"düşün, düşün ki düşün gelişsin"

Bazen gitmek gerek!
Nedeni, niçini, niyesi olmayan bir gidiş...
Dönmek mi?
Nasip!


"abherî"
Share

İki alem vardır: İlki varlık alemi, ikincisi manâ alemi.
Varlık alemi gündüz gibidir, olanı biteni açıkça görürsün, kendini kolayca ele verir. Manâ alemi ise gece gibidir, onu bulmak için mutlaka gönül ışığını yakman gerekir.

Mevlana
Share

"Hayalin hakikatı ile hakikatın hayalinin birleşip kaynaştığı bu evrende; neyin gerçek, neyin gerçek olmadığını kim bilebilir ki?"

Aşkın Tuna
Share

Çok küçük bir yalanı
çok büyük bir orantıda
dinlediniz mi ..?

Çok büyük bir yalanı
çok yalın bir doğrultuda
söylediniz mi ..?

Gecikmiş bir gizemi,
birikmiş bir özlemi,
sakladınız mı ..?

Gelmeyecek bir gideni,
olmayacak bir nedeni
beklediniz mi ..?

Bir gerçeği erken,
bir açlığı tokken
anladınız mı ..?

Hep mi hep ölecekmiş gibi,
hiç mi hiç ölmeyecekmiş gibi
yaşadınız mı ..?

Yalanı sürmeye sürmeye,
yanlışı görmeye görmeye
saklandınız mı ..?

Doğruluğun yönünde,
doğruların önünde
aklandınız mı ...?

Ortamsız bir yaşamda,
yaşamsız bir ortamda
harcandınız mı ..?

Özdemir Asaf
Share

Ahh


Ey beni en en çok sevenim..
Ey beni en en çok kollayıp-gözetenim..
Ey sesimi hep duyanım! Yaralarımı saranım..
Eyy hiç darılmayanım! Çağırınca koşarak gelenim!

Ey bana benden yakınım! Ey beni en çok bilenim!
Ey en çirkinimden sonra bile “gel” diyenim!
Eyy! Dünya terketse, hiç terketmeyenim!
Ey en en vefalım..Ey Sevgili, en sevgili! Meded!..

Ahh.. Ey kadrini hiç bilemediğim!
Ahh.. Ey nefsimin ilk şahlanışında bir kenara ittiğim..
Ahh.. Ey “Sendeyim” deyip, ülfetlerde kaybettiğim!
Ahh.. Ey “Yalnız Sana..” deyip, gayrısına kulluk ettiğim..

Ahh Sevgili! En en Sevgili..
Ahh ya Vedud! Ya Rahim! Ya Sabur...
Ahh ya Tevvab! Ya Afuvv..
Ahh ya Rabbi! Ahh Allah’ım Af Allah’ım!
Tut sana müştak yüreğimi, affet beni....

Ayşe Reşad
Share

Veren de o alan da nedir senden gidecek,
Telaşını görenler, can senin zannedecek...

-Aşkî-
Share

Öğrendiklerini bir saat gibi cebinde taşı; ikide bir saati olduğunu göstermek isteyen insanlar gibi ortaya çıkarma; eğer birisi sana saati sorarsa söylersin; ama her saat başında saat kulesi gibi ötme!

Lord Chesterfield
Share

Bazılarımıza göre, hayat karanlık bir kuyu!..
Son derece ağır bir yük!..
Her gün, her şey biraz daha kötüleşiyor!..
Nokta kadar bir umut ışığı bile yok!..
Böyle düşünüyorsanız bilin ki bu "Müslümanca" bir bakış açısı değil...

Hz. Âdem böyle düşünseydi
Havva'sına, daha sonra da Cennet'ine kavuşamazdı...
Hz. Yusuf böyle düşünseydi, kardeşleri tarafından itildiği karanlık kuyudan dışarı çıkamazdı...
Hz. Yunus böyle düşünseydi, balığın karnında kalırdı...
Hz. İbrahim Nemrud'un ateşinde yanardı...
Peygamberlerimiz en zor anlara bile teslim olmadılar; içlerindeki imana ve iman kaynaklı umuda tutunup, kurtuldular.
Böylece her şart altında umut ışıklarının varlığını ispatladılar.
Bilin ki, umut ışıkları hiçbir zaman tümüyle sönmez:
Çünkü her halimizi gören ve bilen BİRİ var...

Öyleyse umutlanalım:
Hz. Yusuf'u karanlık kuyuda bulup kurtaran,
bizi de güçlüklerden kurtarabilir...
Hz. Yunus'u balığın karnından kurtaran,
bizi de iç karanlığımızdan kurtarabilir...
Hz. İbrahim'i Nemrut ateşinden kurtaran,
bizi de şeytan ateşinden kurtarabilir...
Şu halde "çaresizlik" yoktur... Sadece kendini öyle hissetmek vardır!

Hayat dikkat ister!..
Çünkü bir kere yaşanır.
"Deneme-yanılma" metodu uygulama şansımız yoktur.
Iskaladığınız anları geriye dönüp yeniden yaşayamazsınız.
Tekrar tekrar başlayamazsınız.
Bu bakımdan her an, son an kadar değerlidir.

Yavuz Bahadıroğlu
Share

"Kaybedeceğini bile bile neden mücadele ediyorsun?" dedi.
Öleceğini bile bile yaşadığını unutmuştu o an... Bozmadım.

Özdemir ASAF
Share

eski gölgelerin tepesine güneş diktim
düştü sırrı aynanın

güllerin irkildiği mevsimdi
kurcaladım yarayı
dağıldı yüzümdeki beyaz
esmer bir lekeydi ezberim

gün/ahları tek bir heceye yükleyip geldim
aksa diye dalgın ırmak

uykunun bağçelerinden geçtim u/yanarak
duydum sesini kuyuların

sır! dedim rüzgârdan incinen kuşlara:
susmayı, bir kırık sözden
suyu öpüp nâra eğilirken
öğrendim.

