"düşün, düşün ki düşün gelişsin"

Manevi mimarlarımızdan Merhum Hafız Ali Efendi:
- “Güzele bakmak sevap mıdır?” sorusuna şu unutulmaz cevabı verir:
-“Güzele, güzel bakmak sevap; güzele, çirkin bakmak ise günahtır!”
Share

Mevla'nın kapısını sevgiyle çalmaktır aşk
Yarin kara gözünde hülyaya dalmaktır aşk
Suyu pınardan içip berrakça kanmaktır aşk
İsmail'ce biçağa boyun uzatmaktır aşk!..
Ateşe atlamaktır,bilerek yanmaktır aşk
Canı yarin eline gülerek sunmaktır aşk
Ebu zemzem suyunda arınmak,yunmaktır aşk
Yürekte ki aşk ile Allah'a varmaktır aşk!...
Alıntı
Share

Tasavvufta şöyle güzel bir adet varmış:
Dervişin biri, yine bir dervişler topluluğu içerisine gelip,
selam vererek oturduktan sonra,
topluluk gelen dervişe
"Merhaba!!"
yerine
"Aşk olsun!!"
dermiş...
Derviş de
"Aşkınız cemal olsunEfendim!!"
diye mukabele edermiş...
Bu sefer topluluk
"Cemaliniz nur olsun!!"
Dediğinde, derviş
"Nurunuz ayn olsun!!"
Dermiş ve böylece selamlaşma bitermiş....
Share

Aşık der incidenden,incinme incidenden,
Kemâlde noksan imiş,incinen incidenden..
Erzurumlu Efe
Share
Ne girersin araya yâra niyaz etdikçe
Kanı ey girye mürâât-ı edep n’oldu sana

-Nâbî-

(Ey gözyaşı ben sevgiliye yakardıkça sen ne diye araya girersin
hani edep kurallarıne uymak, ne oldu sana?)
Share

Büyük vuslat, kimbilir nerede, saat kaçta
Tabutumun tahtası bilmem hangi ağaçta?
Necip fazıl Kısakürek
Share

Kanuni, şehzadelerini muhteşem bir törenle sünnet ettirir.
Kısa bir süre sonra da veziri İbrahim Paşa'nın oğlu sünnet olur.
Törene Kanuni de davetlidir. Birara Kanuni, vezirine der ki:
-"Söyle bakalım İbrahim Paşa. Senin tören mi daha muhteşem, benimki mi?"
-"Elbette benimki sultanım"
Kanuni şaşırır. Sebebini sorar. Vezir:
-"Benim oğlanın düğününe koskoca cihan padişahı davetliydi ve geldi.
Sizinkinde böyle bir davetli var mıydı?" der.
Share
Pür-âteşim açtırma benim ağzımı zinhâr
Zalim beni söyletme derûnumda neler var
"A acımasız sevgili! Beni söyletme ki içimde neler neler var!
Öyle ateş doluyum ki sakın ağzımı açtırma yoksa dünya tutuşacak !"
-Leyla Hanım-
Share

O kadar çok kelime eskittik ki, şimdi hep ikinci el kullandığımızdan mıdır nedir,
sözcüklerimize tecavüz edilmiş anlamlar yüklendi...
O kadar çok adına kelimeler tükettik ki, zavallı biçare cümlelerimiz
hak etmeyen kulaklara zorla sokuldu ve haketmeyen nefeslerde boğuldu…
"abherî"
Share

Vaktiyle bir derviş bir Ramazan akşamı iftara davetliydi. Derviş, yatsıya yakın, evine döndü ve karısından mümkünse kendisi için sofra hazırlamasını istedi. Karısı:
“Sen davette değil miydin? Ne yemeği?” deyince, derviş:
“Sorma” dedi. “Çok yersem, arkamdan ‘Halis derviş değilmiş’ diye konuşmalarından korktum, pek birşey yiyemedim.”
Bunun üzerine, karısı:
“Tamam” dedi. “Sen şu akşam namazını kıl da, ben o arada sofrayı hazırlayayım.”
Derviş:
“Ama” dedi, “ben akşam namazını orada kılmıştım.”
Karısı cevap verdi:
“Sen arkamdan kötü konuşurlar diye pek yemek yiyemediğine göre, arkamdan iyi konuşsunlar diye de namazı uzatmışsındır” dedi. “Hadi, akşam namazını bir daha kılıver de, o arada sofrayı hazır edeyim.”
Rivayet edilir ki, hanımının bu ikazından sonra dervişin aklı başına geldi ve riya derdinden kurtulup halis bir derviş oldu.
İ. Halil Soğukoğlu
Share

