyun içinde olup hem suya karışmadan yaşayabilmek kocaman yürekli insanların hüneridir.
Hele hele nokta koyduğunuz konu. Noktanın satırbaşı kısmına geçip oradan maziye baktığınızda , yaşanmış hiç bir şeye değmezmiş dedirtiyorsa sizlere. O zaman kendinizi kocaman alkışlayın.
Çektiğiniz tüm çileler,tüm acılar, akıttığınız tüm gözyaşlarınız, kafatasınızdan kustuğunuz özbenliğiniz,yaşadığınız sürece hiç kimsenin dokunmasına izin vermediğiniz gururunuz, sabahın ilk saatlerine dek beyninizi kemiren kendi kendinize sorduğunuz sorularınız, almadığınız cevaplarınız,adına fedakarlık deyip kendinizi parça parça etmeniz, aldığınız nefesin adını koyduğunuz, yani sizi siz yapan ve sizden akan herşeyiniz, güngelip de insan kılığına girmiş hayat süren leşler tarafından sadece ve sadece kahpe gülücüklere kurban ediliyorsa . Çok ama çok şey yaşadığınızı zannedip , aslında sizin o çok dediklerinizin hiç bir şey olmadığı yüzünüze tükürüldüğünde, koyduğunuz noktanın ne kadar değerli olduğunu bir kez daha beyninize kazınacaktır.

Tüm yeminlerinize karşı kendinizi inandıramadığınız hayatın anlık dilimlerinde, inanılmamış yaşanmış olmak, gelecekde sizin inandıklarınıza sakın ama sakın darbe vurmasın, çünkü inançlarınız erimeye başladığında mutlak sizden birşeyleri götürecektir.

Hayatın virgülleri arasında , kahpe gülücükler, iğrenç insanlar hep vardı ve hep var olacaklardır.
Her zaman derim ben, kış ne kadar çetin geçerse geçsin bahara hazırlık yapar. Eğer birşeylere nokta koymuş ve arkasında durabilmişseniz. Bundan sonra hayatınızdaki virgüllerin arasında mutlak baharı yakalayacaksınızdır.

Noktalarınız kuvvetli, virgülleriniz yaşanası olsun...

Kenan Gül
Share

Nasıl bir uçurum kusursuzluğuna ulaşmışım ki düşecek yerim bile kalmamış !

Emil Michel Cioran
Share

Açlığa sabredersin adı "oruç" olur.
Acıya sabredersin adı "metanet" olur.
İnsanlara sabredersin adı "hoşgörü" olur.
Dileğe sabredersin adı "dua"olur.
Duygulara sabredersin adı "gözyaşı" olur.
Özleme sabredersin adı "hasret" olur.
Sevgiye sabredersin adı "AŞK" olur..

Hz.Mevlana
Share

Şimdi FATİH kalksa mezarından, ne ben onu tanırım ne o beni tanır. Ama İstanbul'u Bizanslılar almış deyip bir daha savaşır...

NFK
Share

.........
Doğrusunu isterseniz yaşam dar ayakkabıyla yürümektir.
Kimi zaman dar bir maaş, kimi zaman sevimsiz bir iş…
Kimi zaman bir mekan dar ayakkabı olur bize, kimi zaman bir çevre, kimi zaman bir sokak, ya da bir şehir…
Kimi zaman dostluklar, arkadaşlıklar, beraberlikler bir dar ayakkabıya dönüşür.
Kimi zaman zamandır dar ayakkabı, geçmek bilmez.
Kimi zaman zenginlik, kimi zaman başınızı koyduğunuz yastık…
Canınız yanar.
Topallaya topallaya gidersiniz.
Sonradan öğrendim yaşamın dar ayakkabıyla yürüme sanatı olduğunu…

Bekir Coşkun
Share

Ben diyorum ki: Vuslatı beklerim, Yâr, Gaffâr
Âşk diyor ki: El-intizâr eşeddü min-en-nâr...
(beklemek, ateşten şiddetlidir)