Elif Nuray
Share

Eskiden mektuplar alırdık dostlarımızdan, uzun uzun, samimi sıcak satırları olan.
Anlatırlardı içlerinde ne varsa, içlerinden geldiği gibi, bildiğimiz gibi.
En samimi duyguların dile geldiği satırlar, birbiri ardına eklenen cümleler ahenk içinde,
biraz durgun biraz kederli, söylenirdi ne varsa söylenecek olan.
Her mektup gelende ufka doğan güneş misali, gözlerimizin şavkı aydınlatırdı odayı.
Hep en içten özlemlerin, en hasrete bakan yanı dile gelir satırlarda, paylaşılırdı uzak yollardaki dostlarla.
Duyguların içtenliği, anlatanın samimiyeti satırlara nakış gibi işlenir,
arasına bazen kurumuş bir gül yaprağı eklenirdi. Cümleler kısa manalar yüklü, sevinçler belli ederdi kendini. Can dostum, sevgili arkadaşım, kardeşim diye başlardı satırlar, başladığı gibi sürer giderdi aynı samimi sıcaklık. Uzun ayrılık zamanlarının
getirdiği özlemlerin güzelce anlatılması için düşüne düşüne yazılırdı mektuplar.
Bayramlarda bir başka olurdu mektup sevinci, bir başka haz alırdık duygularımızdan.
Güzel kartpostallar için dolaşır, her sergiye bakardık, duygularımızı en güzel hangisi anlatır diye.
Kime ne yazacaksak, günler önceden hazırlık yapar, kartlarımızı zarfların içine özenle koyardık.
Postaneden derlerdi; “ Zarf kapalı olursa şu kadar,ağzı açık olursa bu kadar”
diye.Gönlümüzün yükünü doldururduk zarflara, her gelen mektup, yazılan her satır, çok şeyleri anlatır, bir kelamın ifadesi kitapları doldururdu.
Bütün alemi anlatırdı neredeyse yazılanlar. Bütün sevinçleri her kederi…
Hiç zorluk duymazdık dosta kelam etmekten, uzun yolları aşan mektuplarla selam etmekten.
Neler anlatırdı satırlarımız, neler yüklenirdi satırlara, en güzeli en içteni
en sıcağı sığardı mektuplara. Kimin askeri varsa, kimin gurbetliği, kimin sevdalısı hep mektupların sırtındaydı.
Sayfa sayfa, satır satır, dize dize, yazılırdı gözden akan yaşlarla, inciden damlalarla…
Her kalem alışta ele, neler gelirdi akla hayale, şifaydı mektuplar, hem akla hem bedene.
Yaşlı teyzemiz vardı mahallede, oğlu gitmişti bir zaman gurbet ele, torunları tutarken gözlerinde, postacıyı beklerdi virane evinin penceresinde. Ne günlerdi mektupları olduğu günler, neler hissederdik neler…
Okuma yazma bilmezdi yaşlı insanlar, mektubu geldiğinde ya bakkala yada bir tanıdığı koşar,
"oku evlat ne demiş gurbetteki" derdi.
Mektuplar geldiğinde, herkes pür dikkat, nefesler tutulmuş her kelamın manası yüreklere zer eder,
bazen yaşla bazen tebessümle, bayram havasında okunurdu.
“Kıymetli anneciğim” derdi, ya da “candan dostum” ya da “değerli eşim”…
Başlardı samimi içten yakan üten satırlar. Okuyan anneyse Yusuf’un gömleğini almış Yakup gibi
yüzüne gözüne sürer, sessiz sessiz ağlardı.Okuyan bir eşse, kimsecikler görmesin diye, akan göz yaşlarını, içine gömen bir edayla tavrını gizler, mutfağa koşar, saatlerce çayın demlenmesini beklerdi.
İçini yakan uzaklık, adına hasretlik denen duygu, nedenini bilmese de, değer mi bunca
özleme diye uzun uzun düşünür, manasız hayallere dalardı.
Hasretin bütün hissiyatını kaplayan atmosferinde, özlenenden uzak, büyüyen çocuklarıyla iç geçirir, vuslatın geleceği asırlık zamanı beklerdi.
Yalnız kaldığında gelen nağmenin kokusunu içine çekerek sessiz sessiz ağlar, mektupların daha sık gelmesi için yaratana dua ederdi.
Okuyan bir dostsa, arkadaşsa, geçmiş günlerin özlemiyle gözleri buğulanır, sokakta beraber oynadıkları günleri hatırlayarak iç çekerdi. Zamanın akıl almaz akışına sitem eder,
”hey gidi günler heyyy” diye iç geçirirdi.
Çok şey anlatırdı mektuplar, çok şey.Anlattıklarını bile anlatamaz olduk şu günlerde. Başladığı gibi samimi biterdi yine; “Allah’a emanet ol, selam ve dua ile, hasretle kucaklıyorum, mektubuma acele cevap…Bir de yarım tekerleme yazardık, “kestanem kebap acele cevap” diye.
Şimdilerde yoksunuz mektupların büyüleyici havasından, ihtiyaçta duymuyoruz aslında.
Artık dijital ortamda yarım kelimelerle, dudaktan düşen zoraki cümlelerle hal hatır sorar olduk.
Samimiyetten uzak ifadeler, tam çıkmayan kelimeler, sevginin olmadığı lügatlerle amel eder olduk.
”mrb.,nbr.,slm.,”…Ne ifade ediyorsa onu anlıyoruz kuşatıcılıktan uzak, ulviliğe yabancı ifadeler.
Saramıyoruz kucaklayamıyoruz dostlarımızı, yalana hazır zeminlerde,
konuşurken bilmiyoruz kim nerde, ne sevgi kaldı, ne aşk gönüllerde.
Uzun uzun anlatamıyoruz kendimizi, dertleşmeler bitti, çağrı muhabbetiyle geçen ömrümüzde, bir daha asla geri gelmeyecek değerleri, kayıp hanemize yazmış yaşıyoruz artık.
Belki de uzun mektuplara yazacak kadar anlatacak değerlerimiz ve samimiyetimiz kalmadı birbirimize, kim bilir.
Günü birlik dünya meşgalesinin bütün evrenimizi kuşattığı şu günlerde, yalnız yaşamanın verdiği kederle gömüldük yalan dünyamıza.Önceliklerimizin yer değiştirdiği zamane hastalıklarının
insanlığı sardığı meşgale ortamı kimsesizler diyarına bizi mahkum etti.
Özleniyor eski günlerin özlendiği gibi eskiden gelen mektuplarda.
Nerde samimi satırlar, nerde her derdini paylaşabilen sıcak insanlar. Yetişen neslin egoist zeminde
fıtratının gün be gün bozulduğu, asri çağın şifasız hastalıklarına yakalandığını görmekteyiz.
Sürekli meşgul kafalar, kulaklarda müzik çalarlar ve durmadan mesaj yazan parmaklar. Çevre kültürünün eğittiği, dizilerin yön verdiği zavallı insanlık.
Bir olsak acaba, el ele versek geri getirebilir miyiz o güzide günleri..?
Yada ne yapsak ta tekrar yaşasak samimi sıcak baharları..? Çok zor değilmi, belki imkansız, bir daha hiç bulamayacağız, ne yıllarca saklanan mektupları nede asırlık sevdaları.
Günü birlik sevdalarla geçecek ömrümüz, hep yalancı baharlarla erken açacağız,
ilk kırağıda, dökülecek çiçeklerimiz kuruyacak dalımız budağımız.Nekadar özlem duysakta. 

Yakup DÖĞER
Share

Ey ! gelmişin ve geleceğin Rabbi.
Ey ! isimlerin sahibi,
ben ayağımın nerede sürçtügünü,
ben hatamı,
ben yanılgımı adımı bilir gibi biliyorum.
Ben bin kerre kabul ettim kabahâtimi.
Sen bir kere affet.

Nazan Bekiroğlu/Lâ
Share

Sürdü Mecnûn nevbetin şimdi benim rüsvâ-yı aşk,
Dogru dirler her zamân bir âşıkun devrânıdır.

(Mecnun nöbetini bitirdi. Şimdi aşktan rezil olan benim.
Doğru derler ; Her devirde bir aşık hükmünü sürer.)

-Fuzûlî-
Share

Ferah, her şeyi bir yana koyup, “âh” ile Rabbime sığınıp nazlanacak “fer”i bulduğum ânın adıdır.

Neslihan Nur TÜRK
Share

Rastlarsan tutamazsın, ama tutulursun ey talib!
Kendini zorlama hiç, bulamazsın, bulunursun!
Defol der, olamazsın.
Olursan eğer, ölürsün!

Dücane Cündioğlu
Share

Gitmek, gövdeye değil, gönüledir.
Gittiğiniz yerde gönülsüz bir gövde bulacaksanız, varışınız da boşunadır.
O zaman, gittiğiniz yere ulaşamazsınız, sadece varmış olursunuz.
Varmış olmak, vuslata ermiş olmak değildir.

Vuslat, gönüle varmaktır. Sevgi dolu bir gönüle ulaşmaktır. Vuslat gönül işi olduğu için,
varmak da gövdeyle olmaz, gönülle başarılır.

'Dizimin dibindeki, Yemen'de; Yemen'deki de dizimin dibindedir'' der Mevlânâ...'
Göremediğin gönülden ırak olursun. Gönül görmek diye bir çaba var mı hayatımızda?
Giremediğin gönüle eremezsin. Hiç olmazsa, yanı başınızdakilerin gönüllerinde misiniz?
Yanı başınızdakiler gönlünüzde mi?

Vehbi Vakkasoğlu
Share

Dünya küçük demişlerdi, nerdesin
Kuyruğunu bırakması gibi bir kertenkelenin
Kim böyle orta yerde bırakır
Ve yazmaz birkaç satır.

Bana günahtır,
Nereye gidersem orası senin yurdun
Çünkü aklımdan çıkmıyorsun.

İbrahim Tenekeci
Share

Lafımın dostusunuz, çilemin yabancısı,
Yok mudur sizin köyde, çeken fikir sancısı?

NFK
Share

Bakışımızı ibret,
Sükûtumuzu hikmet,
Konuşmamızı sanat ve marifete dönüştür, Ya Rabbi...

Hayırlı cumalar ola...
Share

Göstersin çehresin sultan-u’l şuara” derler
De ki; “cenab-u gâm çün var mı lâyık tahtınız.

(Şairlerin sultanı kendini belli etsin ortaya çıksın diyorlar,
Sor bakalım Gâm Hazretleri'ne lâyık bir tahtınız var mı?)

-alıntı-
Share

‘Su’, ‘ateş’ ve ‘ahlâk’ dostluk kurmuşlar. Bir gün ormanda dolaşmaya çıkmışlar. Fakat bir müddet sonra içlerine bir korkudur düşmüş. Orman çok büyük ve çok karmaşıkmış. Her türlü ihtimâle karşı birbirlerini kaybederlerse, nasıl bulacaklarını düşünmeye başlamışlar.

Ateş ve ahlâk suya sormuşlar:
Kaybolursan seni nasıl bulacağız? Su cevaplamış:
Nerede bir şırıltı duyarsanız ben oradayım, demiş. Sıra ateşe gelmiş. Su:
Seni yitirirsek ne yapalım? diye sormuş. Ateş :
Duman gördüğünüz yerde ben varım, cevabını vermiş.
Sıra ahlâka gelince cevabı şu olmuş:

Beni asla kaybetmeyin; eğer kaybederseniz, bir daha asla bulamazsınız!

-alıntı-
Share

İnsan ancak olabildiğinde az yalan söylediğinde olabildiğince az yalan söylemiş olur, yoksa olabildiğince az yalan söyleme fırsatını bulduğunda değil.

Franz Kafka
Share

Feysbuk’ta herkes mutlu, gerçek hayatta değil.
Feysbuk’ta herkes herkesle arkadaş, herkes birbirini seviyor, gerçek hayatta büyük bir çoğunluk birbirinden nefret ediyor.
Feysbuk’ta herkes paylaşımcı, gerçek hayatta kimse günahını bile kimseye vermiyor.
Feysbuk’ta her gördüğümüzle arkadaşız, gerçek hayatta en yakın arkadaşlarımızı bile göremiyoruz.
Feysbuk’ta herkes güzel, gerçek hayatta insanlar güzelleşmek için sağlıklarını bile tehlikeye atıyor.
Feysbuk’ta herkes zengin, gerçek hayatta insanlar ayın sonunu zor getiriyor.
Feysbuk’ta herkes kibar, düşünceli, gerçek hayatta kibarlıktan nasibini alan insanlar parmakla sayılır.
Feysbuk’ta herkes birbirini beğeniyor, gerçek hayatta genelde insanlar birbirini küçük görüyor.
Feysbuk’ta herkesin çocuğu sevimli, dünya tatlısı, gerçek hayatta yaramaz, huysuz.
Feysbuk’ta pişmanlıklar, hayal kırıklıkları, korkular yok, gerçek hayatta bolca var.
Feysbuk’ta görmek istemediğimiz, gıcık olduğumuz insanları hemen engelleyebiliyoruz, gerçek hayatta onlara katlanmak zorundayız.
Feysbuk’ta kuyruklar yok, trafik yok, sinir bozucu patronlar yok.
Feysbuk’ta övgü, beğeni var, gerçek hayatta yergi, çekememezlik, haset var.
Feysbuk’ta hiç görüşmediğiniz insanların aileleri ve arkadaşlarıyla neler yapıp ettiklerini, nereye ne zaman gittiklerini, ne yiyip içtiklerini görebiliyorsunuz, gerçek hayatta bunlar umrunuzda değil.
Feysbuk bugün ne düşündüğünüzü biliyor, gerçek hayatta kimse bilmiyor ve herkes sizin ne düşündüğünüzden ziyade kendisi hakkında ne düşünüldüğünü umursuyor.
Feysbuk’ta herkes birbirinin canı, ciğeri, tatlısı, gerçek hayatta çoğunlukla insanlar birbirlerinin kuyusunu kazıyor.
Feysbuk’ta çiftler inanılmaz mutlu, gerçek hayatta çoğunlukla kavga ediyorlar.
Feysbukta çocuklar çok seviliyor, gerçek hayatta dövülüyor.
Feysbuk’ta herkes birbirine hediyeler dağıtıyor, gerçek hayatta nadiren hediye alıyorsunuz.
Feysbuk’ta doğum günleri asla unutulmuyor, gerçek hayatta hatırlanmıyor.
Feysbuk’ta bir sürü gruba güle oynaya katılıyorsunuz, gerçek hayatta katıldığınız gruplar yüzünden fişleniyor, damgalanıyorsunuz.
Feysbuk’ta bu videoyu mutlaka izleyin, gerçek hayatta izleseniz de olur izlemeseniz de.

Share

Birbirine benzese de
Yel başkadır, külek başka
Itrı da hoş, rengi de hoş
Gül başkadır, çiçek başka.

Her diki yokuş bilme gel
Her meyi meyhoş bilme gel
Her uçanı kuş bilme gel
Kuş başkadır, böcek başka.

Her derdine ortak benim
Her ağrını ten bölenim
Sen çekensin, Ben gelenim
Gemi başka, yedek başka.

Hakkın yolu öz yolumdur
Eğilmeyen düz yolumdur,
Hayırla şer sağ solumdur
Şeytan başka, melek başka.

Bir dileğe ben calandım
Kah kazandım, kah talandım.
Ömrüm boyu haçalandım
Akıl başka, yürek başka.

Dilek oldu benim adım
Pervazlandı kol kanadım
Yetmedi sabrım, inadım
Amel başka, dilek başka.

Bahtiyar Vahabzade
Share

Yahya bin Muaz'a:
Kul ne vakit ihlaslı sayılır? diye sormuşlar.
Cevaben şöyle buyurmuş:
Kendisini öven insanla, tenkid eden insanı bir gördüğü vakit...
Share

Allah dağına göre verirmiş kışı
Çocuk doğmadan hazırmış aşı
Her gözün varmış bir kaşı
Rabbim tipiden kurtar bu başı...

"abherî"
Share

Ahh'lar hasret, vahh'lar hayret makamında...

"abherî"
Share

Allah’ım şu mübarek cuma gününde, ne istiyorsan benden onu istiyorum Senden...
Share

Ferhad'a acıma ey talib, dağları delerken yorulmaz o! Mecnun'a da gülme sakın, divanesi olduğu yâr uğruna kaybettiği aklın ardından aslâ gözyaşı dökmez.

Sen asıl Yusuf'un hâlinden ibret al, âşık olmak varken hazinedar oldu. Bir de âlemlere rahmet olarak gönderilmiş Efendimizin (s.a) hâlini düşünsene!

O ki Mirac'da yâriyle arasında neredeyse bir adımlık mesafe kalmışken (kabe kavseyni ev edna), yâre sarılmak yerine bizleri düşündü de "Ümmetim! Ümmetim!" deyû ağlamaya başladı.

İmdi, söyle bakalım ey talib, fedakârlığı büyük olanlar kimler?
Aşıklar mı, yoksa aşktan vazgeçenler mi?

Dücane Cündioğlu/yenisafak.com.tr
Share

Bir mâna ateşi vardır ki sönmez, söndüremezsin!
Bir de kendini suya satan ateş vardır.
İki ateşi karıştırma, yanlışlıkla yanıp kül olma!

Yanmak var yanmak var,
Odun yanınca kül olur, adam yanınca kul olur.

A. Tolga Akpınar
Share

Ben sanırdım ihtiyâr ettim diyâr-ı gurbeti
Bilmedim hayfâ ki gurbet ihtiyâr etmiş beni

(Ben gurbet elini ihtiyar ettiğimi sanırdım,
Yazık ki gurbet beni ihtiyar etmiş, bilemedim)

-Fennî-
Share

Pencereden bakarken gördüğüm tek şey: Hüzün
Farkedemedim hala endamını gündüzün..

Nurullah Genç
Share

Ah zaman ahh!...
En onulmaz yaraların merhemi, en tükenmez vakitlerin işleyen saati, en affedilmez hataların bağışlayanı...

İyileşmese de acı, zaman tedavi eder
Bitmese de an, zaman su gibi geçer
Affedilmese de yanlış, zaman telafi eder

"abherî"
Share