Düşündüğünüz
Söylemek istediğiniz
Söylediğinizi sandığınız
Söylediğiniz
Karşınızdakinin duymak istediği
Duyduğu
Anlamak istediği
Anladığını sandığı
Anladığı
Arasında fark vardır.
Dolayısıyla insanların birbirini yanlış
anlamasına yol açan 9 sebep vardır…
Share

Yaşlı kadın, bir antika dükkanından aldığı
yüzyıllık fincanı özenle salon vitrinine yerleştirdi.
Fincanın biçimi, üzerindeki işlemeler, renkler onun bir sanat eseri olduğunu söylüyordu.
Ödediği fiyatı hatırladı; hayır, hiç de pahalıya almamıştı.
Hayranlıkla fincanı seyretmeye devam etti.
Derken, birden fincan dile geldi ve kadına şöyle dedi;
Bana hayranlıkla baktığının farkındayım.
Ama bilmelisin ki, ben hep böyle değildim.
Yaşadığım sıkıntılar beni bu hale getirdi.
Kadın şimdi hayret içindeydi.
Önündeki kahve fincancık konuşuyordu!
Kekeleyerek: "Nasıl? Anlayamadım?" diyebildi yaşlı kadın.
"Demek istiyorum ki, ben bir zamanlar çamurdan ibarettim ve bir sanatkâr geldi.
Beni eline aldı, ezdi, dövdü, yoğurdu.
Çektiğim sıkıntılara dayanamayıp:
"Yeter! Lütfen dur artık!"
diye bağırmak zorunda kaldım.
Ama usta sadece gülümsedi ve;
"Daha değil!" diye cevapladı beni.
Sonra beni alıp bir tahtanın üzerine koydu.
Burada döndüm, döndüm, döndüm.
Döndükçe başım dadöndü.
Sonunda yine haykırdım:
"Lütfen beni bu şeyin üzerinden kurtar. Artık dönmek istemiyorum!"
Ama usta bana bakıp gülümsüyordu:
"Henüz değil!"
Derken beni aldı ve fırına koydu.
Kapıyı kapayıp ısıyı arttırdı.
Onu şimdi fırının penceresinden görebiliyordum.
Fırın gitgide ısınıyordu.
Aklımdan şöyle geçiyordu:
Beni yakarak öldürecek
Fırının duvarlarına vurmaya başladım.
Bir taraftan da bağırıyordum:
"Usta usta! Lütfen izin ver buradan çıkayım!"
"Pencereden onun yüzünü görebiliyordum.
Hala gülümsüyor ve
"Daha değil!" diyordu.
Bir saat kadar sonra, fırını açtı ve beni çıkardı.
Şimdi rahat nefes alabiliyordum, fırının yakıcı sıcaklığından kurtulmuştum.
Beni masanın üstüne koydu ve biraz boyayla bir fırça getirdi.
Boyalı fırçayla bana hafif hafif dokunmaya başladı.
Fırça her tarafımda geziniyor ve bu arada ben gıdıklanıyordum.
"Lütfen usta! Yapma, gıdıklanıyorum!" dedim.
Onun cevabı ise aynıydı:
"Henüz değil!"
Sonra beni nazikçe tutup yine fırına doğru yürümeye başladı.
Korkudan ölecektim.
"Hayır! Beni yine fırına sokma, lütfeeen!"
diye bağırdım.Fırını açıp beni içeri iteleyip kapağı kapattı.
Isıyı bir öncekinin iki katına çıkardı.
"Bu sefer beni gerçekten yakıp kavuracak!"
diye düşündüm. Pencereden bakıp ona yine yalvardım,
ama o yine "Daha değil!" diyordu.
Ancak bu defa ustanın yanaklarından bir damla gözyaşının yuvarlandığını gördüm.
Tam son nefesimi vermek üzere olduğumu düşünüyordum ki,
kapak açıldı ve ustanın nazik eli beni çekip dışarı çıkardı.
Derin bir nefes aldım,hasret kaldığım serinliğe kavuşmuştum.
Beni yüksekçe bir rafa koydu ve usta şöyle dedi:
"Şimdi tam istediğim gibi oldun. Kendine bir bakmak ister misin?"
Ona "Evet" dedim.
Bir ayna getirip önüme koydu.
Gördüğüme inanamıyordum.
Aynaya tekrar tekrar baktım ve
"Bu ben değilim. Ben sadece bir çamur parçasıydım."
"Evet bu sensin!" dedi usta.
Senin acı ve sıkıntı diye gördüğün şeyler sayesinde böyle mükemmel bir fincan haline geldin.
Eğer seni bir çamur parçası iken üzerinde çalışmasaydım, kuruyup gidecektin.
Döner tezgahın üstüne koymasaydım, ufalanıp tozolacaktın.
Sıcak fırına sokmasaydım, çatlayacaktın.
Boyamasaydım, hayatında renk olmayacaktı.
Ama sana asıl güç ve kuvveti veren ikinci fırın oldu.
Şimdi arzu ettiğim her şey var üzerinde.
"Ve ben kahve fincanı, şu sözlerin ağzımdan çıktığını hayretle fark ettim:"
Ustam! Sana güvenmediğim için beni affet!
Bana zarar vereceğini düşündüm...
Beni benden fazla sevip iyilik yapacağını fark edemedim.
Bakışım kısaydı, ama şimdi beni harika bir sanat eseri yaptığını görüyorum.
Benim sıkıntı ve acı diye gördüğüm şeyleri bana verdiğin için teşekkür ederim…
Share

Yüreğimi dalgalara yüklesem,
Deniz sâkinleşir, göl feryat eder
Hasretimi bir rüzgâra saklasam,

Bülbül boyun büker, gül feryat eder.

Âhımın âhengi üflerse köze,

Alev alev ateş düşer her söze,

Dert kervanım selâm verse bir saza,

Tezene uslanır, tel feryat eder.

Sevdadır mihmânı, aşktır sultanı,

Her yanı muhabbet, sevgi her yanı,

Bir kez açılırsa gönül kovanı,

Arı hayran olur, bal feryat eder.

Gökkuşağı kuşatınca gökleri,

Sanırsın her yürek bir bayram yeri,

Açınca dört mevsim can çiçekleri,

Yapraklar mest olur, dal feryat eder...

Bestami Yazgan
Share

Sulamayacaksanız sakın "umut tohumu" ekmeyin, hele ki "ebter tohum" asla !
"abherî"
Share

Yok


Artık kelimeler de çıplak, duygu elbiseleri yok !
"abherî"
Share
Ârızın yâdıyla nemnâk olsa müjgânım n'ola,
Zâyi olmaz gül temennâsıyla vermek hâre su.
-Fuzûlî-
Share

Yaşamın anlamını kavramak için dünyayı dolaşmaya çıkan bir genç, gezdiği ülkelerden birinde ünlü bir bilgeyi ziyarete gitmişti.
Gezgin genç, bilgenin yaşadığı evde, tüm duvarların kitaplarla kaplı olduğunu gördü.
Fakat evi dikkatle gözden geçirdikten sonra , yerde bir kilim, duvar dibinde yatak olarak kullanılan bir sedir, ortada ise bir masa ve sandalyeden başka evde hiçbir eşyanın olmadığını gördü ve merakla sordu:
"Neden hiç eşyanız yok?" dedi.
"Koltuklarınız, kanepeleriniz, büfeleriniz.... Onlar nerede?"
Bilge, bu soruya karşılık olarak kendi bir soru sordu gezgin gence;
"Senin de yalnızca, sırtında taşıdığın küçük bir çantan var, yavrum" dedi.
"Peki, senin eşyaların nerede?"
Gezgin genç, kendini savunurcasına yanıtladı bu soruyu:
"Ama görüyorsunuz.... Ben yolcuyum."
Ünlü bilge, hak verircesine güldü:
"Ben de öyle, yavrum" dedi. "Ben de öyle...."
Share

İnsanlar ağaçlardan ders almalıdırlar,Ne üzerlerinde barınan kuşların,Ne gölgelerinde yatan insanların,Ne de verdikleri yemişlerin hesabını Tutarlar…
Hz. Mevlana
Share

Bir zamanlar ülkenin birinde çok güçlü bir kral vardır.
Kral bir gece rüyasında bütün dişlerinin döküldüğünü görür.
Hemen bir tabirci getirtir ve rüyasını yorumlatır.
Tabirci krala '' Kral bu dişler senin evlatlarındır.Birbiri ardına hepsi ölecek ve sen buna şahit olacaksın.'' der.
Duydukları karşısında sinirlenen kral tabirciyi oracıkta idam ettirir..
Sonra hemen bir başka tabirciyi çağırtıp tekrar rüyasını yorumlatır.
İkinci gelen rüya tabircisi biraz temkinli davranıp şöyle yorumlar..
-Sevgili kralım sevinin.Dişleriniz evlatlarınıza işarettir.
Siz,Tanrının sevdiği kullardansınız.Çünkü size öyle uzun bir ömür vermiş ki, ülkenin ve milletin selameti için siz bütün evlatlarınızdan daha fazla yaşayacaksınız..
Kral bu yorumdan bir hayli etkilenir ve mutlu olur.
Tabirciyi de altınla ödüllendirir..
Bana kalırsa insan konuştuğu kadardır.Ne konuşursanız ve kime konuşursanız konuşun.Aslında insanlar nasıl konuştuğunuzla ilgileniyor.
Çünkü nasıl konuştuğunuz,neyi konuştuğunuzu aktaran önemli bir araçtır.
Murat Tunalı
Share

Share

'Bir gün insan virgülü kaybetti; o zaman zor cümlelerden korkar oldu ve basit ifadeler kullanmaya başladı.
Cümleleri basitleşince, düşünceleri de basitleşti.
Bir başka gün ise, nida işaretini kaybetti. Alçak bir sesle ve ses tonunu değiştirmeden konuşmaya başladı.
Artık ne bir şeye kızıyor, ne de bir şeye seviniyordu.
Üstelik hiçbir şey, onda en ufak bir heyecan uyandırmıyordu.Bir süre sonra, soru işaretini kaybetti ve soru sormaz oldu.Hiçbir şey, ama hiçbir şey onu ilgilendirmiyordu...
Ne kainat, ne dünya, ne de kendisi umurundaydı.Birkaç sene sonra, iki nokta üst üste işaretini kaybetti ve davranış sebeplerini, başkalarına açıklamaktan vazgeçti.
Ömrünün sonuna doğru elinde yalnız tırnak işareti kalmıştı. Kendine has tek düşüncesi yoktu, yalnız başkalarının düşüncelerini tekrarlıyordu.
Son noktaya geldiğinde, düşünmeyi ve okumayı unutmuş vaziyetteydi.'
KANEVSKİ...
Share

En belirgin özelliği âşıka acı ve ıztırap vermesidir. Zulüm ve eziyette aşırı sınırları zorlar, cana kasteder. Kimse ona hesap soramaz. Gönlü taştır, merhamet kelimesini bilmez. Söz verir ama sözünde durmaz. Vuslatı yoktur. Âşıkın ağlaması, âh u feryadı ona zevk verir. Katında en makbul âşık, eziyetine en fazla tahammül gösterendir. Onun için daima eziyet eder. Eziyetten vazgeçmesi, aşktan yüz çevirmesi demektir. Kâh kıskandırarak, kâh fitneler kopararak âşıkına zulmeder. Nazlıdır, aşiftedir, fettandır, hatta hafif meşreptir. Kolay kolay kendisini göstermez. Bayramlarda lütfedip dışarıya çıkar da uzaktan seyredilebilir. Âşıkın ancak rüyasına girer; eğlence ve bezm'in vazgeçilmez kişisidir. Zenginliği, ihtişamı, parayı sever. Ona canlar kurban edilir; uğrunda rakipler öldürülür. Bütün bu huylarıyla her ne çeşit icraat yaparsa yapsın, ona kızılamaz. Hatta melekler, ona günah bile yazmazlar.
Peki böyle birisi nasıl sevilir? İşte aşkın can alıcı noktası budur. Bütün bu olumsuz yanlarına karşı o, gönüller sultanıdır. Âşık onu sevmek için yaratılmıştır. Elinden başka bir şey de gelmez. Zaten sevgilinin pek çok özelliği, bir sultanın özelliğidir. Üstelik genç ve güzeldir de. Daima kara saçlı, hilâl kaşlı, nergis gözlü, lal dudaklı, inci dişli, gül yanaklı, selvi boyludur. Bedeni billurdan yaratılmıştır. Aydır, güneştir. Yusuf'tur, Kıble'dir, melektir, huridir, vs. vs. Ama her hâli âşıka zulümdür. Fatih'in şu ifadesi buna bir örnektir:
Yaslım dileyen çevrimi çeksin der imiş yâr
Bu va'desi gûyâ ki değil çevrine dâhil
Sevgili, "Vuslatımı dileyen eziyetime katlanır!" diyormuş. Sanki bu vaadi eziyet değilmiş gibi!,, (Oysa bu söz de bir zulümdür. Âşıka vuslattan söz ediyor. Buna dayanılır mı hiç!...)
İskender Pala
Share

Elif gibi dosdoğru olunmalı hayatta
Be gibi tek nokta üzerinde durabilecek kadar dengeli olunmalı
Te gibi olmalı, veda hutbesinde emanet bırakılan iki şeyi (kuran ve sünnet) sürekli başının üzerinde taşımalı insan
Se gibi az konuşup 3 dinlemeli toplumda
Cim gibi çocukça bakmalı hayata, ama cim kadarda çok iş yapmalı
Ha gibi gönlü geniş dostlar edinmeli insan
kadar ağlamaklı olduğunda yardımcı olabilecek
Dal gibi boynunu bükse de hayat
Zel gibi şapkasını takmayı bilmeli zorluklara karşı
kadar rahat olsa da insan bu dünyada
Ze’nin noktası gibi başında dolanan bir sineğin olduğunu mutlaka bilmeli
Sin midir sanki bu dünyada noktasız pulsuz tek garip
Şın gibi pulları vermeli getirip
Sad kadar şişse de karnın

Dat gibi hayata bir göz kırp
gibi bir yelkenlidir hayat
kadar yükü olan
Ayn gibi göğe çevir yüzünü
Ğayn’ın noktası kadar şüphe olmasın kalbinde
Fe eyne tezhebuun(kaçış nereye)
Gaf gibi iki gözünü aç
Kef kadar karizmatik ol
Lam gibi tutunacak bir
Dal ol gariplere
Mim’lenmiş olsan da yılma yıkılma
Nun kadar suskun
Vav kadar edepli ol
He gibi haykır içinden geçenleri
Lamelif gibi ellerini O'na aç
Ya Rabbi rahmet ve mağfiret kapılarını bize aç !
Abdullah Cahit DİNÇ
Share

Bak

Bil ki domuzların önüne inciler serilmez
Mücevherlerden sarraflar anlar ancak, başkası bilmez
Ne fark eder ki kör insan için elmas da bir camda
Sana bakan bir kör ise sakın kendini camdan sanma...
Mevlana
Share

Kim kaderin Züleyha'yı köle etmek için önce
Yusuf'u pazarlara düşürdüğünü tahmin edebilirdi ki?
Share

Lokman Hekim'e:
-Hastalarımıza ne yedirelim?
Diye sorduklarında, şu cevabı vermiş:
-Acı söz yedirmeyin de, ne yedirirseniz olur.
Share

Dua


Share

Gölgesinde otur amma,
Yaprak senden incinmesin.
Temizlen de gir mezara,
Toprak senden incinmesin…
Yollar uzun, yollar ince
Yol kısalır aşk gelince
Yat kurban ol İsmail’ce
Bıçak senden incinmesin…
Burdayım de ararlarsa,
Doğru söyle sorarlarsa.
Tabutuna sararlarsa,
Bayrak senden incinmesin…
İl göçsün göçtüğün vakit,
Yol yansın geçtiğin vakit,
Suyundan içtiğin vakit,
Irmak senden incinmesin…
Toz konmasın sakın sana,
Hakkı geçer halkın sana,
Gücenmesin yakın sana,
Uzak senden incinmesin…
Abdurrahim Karakoç
Share

Papatya nerden bilecek seviyor-sevmiyor
Sen onu asıl mahmur gözlü çiçeğe sor :)
"abherî"
Share

Nefsin, üzüm ve hurma gibi tatlı şeylerin sarhoşu oldukça,
ruhunun üzüm salkımını görebilir misin ki?
Mevlana
Share
Kişiye her iş a'la görünür
Kuzguna yavrusu anka görünür
-Şinasi-
Share

Gam gönülden başka kimsenin yüklenemediği bir yük, tahammül edilemeyen bir yaradır. İşte bu yüzdendir ki gam, âşıkın mihenk taşıdır. Onun istek ve dayanıklılığı ile sadıklığını ölçer. Bu bakımdan âşık daima gam ister, âdeta onsuz olamaz. Gam, âşıkın en vefalı dostudur. Zira bu dost sayesinde sevgiliye ulaşacaktır. Yine Ahmed Paşa bu gerçeği şöyle terennüm eder:
Gam çekmeyince kıymeti artar mı âşıkın
Kan yutmayınca buldu mu hiç i’tibâr lâ’l
Her şeyin sonu olduğu gibi gönüldeki gamın da bir sonu olacaktır. Oysa âşık vuslat gecesinde de gamlıdır. Zira “ya bu vuslat bitiverirse!” diye düşünmektedir. Onun için vuslat yerine gam istemek daha geçerlidir. Değil mi ki gam sevgiliden gelir; öyleyse değerlidir. Ona gönülde yer verilir. Bu yüzden gama çare aranmaz.Onun çaresi yine gam çekmektir. Doktorun buna yapacağı bir şey yoktur. Gamla içli-dışlı olan gönül bundan zevk bile duyar. Bu yüzden boyu hilâle dönse, devamlı âh etse, yakasını yırtıp feryatlar koparsa, hatta âleme rüsvay olup toprağa karışsa bile şikayette bulunmaz. Kaldı ki sevgiliye şikayet olmaz. Üstelik sevgilinin duruma inanıp inanmayacağı da şüphelidir. Ya inanmayıverirse?.. Fuzuli’ yi (ö.1556)dinleyelim:
Gamım pinhân dutardım ben dediler yâre kıl Rûşen
Desem ol bî vefa bilmen inanır mı inanmaz mı ?

İskender Pala
Share

Yıllarını evlilik müessesesinde geçirmiş birçok kadından
"saçımı süpürge ettim"
ifadesini duyarız.
Neden yüzünü güzelleştiren ve
kadınlığını ön plana çıkaran o güzelim saçları, temizlik malzemesi olarak kullanıyorsun ki ?
Teknolojinin bu kadar geliştiği bir çağda hâlâ saçlarını kullanıyor olman ne acı !
Sarfedilen cümlenin mecaz bir anlam ifade ettiğini bilmiyor değilim,
lâkin kelimelerle dans etmesini sevdiğimden olsa gerek,
biraz da olaylara farklı bir boyuttan bakabilmek adına çaba sarfediyorum. Belki de bende kalemimi süpürge ediyorumdur kimbilir.
Her ne kadar hak verdiğim yönleri olsa da, kadınların olaylara tek taraflı bakıyor olmalarından hoşnut değilim.
Sevgiyle etrafı düzeltseler
Saygıyla kırıntıları toplasalar
Düşünceleriyle toz alsalar
Bakış açılarıyla bahar temizliği yapsalar
Saçlarını da yıpratmamış olurlar değil mi ?
"abherî"
Share