Ben ağlıyorum. Nisan yağmuruyla yağıyorum, sağnak sağnak. Teselli kâr etmiyor yüreğime. Bir türkünün sözleri bağlıyor yüreğimin ağını… Sus diyor, sus, dinle diyor. Anla beni, duy…
Değişmeye başladın sen de, nefsinden bir şeyler umarak... Nefsinin dizginleri boşaldı, aldı seni terkisine...soluklanmadan yürüyorsun adresini bilmediğin müphem diyarlara, diyor.
Ürperiyorum, bu ben miyim diyorum ve düşünüyorum…
Bin türlü vesvesenin insanlığın kalbine yağdığı, sadakatin hicap ettiği, şetaretin hüzne dönüştüğü karanlık günlerin bedbinliği içindeyiz, diyorum içimden. Bahçeler daralmış, dallar baharları giyinmiyor. Sürgün çiçekleri düşüyor gönlümüze. Fesadın kolları, uzanıp girmiş hanelerin en mahremine. Perdeler çekilmiyor huzurun üzerine.
Sofralara Halil İbrahim bereketi düşmüyor. Yalanlar saçılıyor pergulelerden. Irmaklar akmıyor, bedir nehrince. Sözü senet sayan deniz yürekli ulular vurmuyor kıyılarımıza. Bad-ı hazan sürüklüyor firkati üstümüze. Yakup yürekli ehl-i dil, çekilmiş huzurun dergâhına. Susmuş erenlerin müşfik dili. Bir kapı açılmadan, bin kapı kapanıyor yüzümüze.
İradeyi nefsin eline verdiğimizden midir bunca yanılgı Allahım diyor, ağlıyorum.
“Verme iradeyi nefsin eline” diyen bir büyülü ses yakalıyor gönlümü…
Nefis bir yanılgı, bir ızdırap kadehi…
İçilince can yanar, canan/sızlanır…
İnsan akıl/sızlanır...
Nefis bir yanılgı, bir ızdırap kadehi…
İçilince tükenir gönlün fitili, akıl nazlanır
Mantık bitap düşer, gözler bakış/sızlanır
İnsan hayâ/sızlanır…
Şan-şöhret sahibi insanlar olmak için mi, para için mi, insanları kırıp dökmek için mi, oldu desinler diye miydi bunca telaş, bu kadar kavga, bunca zulüm, ihanet, ne içindi? Böylesine bir yorgunluk neyin nesiydi?
Hepimiz değiştik bir şeyler umarak…
Belki on, belki otuz, belki de elli sene sonra hiçbirimizi taşıyamayacak bu dar-ı dünyaya bunca aşk beslemek de neyin nesiydi? Bu sahte sadakatin nefsimizin elleriyle can bulduğunu biliyorum artık. Biliyorum hangi taşa çarptığımı.
Hicret ve niyetimin kimin için olduğunu biliyorum artık… Sebebim, çarem kim biliyorum.
Belki bir ikindi serinliğinde, belki bir öğlen sıcağında, belki tipinin karın savurduğu bir kış günü O’na yürüyeceğiz… Bitecek günün gecenin telaşı… Ama mutlaka bitecek, bitmez sandığımız, tükenmez sandığımız her şey...
Meryem Aybike Sinan
19.6.10 |
vakt-i nesir
|
0
yorum
0 yorum: