"düşün, düşün ki düşün gelişsin"

Acı, kutsal bir vahşidir. Niçin kutsal? Çünkü insanı aşkınlık deneyimine götürürken kendisinin dışına atar ve ona varlığından habersiz olduğu birtakım zenginlikleri gösterir. Ve vahşidir; çünkü kimliğini bozarak yapar bunu. Tercih şansı bırakmaz insana. Yanma riskinin büyük olduğu bir ateş deneyimidir.

Geleneksel sözlüğümüzde, beden için ‘iklim’ tabiri (de) kullanılır. İklim yurttur, ülkedir, vatandır, arzdır, topraktır ve dünyada ‘oturulan’ yerdir. Oturmayı tırnağa alıyorum zira insanın yeryüzünde ‘duruş’unun bütün anlamlarını içerir biçimde kullanıyorum. Heidegger’in ‘Bauen Wohnen Denken Vortrage und Aufsatze’ (İnşa Etmek Oturmak Düşünmek) yazısında belirttiği üzre, ‘insan olmak, bir ölümlü olarak yeryüzünde oturmak olmak demektir, bunun anlamı oturmaktır’. Bu, bir bakıma, ruhun gövdede oturuşudur; bedenin de ruhun taşıyıcısı olarak, yeryüzünde ‘olma’sıdır. Anadolu insanının gündelik sözlüğünde bir deyim vardır. ‘Nasılsın?’ diye sorulduğunda, ‘emaneti gezdiriyorum’ derler.

Emanet ruhtur, akıldır ve onun gerektirdiği sorumluluktur. İbn Arabi, Füsus’ta, erkeği, kadının yurdu olarak niteler. Kadının erkeğe vurgunluğu, insanın kendi yurduna düşkünlüğündendir, der. Yaratıcı da insanın yurdudur, aşk, en genel ve derin anlamıyla, parçanın bütüne iştiyakıdır. İnsan, asli kaynağından alçak aleme inmiştir ve o yurdun hasretiyle yanmaktadır. Bu, iklimine duyduğu özlemin ateşidir.

Sadık Yalsızuçanlar
Share

0 yorum: