"düşün, düşün ki düşün gelişsin"

Aklın sıktığı kurşunları yürek çıkarmasaydı
ortalık cesetten geçilmezdi !
"abherî"
Share

Şahabettin Süleyman, bir gün Ahmet Haşim’e:
-Üç günden beri zihnimde önemli bir fikir saklıyorum
dediğinde, Ahmet Haşim, onun fikir üretmedeki kısırlığını ima ederek şöyle demiş:
-Günahtır yahu, salıver gitsin şu fikri.
Zavallıcık günlerden beri tek başına kim bilir ne kadar sıkılmıştır?
Share

Bir uykuyu cânanla berâber uyuyanlar,
Varlıkta bütün zevki o cennette duyanlar
Dünyayı unutmuş bulunurken o sularda,
- Zâlim saat ihmâl edilen vakti çalar da-
Bir ân uyanırlarsa lezîz uykularından,
Baştan başa, her yer kesilir kapkara, zindan...
Bir fâciadır böyle bir âlemde uyanmak...
Günden güne, hicranla bunalmış gibi, yanmak...
Ey talih! Ölümden ne beterdir bu karanlık!
Ey Aşk! O gönüller sana mâl oldular artık!
Ey vuslat! O âşıkları efsûnuna râm et!
Ey tatlı ve ulvî gece! Yıllarca devâm et!

Yahya Kemal Beyatlı
Share

Ya Rab! Beni hakka perde ve engel değil bir vesile kıl.

Muhabbetin gönlümüzde hız olsun,
Güttüğümüz Hakk'a veren iz olsun,
Önümüzde uçurumlar düz olsun,
Yolumuzda dikenleri güller et!

Dalaletle bırakıp da insanı,
Yapma arzın en korkulu hayvanı;
Unutturma doğruluğu vicdanı
Bizi sana lâyık olan kullar et!

Orhan Seyfi Orhon
Share



Share

Kanuni Sultan Süleyman karıncaların bürüdüğü bi ağacı kesmek için
dönemin Şeyhülislamı Ebussuud Efendi'ye bi tezkire yazar
ve konuyu sorar:

Ağacımı bürüyüptür karınca,
Günahı var mıdır anı kesince?

Cevap aynı yöntemle gelir:

Yarın mahşer yerine varınca
Hakkını alır Süleyman'dan karınca!!!'
Share
bakarken gözlere

akarken sulara

kokarken güle

öterken bülbüle

"Allah"

dedirten bir medeniyet

ne muhteşemdir

yâ Rabbi !

Dursun Gürlek
Share
Göz gördü gönül sevdi seni ey yüzü mâhım
Kurbanın olam var mı benim bunda günâhım
-Nahîfî-
Share

Torunu, bembeyaz sakallı,nur yüzlü dedesine merakla soruyor :
"dedecigim, bir insanın ömrü ne kadar olur?"
Dede tatlı bir gülücükle:
"Ezanla namaz arası kadar yavrucugum"
deyince torun:
"nasıl yani, ömür bu kadar kısa mı ?"
der.
Dede:
"Evet yavrum. Ömür, namazsız ezanla, ezansız namaz arası kadardır"
diye cevap verir. Torun yeniden sorar:
"namazsız ezan ve ezansız namaz sözlerinden ne kastettigini anlamadım dedecigim,
bu ne demek açıklar mısın?"
Dede şefkatle ellerinden tuttugu torununa:
"Bak yavrum, geçenlerde komşumuzun çocuğu doğdu. Çocuğun kulağına ezan okundu değil mi? İşte o ezanın namazı kılındı mı? Kılınmadı. O ezan "namazsız ezan"dı. İnsan öldüğü zaman kılınan cenaze namazının da ezanı yoktur. O da "ezansız namaz"dır. Aslında o namazın ezanı insan doğunca okunmuştu kulağına.
"Bak Ey İnsan !
Doğdun, ama öleceksin, ömür çabuk biter, hayatını iyi değerlendir.
Boşa vakit harcama !"
İkazını yapıyordu o ezan. İşte yavrum hayat ezanla namaz arası kadardır.
Sakın boşa geçirme. Ömrünü dolu dolu yaşa, bir nefes bile boşluk bırakma !
Share
Hayat;
Yokluğu var edecek kadar erdemli.

Yanlızlık;
Dünyaya haykıracak kadar yoksun.

Sen;
Beni yokluğunla sınayacak kadar acımasız.

ve ben;
Kendimle kavgalı...
Share

Kırık olan cama birkaç tane taş isabet etmiş, neyi değiştirir ki ?
O 'CAN' zaten kırık !
"abherî"
Share

Üstümde aşk kokusu var
Yaşadıkça beni yontar
Ve benzetir insana
Elimde vav
Gönlümde vav
Gözümde vav
Dem dem vav kesilirim
Beni insan yapana
Ey kalbimden geçeni bilen Allah'ım
'Kulum' de kâfi bana
İster nârına garket İster nuruna....
Mehmet Ekici
Share
İlk bakış, ancak yüz aynasına çarparsa aşka dönüşür.
Çünkü sevgilinin başka hiçbir uzvu, hiçbir güzelliği onun yüzü kadar aşka kapı aralayamamaktadır.
Nitekim bu mesnevîlerde âşık maşukunu ya bir resimde seyreder, ya rüyasında görür ya da birinden methini işitip sevmeye başlar.
Ancak, sevginin aşka dönüştüğü an, sevenin sevgili yüzünü göz ile gördüğü andır. Çünkü bu noktada bilgi ve bilinç devreye girer.
Meselâ Veys ü Râmin hikâyesinde Râmin, Veys'in yüzünü ilk gördüğü anda at üzerindedir ve kalbine bir ok saplanmış savaşçılar gibi atından yere düşer.
Hüsrev, Şirin'i gölde yıkanmış, saçını tararken gördüğünde, onun yüzü saçları arasında gizli ve Hüsrev'e sırtı dönüktür.
Şirin'in, kendisini seyreden şehzadeden haberi de yoktur. Fakat ansızın önemli bir şey olur ve Şirin saçlarını yana atar. İşte Hüsrev için dolunayın geceden çıkması yahut okun yaydan fırlaması bu anda gerçekleşir.
Kays da mektebe varıp çocuklar arasına oturduğunda Leylâ sınıftadır ama ne zaman ki yüzünü görür, kılıç kınından sıyrılmış olur.
Sevgilinin yüzü mü; aşk yangınını alevlendiren ilk kıvılcımdır.
Âşığın kalbi mi, ilk bakıştan sonra suda titreyen bir mehtap.
Göz... Savaşı başlatan haberci.
Bakış... Elde olmayan kader; ilâhî kaza.
Ve aşk... Kalp ile göz arasında kutlu bir hadise.
Çoook sonraları kalp göze diyecektir ki, ‘‘Beni bu onulmaz derde iten sensin. Safayı sen sürdün, acıyı ben çektim. Nimet senin, zahmet benim oldu. Sen sevinirken, kaygılanan ben oldum. Bakışlarını arttırdıkça sen, dertlerimi çoğalttın benim. Zafere eren sen, hezimete uğrayan ben. Sen emirlerine itaat edilen hükümdar oldun, ben senin peşinde koşan tebaan. Sen emîr, ben esir. Melik iken memlük (kul) ettin beni.’’ Sonra devam eder:
-Ey göz! Sen ikisin, ben birim. İki kişinin bir ferde saldırıp onu öldürmesi zulüm değil de nedir?!.. Şimdi ağla o hâlde; ettiğin zulmün cezasını çek bakalım!..
Göz buna karşılık ayet-i kerime ile cevap verir:
‘‘Gerçek şu ki; gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler kör olur’’ (Hacc, 46).
Ebu Hureyre der ki: ‘‘Kalp bir kral ise, organlar emrine amade askerler gibidir. Kral iyi davranış içinde olursa, askerler de ona uyar. O fenalık yaparsa, emrindeki askerler de fena davranır.’’ Göz der: ‘‘O hâlde ey kalp, kendini de beni de helâka sürükleyen sensin. Seni perişan eden yegâne şey, Allah'ın sevgisinden, zikrinden ve emrettiklerinden uzak kalmandır. Sen başkasının sevgisini O'nun sevgisine tercih ediyorsun ve aşkın yükünü bana yüklüyorsun. Şimdi ağlayan benim, yanan sen. Ne sen beni kurtarabilirsin, ne ben seni söndürebilirim. Ben su serptikçe senin alevin artacak, sendeki ateş arttıkça ben daha çok yaş akıtacağım. Yoksa ‘Hayırlı olanı şu değersiz şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz?’ (Bakara, 61).’’
Yedi Askı'nın şairlerinden biri şöyle soruyor:
‘‘Şaşkın vaziyetteyim; nefsimi mi azarlayayım, arzulu gözümü mü, yoksa kalbimi mi?’’

İskender Pala
Share

Gülüşünden ilham almak yakışır ümmetine
Ağlamak ise yakışmaz gül tenine
Gülmek demek Gülden gelir bence
Gül yüzüne gülmek yakışır, ağlamak bize…
Sen gül efendim

Ben ağlarım
Yolunda ağlamayı
Gülmekten sayarım…
Şimdi gözümde yaş, günahlara kefaret mi bilmem

Sefil halimle adını anmak kurtuluşa vesilem
Devrinde olsam, olsam da ayaklarına kapansam
Gül tenine yüz sürsem Ellerinden öpsem…
Sen gül Efendim,

Ben ağlarım Yolunda ağlamayı Gülmekten sayarım…
Küsürlük ömrümde ne etsem az gelir

Sensiz yaşamak zeval getirir, cefa verir
Sensiz dünya ağlamaya gebedir Bir damla göz yaşına can verilir…
Sen gül Efendim

Ben ağlarım Yolunda ağlamayı Gülmekten Sayarım…
Çare aradım, aradımda bulamadım

Sözlerinden başka merhem yok gül yüzlüm
Saadet sende güzellik sende Sensiz dünya boş hemgame…
Sen Gül Efendim

Ben ağlarım Yolunda ağlamayı Gülmekten sayarım…
Ah çekerim ömrüm uzadıkca Bilmem ulaşabilirmiyim ravzana

Günahkâr bedenim daim hasta Umudum Rabbim, kurtuluruz inşaAllah…
Sen Gül Efendim

Ben ağlarım Yolunda ağlamayı Gülmekten sayarım…
Mustafa Vural
Share
Zemherîde zordur çiçek olmak…

"abherî"

Share

İki budist öğrenci yolda yürürlerken,
derede karşıdan karşıya geçmeye çalışan,
ama bunu bir türlü başaramayan bir kadın görürler.
Budist öğrencilerin değil bir kadına dokunmaları,
ona bakmaları bile yasak olduğundan,
bir öğrenci başını önüne eğerek, yoluna devam eder.
Bir diğeri ise durarak kadına yardım önerir
ve diğer öğrencinin şaşkın bakışları arasında kadını sırtına alarak dereden karşıya geçirir.
Sonra öğrenciler yürümelerine devam ederler.

Ancak, şaşkınlığını ve –belki de kızgınlığını- üzerinden atamayan,
kurallara başlı öğrenci, diğerine bir süre sonra dayanamayarak sorar:
“Sen biraz önce ne yaptın? Bir kadına baktığın onunla konuştuğun yetmezmiş gibi,
bir de onu kucaklayarak karşıya geçirdin.”
Kadını taşıyan şöyle cevap verir:
“Ben o kadını bir saat önce kucağımdan indirdim, sen ise hala yanında taşıyorsun.”
(Ne ağır yüklerdir geçmişten taşıdıklarımız,
yol uzadıkça da artmasalar bile ağırlaşırlar.)
Share
Rize-i elmas eker her açtıgı zahme o şuh
Lütfu var olsun ider ihsan ihsan üstüne
-Rasih-
Share

Hayat sadece siyah-beyaz değildir,
teknolojiye ayak uydur ve renkli yayına geç...
"abherî"
Share



Yusuf göl,
Ben göle görüntüsü düşen mehtabın ardındayım...

Yusuf ayna,
Ben aynaya yansıyan ışığın tayfındayım...

Yusuf sûret,
Ben sûretten içre aslolanın sevdasındayım...

Nakşı görüp de, nakkaşa nasıl kayıtsız kalayım?..
Varlığım ve mahiyetim, nasibim ve görevim
O'ndan ve O'nun içinse,
O'ndan gelen ışığa gözlerimi nasıl kapayayım???
...
Nazan BEKİROĞLU
Share

Hayatınızdaki eksileri, üzerine dikey çizgiler çizerek artıya çevirmek mümkün, kalem de sadece sizin düşünce çekmecelerinizden birinde...
"abherî"
Share
Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir
Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç saat ?
(en uzun gecenin hangisi olduğunu ne müneccim, ne de takvim yapanlar bilir...
gam tutkunlarına sor ki geceler kaç saattir!..)
-Sâbit-
Share

Bir coşku var içimde bugün kıpır kıpır
Uzak çok uzak bir yerleri özlüyorum
Gözlerim parke parke taş duvarlarda
Açılıyor hayal pencerelerim
Hafif bir rüzgar gibi, süzülüyorum
Kekik kokulu koyaklardan aşarak
Güvercinler ülkesinde dolaşıyor
Bir çeşme başı arıyorum
Yarpuzlar arasında kendimi bırakıp
Mis gibi nane kokuları arasında
Ruhumu dinlemek istiyorum
Zikre dalmış her şey
Güne gülümserken papatyalar
Dualar gibi yükselir ümitlerim
Güneşle kol kola kırlarda koşarak
Siz peygamber çiçekleri toplarken
Ben çeşme başında uzanmak istiyorum
Huzur dolu içimde
Ben sonsuzluğu düşünüyorum
Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum
Durun kapanmayın pencerelerim
Güneşimi kapatmayın
Beton çok soğuk, üşüyorum
(Muhsin YAZICIOĞLU)
Share
Yaş otuz beş yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı, ne var

Benim mi Allah'ım bu çizgili yüz
Ya gözler altındaki mor halkalar
Neden öyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar

Zamanla nasıl değişiyor insan!

Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o sevk, o heyecan
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.

Hayâl meyâl şeylerden ilk aşkımız;

Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.

Gökyüzünün başka rengi de varmış!

Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!

Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar
Nerden çıktı bu cenaze Ölen kim
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar.

Neylersin ölüm herkesin başında,

Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misâli o musalla taşında.
CAHİT SITKI TARANCI
Share

Hatırlayanlarınız var mı, sevgi neydi? İlk sevgi sözcüğünü, ilk kıpırdanışını yüreğinin hatırlayanlarınız var mı? İlk hüznümüzün adını sevgi koyabiliyor muyuz şimdi geriye dönüp baktığımızda? Derûni coğrafyamızı kaplayan zifiri bulutların ve üzerimize örtülen maddeci felsefenin ağırlığına ne zaman başkaldırmıştı sevgilerimiz, hatırlayanınız var mı? Ne zaman sevgilerimiz paralarımızdan önce tartılırdı; ya ne zaman pazar eyledik sevgilerimizi, biliyor musunuz? En son ne zaman bir sevgiyi söyleşmiştik bir sevgiliyle?!...
Her gün bir parçamızı daha tüketen teknoloji çağında sevgiye en son ne zaman merhaba demiştik, hatırlayanınız var mı? Hatırlıyor musunuz, sevgi neydi? Üzüm henüz yaratılmamışken insanları sarhoş eden o muydu acep? O muydu canından ve cihandan geçiren sahip kıranları? Bin yıllar ve binlerce yıllar boyunca pervaneyi ateşe düşüren, bülbülü şeydalandıran o muydu? Neydi sevgi?!..
Hatırlayan var mı, sevgi neydi? Leylaların, Şirinlerin, Aslıların nazı mıydı o; yoksa Mecnunların, Ferhatların, Keremlerin niyazı mı? Hangisinde belirmişti ilk kıvılcımı sevginin? Neydi sevgi?!..
Açıkken gözbebeğimize yerleşen de, göz yumduğumuzda gönlümüze sızan da sevgi değil miydi bir vakitler? Bir dudağın kıpırdanışından yanağımıza akseden pembelikler, utanmalar, sevgi değil miydi yoksa? En son ne zaman kızarmıştı yanağınız, hatırlayanınız var mı? Uykumuzu en son ne zaman terk etmiştik sevgiyi düşünmek adına? En son sevgi şiirini hangi gecede okumuştuk? Sahi neydi sevgi?
Bir çuhayı ipek görebilmek miydi; toprağı amber niyetine koklamak mı? Sûreti sîrete, arazı cevhere, bedeni ruha köle eylemek miydi sevgi? Sevgi bir iyilik miydi, şefkatli bir cümlecik mi? Neydi sevgi, dış mıydı, yoksa iç mi; zahir miydi, yahut bâtın mı; kalıp mıydı, ya ki can mı? Var olmak mı, varlıktan geçmek mi? Dünyaya gülmeye mi gelmiştik; ağlamaya mı; ölüyor muyuz, yoksa doğuyor mu? Sevgi neydi?!..
Unuttuk, acep neydi sevgi? Bir yetimin başını okşarken dimağımıza yerleşen tat mıydı o? Bir bebeğin süt kokulu tenindeki su çiçeği miydi? Sabah evden çıkarken özlemeye başladığımız bir ses miydi? Hatırlayanınız var mı, sevgi neydi? Sevgi bir sigara dumanında, bir tren düdüğünde, bir dalganın en son hışırtısında ve bir turnanın kanadında mı kalmıştı? Sevgi Medine'de, Semerkand'da, sevgi Bağdat'ta, Endülüs'te, ta caddelerde, sokaklarda, evlerde, kapıların tokmaklarında çınlar durur muydu eskiden? Ya neden şimdi Ayasofya'da pitoresk, Divanyolu'nda kaldırım taşı, Ankara'da ittifak, Yeşil Kubbe'de Mevlanâ, Erciyes'te kar, Fırat'ta bir içim su olup girmiyor dünyamıza?!
Neden nefesimiz daralıyor hummalı inatlarımız, kallavi benliklerimiz yüzünden? Neden gönül yuvalarımıza kuzgunlar pikeleniyor da nesillerimiz sersefil ve derbeder?!.. Sevginin koynunda büyüttüğümüz nazeninlere nazı enîn ile mi unutturdular, semenderlerimiz ateşe niçin yanmaktalar? Soralım ta içimize; neydi sevgi? Sevgi neydi sahi?
Bir mektubun ilk satırı mıydı; bir telefondaki ilk ses mi? İnsanı mutlu eden o ilk satır mıydı defalarca okunan; yoksa ilk satur arayışları mı tekrar be tekrarlanan? Telefondaki bir ses insanın bir ömrünü doldursa mı sevgiydi gerçekten; yoksa yeni sesler duymaya hiç yetmeyecek ömürlerin arayışları mı? Sevgi bir acıydı herhalde, bir kederdi; kâh hüzünle, kâh mutlulukla hatırlanan. Belki de sabırdı sevgi, affetmekti, gelecek günler adına. Sevgi sınanmaktı adl-i İlahi'de ve sınavı geçmekti ercesine. Sevgi bir tevbeydi, nasûh kisvesinde; bir dirilişti nefsi öldürerek. Sevgi bir iyi ad bırakmaktı fena yurdunda. Ömür geçer de ad kalır...
Sevgi: İki hece.
Sevgi, sevmek kelimesinden türetilen bütün öteki kelimelerin en güzeli. Derin uykulara dalmadan önce ilk soru: Sevgilerinizi en son ne zaman hatırlamıştınız ve sevgiyi hak edenleri en son ne zaman?!..
Bir soru daha: Sevgileriniz yalan mıydı yoksa?
Ve son soru: Çorak vadilere yönelmişse sevgilerimiz, çevremizi kandırmıyorsa sulara, içimizde akan Nil olsa ne?!..

İskender Pala
Share

Büyük İskender, ahlâkının kötülüğü ile meşhur,
ancak adının çok güzel manası olan
bir adamı huzuruna çağırarak şöyle demiş:
"Ya adını değiştir, ya ahlâkını"
Share

Beyazıd-i Bestami Hazretleri akıl hasta hanesinin önünden geçerken, bir tabibin havanda ilaç dövdüğünü görerek:
— Çok günahkârım, der. Bunun içinde ilaç var mı?
Tabip daha cevap vermeden, konuşmaları dinleyen bir hasta, pencereden seslenir.
— Tövbe kökü ile istiğfar yaprağını karıştır.
Kalb havanında Tevhid tokmağı ile döv.
İnsaf eleğinden geçir, gözyaşı ile yoğur. Aşk fırınında pişir ve sabah akşam bol bol ye.
Göreceksin hastalığından eser kalmayacak.
Bestami hazretlerinin gözleri dolar ve :
- Ya Rabbi, der. Şu dünya hastanesinde ne tabipler var.
Share

Ateş yakacak birşey bulamayacak sende;
İşte İbrahim(a.s.) olmak bu!..
Sezai Karakoç
Share

Sonbahar! Neden sana hep hüzün yüklenir?
Yapraklar sen gelince gazel olup cananından ayrıldığı için mi?
Gökyüzü en çok gözyaşlarını seninle döktüğü için mi?
Adının başındaki SON mu seni böyle kederlendiren?
Yoksa sevinçlerimizin üstünü yorgan misali örten acılarımız mı sana bu sıfatı layık gören?
Ne gazeller, ne gözyaşları, ne de acılar sebep buna...
Sen ne dersen de sonbahar ama sana en çok hüzün yakışıyor bencileyin...
"abherî"
Share

Yalan zehirli bir yılandır, karşındaki insanın sevgi ve saygısını zehirler...
"abherî"
Share

Anlaşılmamaktan değil yanlış anlaşılmaktan kork !
"abherî"
Share
Yusuf olmaksa muradın ya da Züleyha; Korkmayacaksın ölümden. Ölümün ayrılık değil kavuşmak olduğunu bileceksin.Dünyaya kafa tutacaksın tek başına. Yandaş yoldaş aramayacaksın. Bir Allah’ına bir kendine güveneceksin sadece. Yol arkadaşın terk etse bile seni yarı yolda, aşkına sahip çıkacaksın sonuna kadar. Tek başıma taşıyamam demeyeceksin. Ölünceye kadar taşıyacaksın şerefle.Karşılık beklemeyeceksin. Sevmek olacak tek amacın. Sevilmemişsin ne fark eder. Ayıplanmaktan korkmayacaksın. Sevgini gurur madalyası olarak taşıyacaksın göğsünde, kim ne derse desin…Sevgin için zindana atılmayı da attırmayı da göze alacaksın. Karanlıklar sırdaşın, böcekler yoldaşın olacak.Bileceksin sonunda ayrılık olduğunu. İsyan etmeyeceksin, vuslat beklemeyeceksin. Zaman ve mekan sizi ayıramayacak. Nerede olursan ol, her daim sevdiğinin yanında olacaksın. Üzüntüsüne üzülecek, sevincine sevineceksin. Sanma ki beraber olmak için yan yana olmak lazım. Gönüller beraberse mesafenin ne önemi var! .. Gönül gözüyle görecek, duyacaksın. Gönül diliyle konuşacaksın. Bilmez misin gönlü kainat bile kuşatamaz dar gelir. Gönül dilinden anlamam konuşamam, dayanamam bu çileye karşılıksız hiçbir şey veremem diyorsan; talip olmayacaksın Yusufluğa. Yusuf olmak için Yusuf gibi yürek gerek, gönül gerek, iman gerek. Züleyha değilsen eğer peşine düşmeyeceksin Yusufların. Kendi ayarında birini seveceksin ki mutlu olasın. Her babayiğidin harcı değildir Yusufluk ve her kadının harcı değildir Yusuf yüreklileri taşıyabilmek, layık olabilmek, Züleyha olabilmek!..
Fahrettin Petriçli
Share
Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?
Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?
Sevmek için güzele mi bakmalı?
Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?
Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?
Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?
Hırsızlık; para, malmı çalmaktır?
Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?
Solması için gülü dalından mı koparmalı?
Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?
Öldürmek için silah, hançer mı olmalı?
Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?
Victor Hugo
Share

Gecenin en zifiri anını ay
Günün en zifiri anını güneş
Evin en izbe köşelerini şavk
Yolların dehlizlerini ışık aydınlatır.
Peki, yüreğin karanlığı nasıl nurlanır acep ?
"abherî"
Share