"düşün, düşün ki düşün gelişsin"
Kendisini bildi bileli bu işi yapıyordu,
atalarından genlerine geçmişti bu huy ve hiçbir zaman sorgulamadı yaptığının doğru mu yanlış mı olduğunu.
Ne çıktığı dağları ne de kestiği yollardaki biçarelerin acısını düşündü.
Onun için önemli olan izinsiz çıktığı dağlardan inip yol kesip zorbalıkla en değerliyi almaktı ellerinden çaresizlerin. Evet eşkiya denince, dağlarda hayat sürüp yollar keserek insanların paralarını alarak geçimini sağlayan kişi aklımıza gelir. Ama bu eşkiya, gördüğümüzde bizi cazibesine sürükleyen AŞK elbisesini giyerek kendini gizlemişti bizden. Çıktığı gözlerden inmesini iyi biliyordu yüreklere.
Mavinin büyüsüne kapıldı
ve bir çırpıda bakışına takılıp çıkıverdi tepeciğe. Neye uğradığının farkında değildi henüz bakışın sahibi. Bakışlarını sürdürdü ve zihninin hâyâl odasında bir yer açtı. Aklının meşguliyetinin verdiği sarhoşlukla fark edemedi yüreğinin kaybını. Ayıldığında ise artık çok geçti, eşkiya evinin odasını açan misafirperverin en kıymetli eşyasını çalmakta gecikmedi ki zaten işi buydu ve çoktan sırra kâdem basmıştı.
Yüreğinin kapladığı yer yanmaktaydı ve bakışın sahibi gözyaşları ile söndürmeye çalışıyordu bu ateşi,
ama manevi alevlere gerçek su ne yapabilirdi ki ?
Şimdi de yeşildi gitmek istediği yer,
sanki ilkbaharı anlatıyordu bu gözler.
Gerçi ilkbaharı anımsatan yeşil, ummanları hatırlatan mavi, bozkırları gözünün önüne seren kahverengi ya da geceyi gösteren siyah fark etmezdi onun için. Önce yakalaması gerekiyordu bir bakış anını ve zorlanmadı hiç, ilgiye aç bu kadar insan varken, görmeye meyilli bu kadar göz varken kolaydı işi.
Ve yemyeşil bir yerdeydi şimdi, buraya çıktıktan sonra inmek kolay olacaktı sahip olmak istediği şeyin yanına.
Baharı andıran gözün sahibi de diğerlerinden farklı değildi şu anda, içmeden kendinden geçmek bu olsa gerek diye düşünüyor ve çakırkeyfi olmuş gülücükler saçıyordu etrafa.
Eşkiya ise çoktan yol almıştı gönül almaya.
Bahar gözlü, yokluğun acısını duymaya başladığında, kanayan yarasını yaşlarla temizlemeye çalıştı ama gözyaşları yanaklarından aşağılara dökülüyor içteki yaraya ulaşamıyordu.
Buğulanmış cama dışardan su tutmak neyi değiştirir ki ?
Günleri can yakmakla geçen eşkiya aşk giysisini hiç çıkarmıyordu üstünden, hatta sevgi mücevherleri takıştırmıştı üstüne ki görenler alamasın gözünü bir daha.
Siyahın çekim etkisi ile yüzyüze gelmesiyle
kendisini orada bulması aynı anda oldu, gecenin karanlığına gözlerinin alışması zaman aldı ve etraf netleştiğinde görev bilinciyle yola koyuldu. Zifiri gözlerin sahibi hülyalarda geziyordu.
Rüyadan uyanmak istemeyen kişinin mahmurluğu vardı üzerinde, sanki iki kanat takılmış ta uçuyordu gökyüzünde, dudaklarında tebessüm ve pembelik vardı yüzünde.
Ama eninde sonunda uyanacaktı ve gözlerini açtığında, o iç burkan acıyı hissetti. Elini acısına bastığında, yarasına elmas tozu ekilmiş gibi feryad etti. O zaman anladı kaybettiğinin değerini.
Şimdiye kadar önemsememişti yüreğini, ne yaparsa yapsın o atmaya devam ediyordu hayatta kalması adına gece gözlünün.
Hâlâ yaşıyordu ama ölmüştü.Ölmeden önce ölmek gerek sözünü hatırladı
ama kastedilen tabî ki bu değildi.
Eşkiya bir kalp daha ele geçirmenin sevinciyle seke seke giderken bir anda durdu. Hiç görmemişti daha önce böyle kahve tonu, ya da ona öyle gelmişti.
Mutlaka ulaşmalıydı bu yere ve kollamaya başladı bakışlarını karşısındakinin. Bir müddet gezindi etrafında ama ne mümkün görmek için bakmıyordu bu gözler.
O zaman anladı ona lazım olan tek şey ‘sözler’.
Göz uğruna sözler kifâyetsiz kalana dek kelimeler sarfetti.
Ve beklediği an geldi, attı kancasını bakışa çıktı kahvenin en kuytusuna.
Nefes nefese kaldı eşkiya, yaşlanıyor muydu ne?
Yoksa ulaşmaya çalıştığı dağ mı zorlamıştı onu?
Nemliydi bastığı yerler. Ama aldırış etmedi ayaklarına bulaşan çamura. Görmeyen gözlerin sahibi, bakıp da görmenin sevinciyle kendini kaybetti. Arayan bulamaz ama bulanlar da arayanlardır sözüyle buldu kalbi yerinde olmayan kendini.
Yokluğunu dert etmedi bir süre gönlünün, zaten emanet değil mi ki? tüm bedenimiz diyordu. Ama Emanet Edene vermek gerekirdi emanet edileni, bunu anladığında gözyaşları ile suladı toprakta kökü kalmış yüreği. Yeşermesi zaman alacaktı tabi,
iyice sulanması,
zemherîlerde donması,
güneşlerde yanması gerekiyordu…
Gören gözün sahibi çabalayadursun AŞK kaftanı giymiş eşkiya
bakalım daha ne yollar kesecek.


"abherî"
Share

0 yorum: