"düşün, düşün ki düşün gelişsin"


Her kahve aynı tadı taşımaz... Nerede içiyorsan, kiminle içiyorsan ona göre değişir...

Bir pazar öğle sonrası annenin "hadi bir kahve yap da içelim" dediği kahve huzurludur... Köpükler annenin göz bebeklerine yansır... Dudağının kıyısında kalan küçük bir gülümsemedir...

Sahilde oturduğun rüzgarlı bir sonbahar günü, en sevdiğin dostun ağlarken içtigin kahvenin tadı kederlidir... Kahve telvesine yüreğinin acısı karışır.     
.......

Dostlarla içilen kahve neşedir... Kahkahalar köpüklerin  üzerinde yüzer.    

Tek başına gece vakti balkonda içtiğin kahve yalnızlıktır...Acıdır tadı... Ama garip de bir keyf, lezzeti vardır...

Baban için yaptığın kahve sevgi doludur, çay bardağında, az şekerli...
Kahve gibi görünmez sana... Ama sıcaktır  dumanı tüter ve kokusu büyülüdür...

Beklemediğin bir anda sana uzatılan kahve başkadır... Isıtır insanın içini. 

Kahve aynı kahvedir belki; köpüğüyle, rengiyle, dumanıyla aynı kahvedir ama içilen kahveler ruhunun süzgecinden geçer ve tadları değişir..

Her kahve aynı değildir bu yüzden..

alıntı
Share


Kimseye dilemezdim ben olmayı.
Ancak ben katlanabilirim kendime.
Bu kadar bilmek , bu kadar görmek ve
hiçbir şey hakkında , hiçbir şey söylememek..

Robert Walser
Share


Kişinin kendi dışına çıkması, kendisine kendi dışından bakması güç, hatta çokluk imkânsız gibidir. Böyledir, çünkü kişi kendi dışındakilere, yani dışarıya (taşraya) ilgisi yüzünden kendisi dışında olanlara onların dışından bakar, bakmak zorunda kalır. Kişi işte bu nedenle sürekli olarak kendinden bakar dünyaya... sürekli olarak kendinde mahpus kalır...
Dışarıya yönelik bu bakış kişiyi kendine mıhlar... ilgi duyulan, bakılan ve görülen hep dışarısıdır... Ne gariptir kişinin kendinde mahpus kalması, kendisiyle meşgul olmasını sağlamaz, kendisine kendisini unutturur. Hüzün verici değil mi: unutan unutulmuştur! Unutma eyleminin sahibi, eyleminin hedefi haline gelmiştir.
Bu durumda varolan, yapan eden, yaptığı ettiği seyredilmeye değer olan hep dışarısıdır. Seyreden dışarısını seyreder. Göz başkalarını görür, kendini göremez. Evet, kendi dışında (var)olanları görür ve fakat kendini göremez.
Modern insan, kendisi dışında ne varsa onları düşünmek zorunda... 'Kendilik' artık yasak bölgenin adı... yani üzerinde konuşulamayan.... Kişi kendinden uzak düştüğünü farketmemeli, kendini hatırlamamalı ve aslâ kendini özlememeli... farketmek, hatırlamak ve özlemek.... hepsi de yasak bölgenin ihlâli anlamına geliyor modern dünyada...
Kafka'ya sorulur:
— Niçin üzülüyorsun ki? Hiçbir eksiğin yok!
"Haklısın!" diye cevap verir; "hiçbir eksiğim yok kendimden gayrı!"
Ne kadar da şaşırtıcı geliyor değil mi kişinin bu kadar yalın bir biçimde kendi eksikliğinin farkına varması?!
Hasret ayrılığın farkına varmakla başlıyor... Farkına varanlar ancak, özlüyor, özleyebiliyor. Özlemek, kişinin kendi özüne, kendisine yönelmesi demek... Özleyebilmek için kişinin bir özü olması yetmiyor, bu özü farketmesi de gerekiyor. Farkeden kişi ancak, özünü eyleminin konusu yapabilir, özünü kendi ilgi alanı içine alabilir, özüne, yani kendine bakmayı başarabilir.
Dikkat edilirse burada 'özdeşlik' ve 'kendilik' sözcükleri eş anlamlı olarak kullanılmakta. O halde kişi kendi dışına çıkmadıkça özünü farkedemez, özünü özleyemez ise, ne yapmalı, nasıl yapmalı da kendi dışına çıkmayı başarmalı?!?
Sanki bir çelişki varmış gibi: kişinin özünü özleyebilmesi için özünün dışına çıkması gerekiyor; ben'i anlayabilmek için sen'e ihtiyaç duyuluyor. "Sen olmadıkça ben beni göremem ki" demiş şair. Zekâi Dede daha da ileriye gitmiş:
— "Ben ben değilem, ben dediğim sensin hep/Ruhum dediğim, canım dediğim sensin hep!"
'Sen' dışarıda olanın adı mı? Böyle sananlar yanılır. Çünkü eğer böyle olsaydı, kişinin kendine dışarıdan bakabilmesi için kendi dışında ikamet edebilmesi gerekirdi. Kişi kendinden başka bir yerde ikamet edemez. Bu bakımdan ikamet eden ben'in kendisinde ikamet edilen sen'i farketmesi, bakışını kendine, gerçekte 'ben' olan sen'e yöneltmesi yeterlidir. Çünkü işbu 'sen', gerçek ben'dir! Başka bir tabirle, sen ben haline geldiğinde, zorunlu olarak ben de BEN haline gelmiş olur.
Veli işaret edebileceği bir ben bulamadığı için 'ben' diyemezmiş... Dolayısıyla sözde ben-lik, benci-lik dâvâları ashab-ı safsatanın, yok'u var sananların mesleki... birer vehimden ibaret... Onların 'ben' dediklerini bizler de var saysa idik, sayabilseydik, ihtilaf olmazdı; daha doğrusu ihtilaf ihtilaf-ı lafzî olarak kalırdı, ihtilaf-ı hakikî olarak değil. Oysa biz onların var dediklerine yok, yok dediklerine var diyoruz.
Vehim yok'u var kabul etmek demek... Bu yoktan dünyayı var kabul edenler, gerçekte VAR olanı (vücud-i hakikî'yi) vehmen yok sayıyorlar; karanlığı araştırmak için ışığı söndürüyorlar, karanlığı karanlıkta arıyorlar.
Soluklan biraz dostum, kendine kendinde yer açmaya çalış... Özünü özle, özünü gürleştir... Sen sende senden düşmüştün; demek oluyor ki yine sen sende senden kalkacaksın!
Bak Niyazî Mısrî hazretleri ne buyuruyor:
Ben sanurdum âlem içre bana hiç yar kalmadı 
Ben beni terkeyledim bildim ki ağyar kalmadı

Hâsılı, kişi kendinden başka bir eksiği olmadığını anlamalı ve taşrayı bırakıp var-lık içinde yok-luk çekmemeli.

Dücane Cündioğlu/Yenişafak
Share


Kalbimizi kıranlara şunu diyelim;
Esirgemez kokusunu, dalını kırandan da erik çiçeği...

İbrahim Tenekeci
Share


Hayâliyle tesellîdir gönül meyl-i visâl etmez
Gönülden taşra bir yâr olduğun âşık hayâl etmez

Gönlüm, sevgiliye kavuşmak için can atmıyor; bilakis hayaliyle teselli bulmayı yeğliyor. Çünkü âşık olan, sevgilisini gönlünden dışarıda bir yerde hayal etmez (dolayısıyla, zaten gönülde olan sevgili için vuslat kaygısı çekmek beyhude emektir).

-Fuzulî-
Share
Asya’da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır.
Bir hindistan cevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır.
Hindistan cevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur. Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı kadar büyüklüktedir, yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz.
Maymun tatlının kokusunu alır ve yiyeceği kavrar, ama yiyecek elindeyken
elini dışarı çıkartması olanaksızdır. Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkamaz. Avcılar geldiğinde maymun çılgına döner ama kaçamaz. Aslında maymunu tutsak eden birşey yoktur. Onu sadece kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir.
Yapması gereken tek şey elini açıp yiyeceği bırakmaktır. Ama zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür.
Bizi tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey, arzularımız ve zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur. Tüm yapmamız gereken, elimizi açıp benliğimizi ve bağımlı olduğumuz şeyleri serbest bırakmak ve dolayısıyla özgür olmaktır.
Joseph Golstein
Share


Ne azap, ne sitem bu yalnızlıktan,
Kime ne, aşılmaz duvar bendedir,
Süslenmiş gemiler geçse açıktan,
Sanırım gittiği diyar bendedir.

Yaram var, dövemez havanlar merhem;
Yüküm var, pazarlar bulamaz dirhem.
Ne çıkar, bir yola düşmemiş gölgem;
Yollar ki, Allah'a çıkar, bendedir.

NFK
Share

Dibi yosun tutan denizlerle ilgilenme…
Sen dağları seyret…
Yenik düşüyorsan özlemlerine,
Aldırma,
Kalbindeki o uçsuz bucaksız sevgiyi hisset…
Işıklar sönmüşse ve karanlıksa
ona da aldırma,
Ay ışığını seyret..
SABRET…
Sabret ki herşey hissettiğin kadar derin ve sonsuz olsun….
Sabret ki herşey gönlünce olsun….

Mevlana
Share


Dünyanın içinde, insan sayısı kadar dünya daha var. Bu dünyaların her biri soru işareti olarak karşımızda duruyor. Sözgelimi ağaçları tanırsınız; çiçek açar, meyve verir, yaprak dökerler. Peki, bir insanı tam manasıyla tanımak mümkün müdür? Yıllarca beraber olursunuz da, sonra öyle bir şey yapar ki, şaşırır kalırsınız. Yazık dersiniz, tanıyamamışım. 

Biliyoruz ki, hiç kimse kendisini sonuna kadar saklayamaz. Bir gün, gerçek mizacını mutlaka ele verir. Sarımsağı gelin etmişler de, kırk gün kokusu çıkmamış. Devamı yok.

Bir insanla tanışmak, tanış olmak, hatta onu anlamak; o insanı tanımak anlamına gelir mi? Elbette gelmez. Sufiler, “ilk hatır önemlidir” der. Şimdilerde buna, “izlenim” diyoruz. Dünyanın hatır üzerine kurulu olduğunu düşünürsek, izlenim, bir anda anlamını yitiriyor.

İnsanları yakından tanıdıkça, kiminin altını, kiminin üstünü çizmek zorunda kalıyoruz. Aslına bakarsanız, ‘yakından tanımak’ da meseleyi çözmüyor. Birlikte olduklarımızla ilgili bunca şaşkınlığı, bunca üzüntüyü, onları yakından tanıdığımızı sandığımız için yaşıyoruz.

İbrahim Tenekeci
Share



Biz küçükken çok büyüktük. Mesela kollarımızı bir açardık, dünyayı kucaklardık. Güzeldik biz küçükken. 

Kaşlarımızı almayı bilmezdik, makyaj çok büyüklerin işiydi sevmezdik. Arkadaşlarımızla beraber bir gece uyuyabilirsek eğer velinimetti bizim için, lükstü, zenginlikti. Ailelerimiz en az beş kez arardı eve beş dakika geç kaldığımızda. Otobüsteyim bile diyemezdik, otobüsle bir yere gidemezdik. Otobüs lükstü, zenginlikti. Koşa koşa eve varana dek nefes almazdık ve nerdesin sen sorusunu duymadan cevabı verirdik. 

Biz bir gülerdik küçükken, kalbimiz kahkahalar atardı. Biz küçükken öğretmenimiz en yakın arkadaşımızla sıralarımızı ayırmasın diye, teneffüse kadar konuşmazdık. Not yazardık birbirlerimize. Biz diyorum küçükken bizdik böyle bayağı bir kalabalıktık. Yani biz diyebileceğim kadar çok. Biz küçükken bir büyüktük ki böyle kollarımızı açsak sığmazdı eni boyu. 

Sonra mı? Büyüdük. Kollarımızı açtığımızda bir kişiyi bile sığdıramayacak hale geldik. Küçülene kadar büyüdük, çok büyüdük yani. Biz olamadık bir daha. Sen, ben olduk. Büyüklük lüks değildi, zenginlik değildi. Koşa koşa büyüdük. Büyürken ne de çok küçüldük.

Nâzım Hikmet Ran

Share


Sizi sakladığım yerde unuttum. Bağışlayın. Kalbime diyorum, en son oraya koymamış mıydım sizi? Açtım kapadım mazinin çekmecelerini… Bir ömür aradım sizi… Dağılan takvim yapraklarını topladım da bir bir… Unutmaya alışırken buldum kendimi. Ve unutmak istemediğimi hatırladım… Hafızam gün günden zayıflıyor, kusuruma bakmayın... İsminiz? Bir sızı… Şuramda. Yüzünüzü yanlış hatırlıyor olmalıyım. Gözlerinizin bitip de aşkın başladığı yeri… Ben sizi bir vakitler çok sevmiş olabilir miyim?  Bakınız bundan eminim. Annem masal anlatırdı o ağacın altında. Annem masal anlatır mıydı bana? Sanki ben boyunuzun gölgesinde bütün masallara inanmıştım. Bakınız bundan da eminim. Anımsıyor musunuz sizde? Nasıldı?.. Bir varmıııış… Bir yokmuuuş… Ben sizi evvel zaman içinde sevdiydim. Sanki Kaf dağının ardındaydınız. Kırk gün kırk gece…
Sahi ben sizi çok sevmiş miydim?

Sevgi Yılmaz
Share

Gönlümün maviliği gitmesin gökyüzünden
Kuşların gülücüğü eksilmesin yüzünden
Kar yağsa da bu ıssız vadiye, gün bitmesin
Yapraklar üşüse de, çiçekler üşümesin..


Nurullah Genç
Share