Neslihan Nur Türk
Share
Ne kibar şarkılarımız vardı, sizli bizli.
"Bir bahar akşamı rastladım size."
Sonra "Allah belanı versin" konulu şarkıları dayattılar bizlere. Şimdi biliyoruz ki. "Olmaz ilaç sine-i sad pareme."
Elinden tutardık dostluğun, İstanbul''un bütün meyhanelerinde dolaştırırdık.
"Kadehinde zehir olsa" vız gelir. Agora Meyhane''miz vardı. Dertlerin en şahanesi.
Şimdi bakıyorum da, ne "Eski dostlar" var artık, ne eski fasıllar.
Zaman; dilimizden sadece şarkıları koparmadı, bizi de birbirimize düşürdü.
İki kaşın arasına bile silah çatar oldu insanlar.
"Niçin baktın bana öyle" şarkısında, aşka bakardık.
Yeşil gözlerinden muhabbet kaparken başka bakardık.
Doğuştan karanfilliydi yakalarımız.
"Enginde yavaş yavaş günün minesi solarken", galiba biz de solduk.
Çocuklarımızı aldı zalim düzen.
20 yaşındaki aslan gibi delikanlıları.
"Ham meyveyı kopardılar dalından"
Kim başlattı bu savaşı, kim sürdürüyor? Ve niye bitmiyor?
Sahibi ölünce, kapının önüne konan terliklere döndük.
Göze mi geldik, biz mi unuttuk?
Aynaların eski olması, yeni gerçekleri gizlemeye yetmiyor.
Yanarak geçtik yılları, harcanarak.
Amele eller yağmacı oldu.
Hayatın girdabı içine çekti bizleri.
Bizim de suçumuz var elbet. "Kimseye etmem şikayet..."
Şimdi, "Ben küskünüm feleğe", siz, biz, hepimiz küskünüz.
"Derdimi ummana döksem", kimse dinlemez.
Peki durdurabilir miyiz bu gidişi?
Eski bütünlüğümüze kavuşabilir miyiz?
Hiç sanmıyorum. Çünkü, "Dönülmez akşamın ufkundayız artık, vakit çok geç!"

Hakkı Yalçın
Share

Nasıl da büyüdü kalbimin yarımlığı ve hiçbir yarı, tamamlayamadı bu yarımı..

Furuğ Ferruhzad
Share
Dar vakitlerdeyim
bir uçurum kenarında
çığlığın yarayla buluştuğu yerdeyim
tut beni ey hayat, düştüm düşeceğim
yoruldum hüzünler arası gidip gelmekten
siyah sakalımda ak acılar biriktirmekten
geçtiğim bütün yollar kördüğüm...
.......

Nuri Can
Share
Görünenle yetinirsen eğer sadece tırtılı bilirsin.
Çirkindir ya tırtıl, gönlünü çelmez.
Görünenin ötesine geçmek istersen eğer, aradan örtüyü kaldırıp da gönül gözü ile bakarsan, kelebeği bulursun karşında.
Güzeldir ya kelebek, gönlün ona akar.
Lakin gönül gözünle görürsen eğer, kelebeğe değil tırtıla sevdalanırsın.

Elif Şafak
Share

Gam


Gönül gamını nice safha–i beyâna yazam
Kalemden od çıkuban korkarım ki yana yazam

-Avnî-
Share
Gönül tecelligah olduktan sonra
Göze ne gerek var be dostum göze
Sükut lehçesini bildikten sonra
Söze ne gerek be dostum söze.

Uğur Işılak
Share
Vav gibi olmak pek zor bir meşakkat aslında.

Dik durabilmek, ama mağrur olmadan, mütevazi olmak; fakat boyun eğmemek; aynı Vav’ın başı gibi. Sınırları konusunda tavizsiz olmak, lakin bu katılığı sert bir şekilde değil, tüm yumuşaklığıyla beraber sindirebilmek; tıpkı Vav’ın gövdesi gibi. Sabit fikirli olup, tek yöne doğru ilerlememek, ama aslından sapıp kararsız; başıboş da kalmamak; Vav’ın kuyruğu gibi.

Sert bir harf gibi durur Vav, ancak incelendiğinde farkına varılan narin yumuşaklığına rağmen. Amacına doğrudan ulaşabilmek için kolay yola sapmak varken yapmaz bunu Vav. Bulunduğu yöne; aslına da dönecek olsa dolanarak; düşünerek; gerekirse durup bekleyerek yapar bunu.

Mütevazidir Vav, ama ne mütevazilik! Sahte bir yalakalık, gösterişçi bir boyun eğme değildir onun mütevaziliği. Edebi çağrıştırır Vav’ın mütevaziliği. Tüm gösterişlerden soyunmuş bir halde özüyle ne olduğunu gösterir görebilenlere.

Mükemmel, simetrik, sabit değildir Vav. Değişken, kıvrımlıdır; duramaz yerinde. Yine de kaçış diyemeyiz buna, ne olduğunu, nerede olduğunu herkesten daha iyi bilir Vav. Bireysel değildir hiç bir zaman. Gerektiği yerde yoldaşına anlam katabilmek için kendinden, okunuluşundan feragat eder. Yoldaşına anlam katar, onla tek bütün olmuşcasına.

Velhasıl saymakla bitmez Vav’ın özellikleri; güzellikleri. Ama biliriz ki zordur Vav gibi olmak, vav gibi mütevazi olmak, keskin; ama yumuşak, dik fakat kibirli olmamak. İmkansızdır belki de...
 
-alıntı-
Share
Akıl, sofrada yemek yerken üzerinize yemek dökmemek içindir, maneviyatta teslimiyet esastır !

Fetih Gemuhluoğlu
Share
Share
.......
Ağrısı insanı maksuda eriştirir. Ağrıyan bir ayak yürünecek yollara özlem getirir. Ağrıyan bir diş leziz taamlara özlem getirir. Ağrıyan eller işlenen nakışlara özlem getirir. Ağrıyan bir göz ustalıkla resmedilmiş manzaralara özlem getirir. Ağrıyan kulaklar sevgi sözcüklerine, ruhu sağaltan bir ezgiye özlem getirir. Ağrıyan bir baş hikmetin pınarlarına, tefekkürün dumanlı zirvelerine, bilmenin ve tanımanın lezzetine özlem getirir. Ağrıyan bir yürek En Sevgilinin bağrında dinlenmeye özlem getirir. Ağrımız en büyük nimetimizdir.

Yarasıdır insanın yol azığı, beslendiği çıkını, biriktirdiği dağarcığı. Her ne güzellik varsa iki dudaktan dökülen, yaralı bir sadrın mahsulatındandır. İnsan gariptir, insan yalnızdır, insan anlaşılmazdır, insan karmaşıktır, insan yoksuldur, insan acizdir, insan aşıktır. Dilinden kimsenin anlamadığı, özünden kimsenin haberdar olmadığı, yarasına kimsenin deva bulamadığıdır insan. Kimse bulamasın da yalnız Rabbi buluversin insanı istenmiş de, bir gizli mahfaza koyulmuştur insan. Sevgilisi onu buluncaya kadar yapayalnız bırakılmış bir minik bebek gibi ağlar durur da, kim gelse susmaz, kim ne verse haz etmez, kim ne söylese huzur bulmaz. Zira huzur O’nun huzurunda olmaktır. Bize nazarını O tevcih etmelidir. Yoksa susmayız, yoksa durulmayız, yoksa iflah olmayız. Aman yaramıza O’ndan gayrı dokunmasın!
.......

Mona İslam
Share
Boşa mecnun olup leyla arama
Dizginle aşkını çöl şımarmasın
Sevda lehçesinde çok söz var ama
Beyhude konuş ki dil şımarmasın

Gönül zarar eder dünya karıyla
Yoğrul aşıkların ahuzarıyla
Yanıp tutuşursan dostun narıyla
Savrul boşluklara kül şımarmasın

Hayal ülkesinde mevsim hep bahar
Aklını başına topla vakit dar
Kurak topraklarda bülbül olmak var
Gönül ver dikene gül şımarmasın

Yol bilmezse sazındaki perdeler
Türkü isyan eder yüzüne güler
Yüreğinden süzülsün ki nağmeler
Mızrap şımarmasın tel şımarmasın

Uğur Işılak
Share

Düşün, düşün ki düşün gelişsin !

"abherî"
Share
Harun Reşid bir Ramazan günü Behlül'e tembih etti:
Akşam namazında camiye git, namaza gelen herkesi iftara davet et.
Akşam oldu, namaz kılındı, namazdan sonra Behlül 5-10 kişilik bir grupla çıka geldi.
Harun Reşid şaşırdı:

Behlül bunlar kim? Ben sana namaza gelen herkesi saraya iftara çağır diye tembih etmedim mi? Sen o kadar cemaatin arasından bir sofralık bile adam getirmemişsin.

Efendimiz, siz bana camiye gelenleri değil, namaza gelenleri iftara çağır dediniz. Namazdan sonra bendeniz cami kapısında durdum, çıkan herkese hocanın namaz kıldırırken hangi sureyi okuduğunu sordum. Onu da yalnız bu getirdiğim kişiler bildi. Camiye gelen çoktu ama namaza gelen demek ki yalnız bunlarmış.
Share
Tevekkül bâdbânın kıl küşâde fülk-i ihlâsa
Eser bahr-i emelde bir müsâ'id rûzgâr elbet...

(ihlâs gemisine tevekkül yelkenini aç, şu emeller denizinde beklediğin rüzgar elbet esecektir)

-Fitnât Hanım-
Share
Susuzlukların ırmak olduğu günümüze kutla geldin, hoş geldin ey! Zamanlar güzeli ey, kut yağdırmaya bahçemize hoş geldin! Mü'minleri handân; mücrimleri giryan edendin sen! Ve şeytanı sûzân; inkarcıyı perişân edendin!.. Hoş geldin!..
Gufranımızdın, bağışlanmamızdın... Hoş geldin!.. Kitab'ımız, sadakamızdın... Hoş geldin!.. Selamımız ve salavatımızdın... Hoş geldin!..

"Cihânârâ cihân içindedir arâyı bilmezler
O mâhîler ki derya içredir deryâyı bilmezler"

Hatırası kora dönmüş uzak bayramların gülümseyişleriyle tutup ellerimizden iftar sevinçlerine karıştır aminlerimizi; çoğalttıkça çoğalt tazarruları gül dudaklarda. İki sevinç arasında, bunda ve ötede müjdelenen iki sevinç arasında bir alev gibi yak ruhumuzu ve bir anda yansın amel defterlerimizin kara sayfaları. Azrail tabaklarımıza bırakmadan ölümü hakiki oruçların iftarına ulaştır bizi. Terk ettiğimiz nimetlerini iftar sofrasında melekler koysun önümüze ve gönül kandilinin pasını temizlesin feriştehler. Riya desenlerinden arındırdığın nur hil'atlerini giydir seherlerde bize de, isterse ramazan hilalince arıklaşsın bedenlerimiz, gel ey!..

Fecirden başlayarak ta güneş batıncaya kadar sevda seherinden aşk pazarlarına düşelim çiçeksiz balların arısı gibi; ve güzeller zülfünün perçem tellerinde açalım gönül nergislerinin sarısı gibi. Tenha sokaklarda oruçsuz ve neşesiz koyma zamanı ve dağların yamaçlarında eserken gurub, uyuyan yelkenlilerimizi uyandır. Yakınında duralım zeytin dallarının ve bir zeytin ile varalım kırkıncı kapıya. Aynı dakikada düğümlenen zamanı paylaştır aramızda; aynı düğümde bağlanalım İrem denklemlerine. Süzülmüş benizlerle çarşıdan dönen şehzadeler söylesin son şarkısını özlemle kadirlerin ve nefesi gül kokan çocuklar okusun son medhiyesini hasretle bayramların. Gülabdanlardan dökülsün ellere cedlerin bereketi ve Var Eden'e ulaşsın ıtırlar iklim iklim, kuşak kuşak.

Onbir ayın sultanı, onikincim; muradım, mutluluğum, hoş geldin!.. Çifte sevince tek nimet; iki güzele bir âşık; gel, iyileştir içimizdeki yarayı...
Maah ey! Aydınlat kara düşüncelerimizi, barış getir, esenlik serp dünyamıza. Çığlıklar feryâda karışmasın çağında, mazluma imdâd, mü'mine dâd erişmesin hem!..
Gülümse bize...

İskender Pala
Share
mâneviyâtımızı tıka basa doyurabilmek ümidiyle...
Share
Kirli eller daha temiz,
Temiz elli kirli gönüllerden.
Ne dersiniz?...

Özdemir Asaf
Share

...

Tutunduğum pervanenin kanadını incitiyorum.
Zaman bir kum gibi akıyor ayaklarımın altından.
Kalbim bir saat gibi işliyor.
Aşk takatiyle çok yorgunluğa talibim.
Her çileden nasibimi arıyorum.
Her yaranın hissedarıyım.
Her acıdan pay alıyor, her ağlayışa gönüllü oluyorum.
Sükût içindeyim.

Münire Daniş
Share
İnsan eğerki 10 milyonu sadaka verecek olsa bu miktarı çok bulur ama 10 milyon ile mağazadan bir şey almaya gitse alacak birşey bulamaz...
İlginç
İnsan 10 dk zikir edecek olsa bu zamanı çok bulur ama bir film veya maç olsa bir buçuk saatlik zaman onun için hemen geçiverir...
İlginç
Bir futbol maçının uzaması insanın hoşuna gider ama Cuma namazında hutbenin birkaç dk uzaması hiç de hoşuna gitmez...
İlginç
İnsan duyduğu dedikoduya hemen inanır ve kabullenir ama kesin doğru olduğunu bildiği birşeyi inat ederek hemen kabullenmez...
İlginç
İnsan modayı her an takip eder ama Peygamberimiz (s.a.v ) sünnetini moda gibi bilmez veya bilse de uygulamaz...
İlginç
İnsan camide bir saat ibadet ederek vakit geçirecek olsa onun için zaman geçmek bilmez ama televizyona bakarken zaman onun için çabucak geçer...
İlginç
İnsan namaz kılarken, ibadet esnasında dünyevi konuları düşünmeyi sever ama normalde Islamiyet'i düşünmekten kaçınır...
İlginç
İnsana bir sureyi veya surenin anlamını okumak zor gelir ama bir romanı okumak onun için kolaydır...
İlginç
İnsan konserde ilk sıralarda olmak için caba sarfeder ama camide ilk sıralarda olmak için caba sarfetmez.
Aksine namazın sonunda hemen çıkıp gideyim diye son sıralarda olmak ister...
İlginç
Bir ayet ya da hadis ezberlemek insanın zoruna gider ama müzik listesi top 10'da olan şarkıların hepsini ezbere bilir...
İlginç
İnsan ajandasında bir dini toplantı için zaman bulamaz ama dünyalık işler işin çok zaman bulur.
İlginç
İnsan Islami konuları dinlemeyi ve anlatmayı zor bulur ama dedikoduları dinlemeyi ve anlatmayı çok sever...
İlginç
İnsan CENNET'e gitmeyi ister ama hiçbir şey yapmadan...
İlginç
İnsan hergün birilerinin ölüm haberini alır, ama yine de kendisinin de birgün öleceğini düşünmez...
İlginç
İnsan hergün birgün çürüyecek vücudunu daha formda tutmak için yediklerine dikkat eder, cildine bakım yaptırır ama asla çürümeyen ruhu ve kurtuluşu için hiç dikkat etmez...

Sizce de İlginç degil mi?

Hakan Arslan
Share
Haram kazanılan aş, aşdan sayılmaz.
Hak için akmayan yaş, yaşdan ayılmaz.
Kişi, başım var diye övünmesin;
Secdeye varmayan baş, baştan sayılmaz.

Necip Fazıl Kısakürek
Share
Ya Rabbi
Sen beni Senin rızan ile razı kıl,
Belalara karşı sabırlar ihsan et,
Nimetlerine şükretmeyi kalbime ilham et.
(amin)
Share
Za'il olmaz heves-i zülf-i siyâhın dilde
Hasıl olmayacağın gerçi bu sevdâ bilürin.

(Gönülden siyah zülüflerinin hevesi çıkmaz, gerçi bu sevdânın bir sonucu olmayacağını bilirim.)

-Bâkî-
Share

Tv


Televizyon=Yalancı Dil Eğitim Merkezi
(eğitimler devam ediyor)

"abherî"
Share
Bir zamanlar Afrika'daki bir ülkede hüküm süren bir kral vardı. Kral, daha çocukluğundan itibaren arkadaş olduğu, birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazdı. Nereye gitse onu da beraberinde götürürdü.

Kralın bu arkadaşının ise değişik bir huyu vardı. İster kendi başına gelsin, ister başkasının, ister iyi olsun, ister kötü, her olay karşısında hep aynı şeyi söylerdi:

"Bunda da bir hayır var!"

Bir gün Kral'la arkadaşı birlikte ava çıktılar. Kral'ın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, Kral'a veriyor, Kral da ateş ediyordu. Arkadaşı muhtemelen tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yaptı ve Kral ateş ederken tüfeği geriye doğru patladı ve Kral'ın baş parmağı koptu. Durumu gören arkadaşı her zamanki sözünü söyledi:
"Bunda da bir hayır var!"

Kral acı ve öfkeyle bağırdı:
"Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu?"
Ve sonra da kızğınlığı geçmediği için arkadaşını zındana attırdı.

Bir yıl kadar sonra, Kral insan yiyen kabilelerin yaşadığı ve aslında uzak durması gereken bir bölgede bir kaç adamıyla birlikte avlanıyordu. Yamyamlar onları ele geçirdiler ve köylerine götürdüler. Ellerini, ayaklarını bağladılar ve köyün meydanına odun yığdılar. Sonra da odunların ortasına diktikleri direklere bağladılar. Tam odunları tutusturmaya geliyorlardi ki, Kral'ın baş parmağının olmadığını fark ettiler.

Bu kabile, batıl inançları nedeniyle uzuvlarından biri eksik olan insanları yemiyordu. Böyle bir insanı yedikleri takdirde baslarına kötü olaylar geleceğine inanıyorlardı.

Bu korkuyla, Kral'ı çözdüler ve salıverdiler. Diğer adamları ise pişirip yediler.

Sarayına döndüğünde, kurtuluşunun kopuk parmağı sayesinde gerçekleştiğini anlayan Kral, onca yıllık arkadaşına reva gördüğü muameleden dolayı pişman oldu. Hemen zindana koştu ve zindandan çıkardığı arkadaşına başından geçenleri bir bir anlattı.

"Haklıymışsın!" dedi.
"Parmağımın kopmasında gerçekten de bir hayır varmış. İşte bu yüzden, seni bu kadar uzun süre zindanda tuttuğum için özür diliyorum.Yaptığım çok haksız ve kötü bir şeydi."

"Hayır" diye karşılık verdi arkadaşı.
"Bunda da bir hayır var."
"Ne diyorsun Allah aşkına?" diye hayretle bağırdı Kral.
"Bir arkadaşımı bir yıl boyunca zindan da tutmanın neresinde hayır olabilir?"

"Düşünsene, ben zindan da olmasaydım, seninle birlikte avda olurdum, değil mi?
Ve sonrasını düşünsene!!!..."
Share
her sabah bir martı çığlığı
bir avuç deniz kokusu
çalarım İstanbul'dan
o kadar telaşlı ki
bilmez
içinde yaşayan hırsızı.
renk renk şelaleler gibi
dökerim üstüne hayallerimi
her gece.
uyanır ağır uykusundan
o kadar yaşlı ki
görmez
içinde koşan yaramaz çocuğu...

Orhan Erbeyi
Share
Kıldı zülfün tek perişan hâlimi hâlin senin
Bir gün ey bî-derd sormazsın nedir hâlin senin

-Fuzûlî-
Share